11 Şubat 2009

NİYET


Kadın o sabah yataktan kalktığında saat 06:30’u gösteriyordu. Başında alışılmadık bir ağrı vardı. Rüyasını hatırlamaya çalıştı.


Yüreğini, yalnızlığını ve bir de acılarını aldı yanına bir çantaya yerleştirmeye çabalıyordu tarifsiz bir telaşla… Sanki, zaman, peşinden kovalıyordu da o evden çıkamadan geride bir şeyler kalacakmış gibi endişeli, sürekli arkasına bakıyordu.

Ne yüreği sığdı bavula… Ne yalnızlığı ne de acıları… Niyeti onları bir bavula doldurmak ve denize bırakmaktı…

Üç ayrı bavul buldu dolabında. En büyüğü aldı önüne. Acılarını en büyüğüne koydu önce taştı, yüreğini denedi olmadı, sığmadı bir küçüğüne, yalnızlık sadece ellerini sığdırdı en küçüğüne…

Karar vermesi gerekiyordu, öyle gözük
üyordu ki, birini seçip en az üçe bölmesi gerekecekti bavullarına sığdırabilmesi için.

Yüreğini aldı karşınına:
Anlat bakalım neden bu yolculuğa çıkmak istiyorsun…
Çok acılar gördüm, çok inandım, çok kırıldım dedi…

Yalnızlığını aldı karşısına:
Sen anlat…
Çok acılar gördüm, çok inandım, çok kırıldım dedi…

Acılarını aldı karşısına:
Peki ya sen…
Çok yürekler gördüm kırılmış, çok yalnızlıklar gördüm kederli dedi…
Hepsi beni suçluyordu… Taşıyamıyorum artık…

Kıyamadı ne yüreğine ne de yalnızlığına ama kadın yanına almak için acılarını seçti üçünün arasında… En büyük acısını aldı kopardı ana kütleden… İki eline ancak sığdı… Tam bavula kaldıracaktı ki dile geldi acısı:

Sevmedim sanıyorsun, değer vermedim… Çok sevdim seni… Ama sen benim yanımda hep sönük, hep mutsuzdun ve ben aşık olduğum gülen gözlerini görmez oldum. Yarattığım eserden acı çeken bir heykeltıraştım sanki. Ne yapsaydım mutsuzluğunu mu büyütseydim sana baktıkça… Evet kırdım, evet gittim… Kolay olmadı yarımı bırakmıştım ama biliyordum ki zaman geçecek ve sen gene eskisi gibi gülen gözlerle bakacaktın, bir gün beni affedecektin. Ruhum o zamana kadar tutsak kalacak olsa da sende, gittim işte…

Öptü en büyük acısını… Avuçlarından yavaşça incitmeden bavula koydu. Kapağını kapadı ve gözünden sadece bir damla yaş geldi, şaşırdı…

Kalanı ikiye ayırmak yetecekti nasılsa… İlk parça biraz büyükçe kaldı diğerinin yanında… Eline aldı acısını, ortanca bavulun kapağını kaldırdı. Bir ses duydu biraz cılız… Kulak kabarttı:

Kötü bir zamandı benim için ve sen daha büyük acından sıyrılamamıştın. Ne yapacağımı bilmiyordum, korktum sanırım. Kolay olmadı gitmek, seni ilk gördüğümde, hep özlediğimi buldum sanmıştım ama korktum işte… Evet kırdım, evet gittim… Kolay olmadı gitmek senden… Hele de o zaman zaman dalıp giden, zaman zaman kahkahalarla gülen gözlerinden… Ama biliyordum ki zaman geçecek ve sen hep gülen gözlerle bakacaktın ve bir gün beni affedecektin. Ruhum o zamana kadar tutsak kalacak olsa da sende, gittim işte…

Öptü ortanca acısını… Avuçlarından yavaşça incitmeden bavula koydu. Kapağını kapadı ve gözünden sadece bir damla yaş geldi, şaşırdı…

Küçük bavulu aldı yerden, masanın üstüne koydu. Geride kalan henüz büyümemiş acısını aldı eline… Korumasızdı acısı, minicikti. Eline doğuşunu hatırladı. Bir adam vardı içini döktüğü, ilk tanıştıklarında kadın okurdu adam yazardı… Bir gün nasıl da cesaret etmişti ve iç hesaplaşmasını aktarmıştı adama, biraz çekinerek biraz korkarak… Adam, garip anlam veremediği bir cevap yazmıştı kadının iç hesaplaşmasına…
Kadın susmuştu…
Adam yazmaya devam etti kadın okumaya…
Sonra bir gün adam kadına sordu… Kadın cevapladı…
Adam sordu… Kadın cevapladı…
Hazine bulmuş bir serseri ile akıl bulmuş bir delinin konuşmasından öte değildi paylaşılanlar taki…
Adam kadına; bir gece yarısı hatta sabaha karşı;
Açtım avuçlarımı
Acılarını bırakabilirsin içine
dedi
Sonra kadın;
Tamam ama korkuyorum dedi
Adam
Korkma ben taşırım dedi
Kadın
Emin misin dedi
Adam
Değilim aslında dedi
Kadın
Ama dedi
Adam
Kadını öptü… Avucuna aldı kadının ellerini…
Kadının yüreğine götürdü… Yüreğini öptü…
Kadın
Karşılık vermedi ilk önce
Adam
Bir kere daha öptü
Kadın
Direnmedi
Adam
Bir kere daha öptü


Kadın sabaha karşı uyandığında, hemen sol yanına baktı, adamdan geriye bir avuç mini minnacık bir acı kalmıştı. Kıyamadı kadın aldı avuçlarına acıyı… Tam koyacaktı ki yüreğine, yüreği isyan etti… Tamam dedi, koşarak gitti yalnızlığının kapısını çaldı, cevapsız kaldı… En büyük acısı, bir sonra ki ve en küçüğü ile baş başaydı şimdi…

En küçük acısı susuyordu ama biliyordu kadın, konuşmayı ilk söktüğünde:
Evet kırdım, evet gittim… Güçsüzdüm ve ben senin bunu bilmeni istemedim o anda. Kolay olmadı gitmek senden… Hele de ışıl ışıl parlayan gözlerinden… Ama biliyordum ki zaman geçecek bir gün beni affedecektin. Ruhum o zamana kadar tutsak kalacak olsa da sende, gittim işte…


Kadın o sabah ağlayarak uyandı. Gördüğü rüya yapması gerekeni söylüyordu. Başında garip bir ağrı vardı. 6:30 da yataktan kalktı. Yolculuğa çıkmak için hazırlanmaya başladı… Yenilenmenin, tazelenmenin ve acıları büyütmeden denize bırakmanın zamanıydı şimdi. Yanına almak istediklerine şöyle bir göz gezdirdi. Bir de bavullarına baktı… Ne yüreği sığardı bavula… Ne yalnızlığı ne de acıları… Hiç düşünmedi… O sabah evden sadece kendini alıp çıktı…


Niyeti karşı kıyıya gidip kendini denize bırakmaktı…
__________

Bir Kaçış Hikayesi

Herşey bir kaç gece önce ders çalıştığım masadan dışarıyı seyrederken başladı aslında. Önce gök gürledi arkasından bir yağmur damlası camda iz bırakarak geçti gitti. Sonra diğer damlalar geldi peşi sıra...









Kendimi sonsuz mavilikler vaad eden bir uçurumun kenarında hissettim bir an... Ucunda küçücük bir aydınlık vardı sadece sona kalan. Ve işte o zaman zamanı geldi artık dedim. O güneşin aydınlattığı yeri bulmak ve günü tekrar doğurmak lazım.






Hiç vakit kaybetmeden yola çıktım o sabah, henüz gün ağırmamıştı ve kuşlar bile yola çıkmamıştı. Günü doğurmak lazımdı ve ben onun doğabileceği en güzel yerlerden birini biliyordum nasılsa.



Güneş kendini gösterir göstermez, bir ağacın gövdesi aydınlandı yarım yamalak...Gülümsedi buluta...







Bir çimen ağladı güneşi görünce...










Bir çiçek başıyla selamladı beni...









Bir ara içim sıkıştı aniden. Ne güneşi gördü gözüm, ne bulutu, ne çiçeği...

Uzun ince bir yol gördüm, kapıldım seslenişine...

Baktım civarımdakilere hiç biri tanıdık değil.






Koşarak uzaklaştım oradan...

Tam bir çıkış buldum sandım, yüzme bilmediğim geldi aklıma...




Köylüler kulak verme sen sakın o sese dediler, bize de seslenir arasıra, kulak vermeyiz biz ona... Sevgi pınarını bul tek çaresi bu dediler, sevgi pınarını sordum her gördüğüme, ağlayan çınarın yanında dediler. Çok yol gittim, çok ağladım, çok korktum ama buldum sonunda... İçtim çeşmesinden sevgiyi doyasıya...







Oturup bir çay içeyim çok yorulduğum dediğim bir sırada, güneş batmak üzere olduğunu söyledi bana.Gün geceye kavuşmadan dönmek gerekirdi. Yeni düşlere, yeni kaçışlara fırsat vermek için hayatın gerçeği ile kucaklaşmak gerekirdi.

O anda rastladım ben ona... Tam dönerken... Tek başınaydı... Terk edilmişti... Belli çok acı kışlar geçirmişti... Her sahibinden bir iz kalmıştı üzerinde... Seyrettim bir süre... Yanına gittim gizlice... Her su darbesinde belli belirsiz bir sesle aynı cümyeyi tekrarlıyordu...

"Hayata ve kendine iyi bak... Sen bana lazımsın..."





Tanıdık bir ses tonu vardı, yumuşak insanı içine çeken...Gülümsedim... Eh be hayat dedim bu gün de mi oyununu oynayacaksın, bu gün de mi cevapları olmayan sorularımla beni başbaşa bırakacaksın. Öyle olsun...


Ben gene kaçar gelirim bir ara sana...


Güneşi ve günü doğurmaya...


Bu sefer sese doğru gitmem lazım... Hadi kal sağlıcakla...

09 Şubat 2009

UÇUĞUM

Sen...
ne zaman çok korksam
Ya da ne zaman çok üzülsem derinden
Çıkar gelirsin…

Geçmişten bir izsin sen ve geleceğin habercisi…
Günlerce durursun yüzümde
Her bakışımda değer miydi diye sormalara neden olursun…
Cevap bazen evet olur bazen de sessizlik…
Bir dostun da dediği gibi
Konuşkan susuşlardır onlar...

Dinlemeye kalksan…

Boş ver dinleme…
Sen geldiğin gibi iz bırakmadan git sadece…

Biliyor musun bugün sana bakarken ne fark ettim.
Sen de acılar gibisin aslında
Üzerini kapatmaya gelmez çoğalırsın
Olmadı dolanırsın oradan oraya insanı daha da sinir edersin.
Dokunulmasın istersin,

ne pahalı bir ilaçla yamanırsın ne sarımsak çözüm olur sana.
Bir takım işkence yöntemleri geliştirenleri duymuştum sana karşı.
Sıcak tahta kaşık yöntemi, sıkıp özünü çıkartıp üzerine limon sıkma…

Ama geçmezsin…
Zamana yayılan bir iyileşme sürecini hak görürsün kendine
Tıpkı acılar gibi…

Üzerini örttüm sanırsın acının,
Arnavutköy’de bir bankta rastlarsın bazen
Bazen taksimde bir meyhanede
Yalova’da limandaki balıkçıda bir akşam çıkar karşına
Ya da ne bileyim bir çocuğun kahkahasında aniden
Sokak satıcısının sesinde...
Ne işkence edenler olur kendisine acısıyla baş edeceğim diye
Aç bırakır, susuz bırakır mesela bedenini
Sanki acıyı yaratan bedenmiş gibi
Hüzünlere gasil eder yüreğini sanki yeterince acı çekmemiş gibi
Bakışlarına bir ağlamak çöreklenir sanki bir daha hiç gülmeyecekmiş gibi

Ama geçmez…
Zamana yayılan bir iyileşme sürecini hak görür kendine acı
Tıpkı uçuk gibi…

________________________________________________________





Yüreğimin de zamana ihtiyacı var bugünlerde...
Açtığı kapıları kapatmaya ihtiyacı var tek tek...
Niyetine girmek lazım heves geçmeden...
Yalancı bahara kanıp gitmek lazım buralardan...
Hayatın kendisi bu kadar yalancıyken,
bahar yalancı olmuş çok mu...
Hayata her seferinde kanarken
Bir kere de bahara kansa yüreğim...

Göreceğiz fena mı olur, yoksa iyi mi...
Biriktirdiklerimi anlatırım döndüğümde...
Yediklerim içtiklerim benim olur.


Sevgiyle...


_________________________________________________________


(*) Yazara bu yolculuk sırasında sözlerini ezberi bildiği tek şarkı eşlik eder
Deep Purple - Soldier of Fortune
Şarkıda sözü edilen serseri kendisidir aslında
ve deli bir adam yüzünden çıkmıştır bu yolculuğa...

AFERİN






Aferin…
Gerçekten…
Bu haftasonu da kendini üzmeyi, kendine ağlamayı, kendine kızmayı başardın.
Aferin…

Dedi ve aynanın önünden çekti siluetini…
O gün, gün erken başlamıştı.
Değerli olmanın, özel olmanın bedeli her seferinde ağırdı ve her seferinde avucunda bir tutam kül kalırdı, gözyaşlarından bir damla düşerdi avucuna, gözlerine sürme yapardı en siyahından, acıydı, siyahtı, derindi sürmesi, öyle olmasa güzel olur muydu gözleri...
Böyle zamanlarda gözlerine bakardı aynada, sonra başlardı bir doğum sancısı tıpkı ilk seferde olduğu gibi yüksek bir ses tonuyla ağlayarak MERHABA derdi hayata…

İlk değildi ki, ne çok duymuştu bu sözü.
İlk kocası mesela
Sen bana fazla iyisin demişti
İkinci kocası
Sen çok özel bir insansın
Sonra bir adam sevmişti o da seni üzmek istemem sen gerçekten değerlisin benim için demişti.
Ama hiç biri sonuncusu kadar içine işlememişti
Canımsın, canımın içisin sen, sen üzülme kıyamam, ağlama…

Değerliydi, özeldi, iyiydi, candı ve fakat fazlaydı…
Ve günün sonunda hep aynı sabaha uyanırdı.

Sol yanında bir ağrı olurdu, bir de gözünde kurumuş bir yaş geceden kalan.

İçinde koca bir volkan vardı patlamaya hazır o sabah…
Her zamanki gibi hazırlandı.
Aynada baktı şöyle bir kendine, saçının fönü, makyajı ve gülüşü tamamdı.

Yola çıktığında her sabah yaptığı gibi şarkı tuttu kendine

Ruhum rüyaya dalmış
Dünya uzak gerçek yalan
Sanki bir yok bir de varmış
Ben seni arayamam


Adamın son arayışı geldi aklına. Merak etmişti.
İyi misin :(((((( yazmıştı sadece.
Bir gece önce adam şehrin en güzel manzarasında ikisine içmiş, geçmişine sövmüş geleceğine ağlamıştı. Ya da ben öyle sandım dedi kendi kendine. Ne uzun bir mail yazmıştı sonrasında adama iyi olmadığına dair. Olmayacağına dair.

Kolay mı sanıyorsunnnnnnnnnnn
Kolaysa yan o zaman...


Yanıyor muydu gerçekten acaba dedi. Benim gibi o da yanıyor mu???

Çalan korna sesi ile irkildi. Adam basbas bağırıyordu. Kardeşim ne diye zank diye durdun yolun ortasında… Farkında bile değildi. El freni çekili bir vaziyette, bir çevre yolunda otobanın tam ortasında duruyordu öylece. Şarkı devam ediyordu…

Halimi görüyorsun
Bir şeyler yap o zaman
Sebebim var biliyorsun
Ben seni arayamam…


Yol ayrımına gelmişti İzmir yazan yöne doğru sürdü arabasını. Şarkıyı başa aldı…

Bak benden arta kalan
Biraz kül biraz duman
Ne kadar istesen de
Ben seni arayamam




Her yenilgide elinde avucunda kalan biraz külü yanına aldı. Bir sigara yaktı dumanı olsun d iye ve kendini onarmak için düştü gene yollara…
Bir sahil kasabasında
Küllerinden yeniden doğacaktı…
Bir sahil kasabasında
Masallara tekrar inanacaktı…

...

Kolay mı sanıyorsunnnnnnnnnnnnnnn
_____
Bu yolculukta kadına eşlik eden Yüksek Sadakat - Kolay Mı Sanıyorsun

07 Şubat 2009

KORKAKSIN



İçmeden çekilmiyordu hayatın çilesi…
Akşamdan akşama içerdi genellikle… Tek başına.
Bir duble hazırladı kendine suyu az…
Buzlu içmezdi rakıyı sevmezdi öyle.
Zaten babası da dememiş miydi?
Su soğuk olacak diye…
Buz bozar rakının keyfini, rakının keyfi bozuldu mu seninki hiç iflah olmaz derdi. Bir de gülerdi dolu dolu her seferinde…

Babasını kaybedeli neredeyse 20 yıl oluyordu. Askerden döndükleri gece oturmuşlardı bir meyhanede.
“Gidip isteriz kızı ne diye vermeyeceklermiş benim aslan gibi oğluma demişti.” Eve gittiklerinde annesi, "kendine benzettin benim oğlumu da" deyip duruyordu. Ağlıyordu içli içli... Sarıldı anacığna "merak etme dedi hayırlı bir şey için içtik bu gece". "Hayrı batsın" dedi annesi. Güldü adam, gülümseyerek uykuya daldı aylar sonra ilk defa. Nasıl da rahat bir uyku uyumuştu o gece. Ne olurdu bir gece daha içebilselerdi... Ne olurdu sevdalısını istemek için gittiklerinde babası da orada olsaydı. Olmadı işte. Zaten ne istediği gibi oluyordu ki hayatta.

Karısı da zamansız ayrılmıştı bu kahpe dünyadan, karısını aldığı gün derin bir of çekti hayata. Bir küfür etti şöyle oturaklı… Zaten bir daha da düzelmedi araları o günden sonra hayatla.
2-3 ufak tefek kaçamak dışında başka kadın da olmamıştı ki yanında. Kadın sanki biliyormuş gibi öleceğini, sürekli dalga geçerdi adamla, benden başkası olursa yanında görürüm yukardan bozarım işinizi valla derdi. Senden sonra kimse olmayacak sol yanımda diye cevaplardı adam her seferinde kadını. Tutmuştu da sözünü, kadınından sonra kimse olmadı sol yanında.

Hayat da izin vermiyordu tutunmasına. İşsizdi, parasızdı, güçsüzdü bir kadın için. Kendi istediğinden değil valla değil. Hayat kazık atıyordu ona. Hem son girdiği işte o şerefsiz oturmasaydı karşısında, gevrek gevrek gülmeseydi her olana… Dayanamayıp ağzını yüzünü dağıtmak zorunda kalmayacaktı adamın. Patrona anlatmaya çalışırken bir de patrona girişince, mahkemelerle uğraştı aylarca. Allahtan hakimi dövmedim diye kahkaha attı doyasıya. O akşam her zamankinden fazla içti adam, bir pakete yakında sigara bitirmişti. Normalde 2 dubleyi geçmezdi bilemedin bir de tek alırdı en fazla. Adam o akşam ilk dubleyi karısı için içti, hayatın ilk kazığı değildi ama azımsanmayacak şekilde sağlam bir kazıktı. Yapılacak en güzel şey içip içip şarkılar söylemek olur sana dedi. Başladı hüzün makamındaki sesiyle avazı çıktığı kadar bağırmaya

Öyle sarhoş olsam kiiiiiiiiiiiiiiiiiiiii
Bir daha ayılmasam
Unutsam o günleri
Yarınları unutsammmmmmmmmm



İkinci duble de yarınlara gitti… Umutlarına, doğmamış çocuğuna, gidilememiş tatillere, görülememiş filmlere…

Fazladan bir dubleyi babası için içti, biraz kederli biraz öfkeliydi, çok erken bırakmıştı onu tek başına.En çok ihtiyacı olduğu yaşı gelmişti, adam olacaktı babası gibi adam gibi adam olacaktı ki… Ulan hayat dedi zorun ne senin benimle be…
Şişenin dibini hayata içti adam o gece…
Kalleşsin ulan dedi. Kalleşsin işte o kadar. Başka da bi bok değilsin.
O gece kentin bütün sokaklarında gezdi adamın sözleri…
Duyan akşamcılar birer kadeh kaldırdılar adama saygıyla…
Hep birlikte sövdüler hayata:
Önce kurallar koyuyor, cevaplar istiyorsun.
Karşındaki kurallara uyup da istediğin cevapları verince de
Ben yokum diyorsun...
Kalleşsin ulan hayat kalleşsin ama bir o kadar da KORKAKSIN


________

O GECE İLK DEFA



Günlerdir güneşli olan havaya inanamadı o sabah uyandığında… Önemsemedi önce on günden fazladır açan güneşin o sabah görünmemesini… Gelirdi elbet bir yere takılmıştır mutlaka diye düşündü ve gülümsedi aynadaki yansımasına…

O sabah gene uykusuzdu. Gece ikiyi biraz geçene kadar beklemişti adamın aramasını. Adam içince geç saatte mutlaka arar, uzaklarda olmanın özlemini; “Kadın
özledim seni, geleceğim ulan yanına, hadi uyu şimdi”
diyerek dile getirirdi... Bilmezdi adam, kadın her uyanıştan sonra bir daha uykuya yatamaz, düşlere dalardı sadece. Sabah olurdu kadın adamın geride bıraktığı saatlerde hep adamı merak ederdi. Adam bazen aramalara cevap verir, bazen de tüm gün ortadan kaybolurdu.

Kadın o sabah da içindeki korkuyla uyandı güne. Günlerdir güneşli olan havada bir gariplik vardı. Zaten adam da aramamıştı gece. Belki erkenden yatıp uyumuştur diye düşündü. Kötü bir şeyler olmadığını umarak.

İşlerini planlamak üzere masasının başına geçti. Laptop’unu açtı. Yoğun günlük programını gözden geçirdi. Ötelenebileceklere yeni tarihler girdi. Asistanına paslayabileceği işlere gerekli notları düştü. İşlerinin büyük bir kısmını asistanına bırakmış olmaktan huzursuzdu ama bu haftasonu çalışmak için uygun bir zaman değildi. Kalktı koyu bir kahve yaptı. Beklemek dedi…
Beklemek neden boğar bir insanı bu kadar…

Cümlesi bittiğinde…
…..

Kadın : Kaç uçağı ile geliyorsun???
Adam : Her zaman ki gibi 19:30 da havaalanında olurum canım???
Kadın: Bekliyor olacağım kapının diğer tarafında…

Nasıl da beklemişti boşuna. Adam gelmişti de kendini bırakmıştı aslında başka kollarda. Kadın kapı açılır açılmaz anlamıştı adamın bakışlarını kaçırmasında farklı bir suçluluk vardı. Adam öperken kadını, kadın aldatılmış yüreğini eline aldı… Ve adamın kulağına fısıldadı. “Hiç yakışmadı canım sana, hem de hiç”


Kadınla adam o günden sonra bir daha hiç eskisi gibi bakmamıştı birbirlerinin gözlerine…


Ve kadın o günden sonra hiç sevmedi beklemeyi…


Yıllar sonra gene bir sabah uyandığında ki bu sefer neden beklediğini bile bilmiyordu, bekliyordu kadın. Hayatında belirsizlik olduğunda hayatı duracak kadar kontrollüydü ve hayat her seferinde kontrolün onun elinde olmayacağını ona öğretiyordu. Ama kadın inatla her seferinde kontrol onda olsun diye onlarca soru soruyordu hayata, çoğu cevapsız kalan…
...


Cevapsız bir sorunun muhatabıydı o sabah ve ne olacağını bilmiyordu. Gene de sabahtan başlamıştı hazırlanmaya geceye… Kuaföre gitti. Saçını boyattı. Ağda yaptırdı. Manikür, pedikür… Klasik bir kadın telaşıydı yaşadığı. Kaç defa gitti eli telefona saymadı… Ama aklından kaç defa aynı soruyu sorduğunun biliyordu…
Bir de bu gece orada yalnız olmak istemediğini…


Eve dönerken adamın en sevdiği şarabı aldı. Gece başlamadan belki bir kadeh şarap içeriz diye düşündü. Kadehlerine baktı sanki yerlerinde olmamak gibi bir seçenek varmış gibi… Gece bittiğinde belki eve dönerler diye düşündü. Yatak odasının kapısını açtı. Uzun zamandır bu odada uyumuyordu. Hatta bu eve taşındığından beri hiç uyumamıştı. Mis kokulu çeyiz sandığından çıkardığı en sevdiği çarşafları yaydı. Yatağının sol yanına baktı. Kapadı kapıyı…


Evden çıkmak üzereydi. şaraptan bir uydum aldı. Aynadaki yansımasına baktı. En güzel maskelerinden birini seçti kendine ve kapadı kapıyı…


Araba kalabalığın içinden geçerken kadın maskesinin ardına gizleniyordu. O başkaları için her zaman parlayan bir yıldızdı. Araba ineceği yere yanaştığında, dışarıdaki yağmuru fark etti ve bir de hala adamı beklediğini. Kapıyı açan bodyguard şemsiyeyi tuttu kadının güzelliği bozulmasın diye… Kadın ilk adımını attığında flaşlar da patlamaya başladı ardı ardına… Kadın en büyük korkusu ile yüzleşiyordu. Kırmızı halıda tek başına yürüyemeyecek kadar güçsüz hissediyordu kendini. Muhteşem yalnızlığının fotoğrafları çekiliyordu art arda… Kadın ağlıyordu gülümseyen maskesinin altında…Bakar mısınız bakar mısınız bağırışları arasında ilerlerken kapıya, flaşlardan farklı bir ışık gördü. Adam oradaydı, kalabalığın içinde. Gelmişti. Yanında değildi ama oradaydı işte. Ve kadına uzatmıştı elini. Kadın baktı adama.
Gülümsedi. Son bir poz için kameralara döndüğünde... Maskesini fırlatıp attı.
Artık ihtiyacı yoktu sahte gülüşlere... Kadın hiç olmadığı kadar dipdik duruyordu ve gülümsüyordu adama. Kendinden emindi kadın ve biliyordu adam. Kadının gözlerinin içi bundan daha fazla gülemezdi...

...

Kadın ve adam gece boyunca yanyana durmadılar ayrı ayrı girdikleri kapıdan o gece beraberce çıktılar.

...

Ve
Kadın
İlk defa o gece...
Kontrolü adama bıraktı…

__________________________________________________________

06 Şubat 2009

KARŞI KIYI




03.10


Saat 03:10’u gösteriyordu son maili attığında…

“geldim demekle eşti arayışın
ve gittim demek kadar acıttı içimi”

Son satırlardı hayata kazınan. Kalktı masasının başından. Koridorda yürüdü yavaş yavaş.
Üstüne giyindi kadınlığını, telaşını ve sevdasını yavaş yavaş.
Aynada baktı kendine…
Saçını taradı, rujunu sürdü, yavaş yavaş…

Kadın adamla ilk karşılaşmalarında en güzel haliyle olmak istiyordu. Hazırlandı o yüzden yavaş yavaş. Zamanı durdurmak ister bir hali vardı. Kapıyı kapadı. Kilitledi yavaş yavaş
Merdivenlerden indi. Telaşsız ve sakindi. En az 1 saatlik bir yolu vardı. İki saat önceden çıkmıştı yola, sevdiği adama giderken zamanı olsun istiyordu. Direksiyona oturdu.
Arabayı çalıştırdı. Radyoda bir kanal buldu. Koyuldu yola yavaş yavaş.

Yol boyu düşündü kadın, daha ilk karşılaşmalarıydı ama ne çok şey yaşamışlardı anlarda…
Korkuyordu kadın, anlar kadar güzel olmazsa karşılaşmaları diye ve yavaş yavaş yol alıyordu bu düşüncelerle…

Limana geldiğinde, arabayı park etti. Arabadan inmeden önce saatine baktı. En az 20 dakika vardı. Ne demişti adam, 20.40’da orada olacakmış. “En erken böyle gelebiliyorum yanına. Çok kalayım istiyorum yanında.”

Kadın çay bahçesindeki boş masalardan birine geçti, limanı görecek şekilde oturdu ve bir çay söyledi. Çayı şekersiz içerdi ama gene de karıştırdı yavaş yavaş…

Uzaktan çok uzaktan gördü önce, yakınlaştıkça, hızlanmaya başladı yüreğinin atışları.
Adam binmiş miydi o gemiye onu bile bilmiyordu aslında. Son konuşmalarında
adam geleceğim demişti. “Bekle beni, geleceğim.” Kadın da “Bekliyor olacağım karşı kıyıda demişti.” Adam duymuş muydu bilmiyordu. Bir daha da hiç konuşmadılar adamla bu konuda. Çayından bir yudum daha aldı biraz telaşlanarak. Gemi yanaşınca limana, kadın kalktı hızlı hızlı yürüdü limana doğru. Yaklaştı karşılama kapısına saatine baktı 20.40’tı. Tam saatinde yanaşmıştı gemi.
Kadın karşılama kapısının ardında bekledi…
Kadın kapıda bekledi…
Kadın adamı bekledi…
Kadın bekledi…



Kadın hızlı hızlı yürüdü arabasına
Zamanı ileri almak telaşı sarmıştı kadını.
Arabaya bindi. Hem ağlıyor hem de sövüyordu hayata…
Söz vermiştin dedi...
Hayata kazıdığı son söz de bu oldu.



Adam ertesi gün gazeteyi açtığında başlığa takıldı önce
“Yalova – Bursa yolunda beklenmedik bir kaza”
Haberdeki her ayrıntıyı okudu defalarca…
Oturdu olduğu yere. Bir sigara yaktı. Derin bir nefes aldı.
Gemiden inmeye cesaret bulamadığına artık daha fazla yanacaktı.



_______