07 Mart 2009

TUT ELLERİNİ



daha kaç gece dayanırsın ki buna

kaç gece daha kadehleri birbirine vurup

çıkan sesi

tek başınalığını
örtmek için yarattığını
gizlersin ki kendinden


28 gün kalmış yeniden doğuşuna

böyle mi karşılayacaksın yenilikleri

silkelen

kendine gel

senin hiç kimseye ihtiyacın yok diyen sesi olmayan kadını düşün

ne demişti sana
hadi yüksek sesle haykır hayata


KOCAMAN BİR YÜREĞİN VAR SENİN

HİÇ KİMSEYE İHTYİACIN YOK


tekrarladın mı?

hayır mı?

evet mi?

duyamıyorum ki seni...

evetse bir kez daha

hayırsa ilk defa

BAĞIR

DUY SESİNİ
TUT ELLERİNİ


___________________________
Fotoğraf / U by fulvio pellegrini

06 Mart 2009

CESET




uçurumdan atlamış bir kadının faydası olmaz sana


ve döndüremezsin ölmüş birini hayata


...


...


...







ölüme uzanmışım


bilerek isteyerek


başımda beklemen geri getirmez ki beni sana








ben şimdi yaşam destek ünitesinde nefes alan biriyim


fişimi çeksen bir ottan farksız bedenim


verimsiz bozkırların


kurak buğdayları gibiyim


ne toprağa


ne topraktan beslenene faydam var benim






saydam bir dünyada


atmayan koca yüreğimle


sevilmeyen kederler içindeyim






uçurumların kenarında dolaşıyorum


dengesizim


hayata zorla tutturulmuşum bir ataç yardımıyla


atacı alsan


düşerim





ben bu gece ölümle randevulaşmış


gece bekçisiyim


kapım açık


gelse, buyura gerek kalmayacak kadar


açılmışım, açmışım kendimi




ben doktorun ölüm saati ilanını bekleyen


cesedim
_______



______________________________

Fotoğraf / My Lost Lenore by Daria Endresen

05 Mart 2009

TUHAF DURUMLAR/İSYANKAR BİR BAKIŞ - Vol.8

gözlerim ağrıyor
uykusuzluk akıyor


kapatıyorum sen
açıyorum sen

acıyorum senin elinden
NEDEN

sabahlar olmasa
uyusam bir gece erken
uykusuzluk çekerken
açsam gözümü sen
kapasam ölsem




________________________________________


değersizlik ölmekle eş, tuhaf biliyorum, isyankar bir bakış değil, sadece bir sesleniş...

15 FIRÇA DARBESİ


geçmesi gereken zaman değilmiş
Arafta kalmak
acıtırmış
Kalmak
acıtırmış
Dostluk baktığın yerdeymiş
Baktığın yerde gördüklerin
İçindeki yalnızlıktan daha güçlüymüş


Güç içindeymiş
İçin
dışındaymış
Yara alman bundanmış

AN DEFTERİ


Günlerin yorgunluğu vardı kadının üzerinde. Yatağa yattığında istediği tek şey, uykuya dalmak ve bir daha uyanmamaktı. Öylesine uykusuzdu gecelerce.

Ilık bir duş aldı öncesinde. Saçlarını kuruttu. Saten bir gecelik giydi üzerine. Çarşaflarını yeni yıkanmış, kokusu üzerinde olanlarla değiştirdi. Garip bir seromonin içindeydi nedenini bilmediği. Uykusuzdu ama ilk defa uykuya dalar gibi heyecanlıydı aslında. heyecanını yenmek için ılık bir süt içti. Ya uyanamzsam diye, iki satır yazı karaladı başucundaki AN DEFTERi'ne...

AN DEFTERİ

18 yaşından beri yazdığı anlara ilişkin küçük notlar aldığı bir defter edinmişti kendine. Yazdığının nedeni, niçini, kimesi, niyesi unutulmasın diye. An defterinin yapraklarına bir not düştü o gece, uyumadan hemen önce;


DEĞERLİSİN

YANSITABİLDİĞİM KADAR

DEĞERLİYİM

YANSITTIĞIN KADAR


Tarih, saat, yer, olay özetini altına düştü.
Defterni kapattı. Yatağa uzandı.
Kuş tüyü yorganı üzerine değdi.
İçi ürperdi.

İlk uykuya daldığında yoğun, yarı şuurlu olarak, hayal etme ve görüntüleme periyodundan geçmişti ki, kısa bir rüya gördü. Rüyada çok kısa bir zaman geçirmişti ki, 4 yaşında bir erkek çocuğuna masal okuyuşu kalacaktı sabaha…

Yaklaşık 20 dakika sonra, daha derin, daha huzurlu ve rüyasız bir safhaya dalış yaptı. Bu esnada derin ve rüyasız bir uyku durumundaydı. Uykusunun en derin, en iyileştirici ve en uygun dinlenme noktasındaydı. Günün yorgunluğunu orada bırakacaktı. Bu rüyasız devrede iç dengesi en nihai konuma ulaşmıştı.

Uykuya daldıktan sonra yaklaşık doksanıncı da­kikada, uykunun en hafif dönemine ulaştı kadın. Bu noktada uyanma ihtimalimi çok yüksekti. Zaten çev­resindeki sesler, hareketler, içindeki ağrılar veya üzüntülerle aniden uyanıp canlanırdı her gece tam da bu evrede. Tekrar uy­kuya geri dönebilse, bütün devreler yeniden başlardı da dönemezdi işte.

Ki o gece tam da 90. dakikada telefonu çaldı. Arayanı belliydi. Uykulu bir sesle merhaba diyebildi belli belirsiz. Karşısındaki sesin donukluğu kendine getirdi kadını. Noktasız konuşuyordu aslında adam.

Nasıl kıydılar bana… Hislerime… Nasıl acıttılar beni bu kadar… Tek istediğim yanlarında olmaktı… Ne varsa bende, verdim ben onlara… Karşılık beklemedim ki onlardan da…

Sövüyordu hayata, kadının hiç bilmediği küfürleri sıralıyordu her bir kelimenin peşi sıra… Bir kırılmışlık, bir küfür, bir acımışlık, derinden bir of…
2 saate yakın konuştular adamla…

Rahatlayacak gibi değildi adam, kadın ne söylerse söylesin adam takılıp kalmıştı o an’a…

Eğer adamın bir an defteri varsa dedi kadın telefonu kapattıktan sonra, şu notu düşmüştür boş bir sayfaya…


KIRILDIM BİR KEZ DAHA BU HAYATTA

İZİN VERDİM DOSTLARIN KIRMALARINA

DÖNÜP ARKALARINA BAKMAMALARINA

Sabah uyandığında, evin işlerine yardım eden kadın çoktan başlamıştı işine. kahvaltıyı bile hazır etmişti evin hanımına. Satı dedi sen bilirsin rüya tabiri falan di mi?

Anlat hanımım dedi Satı...

“Doğudan batıya askerler geliyordu ben diyeyim 1 milyon, sen de 2… Yok yok hatta 3 milyon… Oklar vardı ellerinde… Uçlarında ateşler… Ok değdiğinde patlıyordu adamlar…”

Elindeki kovayı bıraktı Satı, ellerini yıkadı. Evin hanımına döndü. Yarın gelirken penye gecelik alacağım bir tane sana, üşütüyor bu saten seni, sen iyi uyuyamamışsın dün gece, yat uyu bir - iki saat daha..." dedi.

Evin hanımı gülümsedi, masalın devamı için yatağa döndü. uykuya dalmadan heme önce an defterinde bir boş sayfa açtı.

ÜŞÜMEMEK İÇİN SICAK TUTANIN NE OLDUĞUNU ÖĞREN

Tarih, saat, yer, olay özetini altına düştü.
Defterni kapattı. Yatağa uzandı.
Kuş tüyü yorganı üzerine değdi.
İçi ürperdi.


__________________________



Fotoğraf / Sleeping Goddess II by Hendrik Ronald




04 Mart 2009

NEREDEN NEREYE



Benim bir siyasi duruşum var dansımın içinde, izleyici nasıl okur bilemem. İskemle benim için çıkış noktası… Bu ülkede işkence var… İskemle solo projesinde, ben onu dansıma yansıttım. İzleyici şöyle okuyabilir; kadın kendi kendine çığlık atıyor, kendi iç hesaplaşması, Türkiye’den bir çığlık, işkence çekenlerin çığlıkları diye bilir. İskemle 2, kadın erkek ilişkisi üzerine… Neden ilişkiler kopuyor diye soruyoruz, evinde iki kişi bir arada yaşayamıyorken savaşların varlığı şaşırtmıyor insanı. Evin içine bakın oradan da dünyaya…


Kendini anlatırken seçtiği kelimeler, sesi, duruşu… Nasıl izlememişim dedirtti bana. Neler kaçırmışım. Genco Erkal ile gerçekleştirdiği Nazım’a Armağan projesinde, Nazım’ın Dünyanın En Tuhaf Mahluku şiiri Genco’nun sesiyle yükselirken, hiç müzik yokken Zeynep Tanbay dansı her kelimeye yetişip, her kelimeyi bedenine sindirip yansıtırken; Nazım büyüyor, Genco büyüyor ve bütünlük insanı sonsuz büyülüyor…

Televizyonda seyrederken sorsalar nerede olmak isterdin diye… Kesinlikle onun dans ettiği herhangi bir yerde derdim. Sahnede, önünde… Çok şey kaçırmışım, geç kalmışım tanımak için. 2000 yılında Türkiye’de yaptığı çalışmalara tanık olmamak ayıptır sadece kendi adıma. Ufuk Uras’ın dansçı eşi olması dışında belleğime kazımamışlığımdır yüzümü kızartan. Kendine bu kadar dönük yaşamanın, hayatı sadece Onda buldum sanmanın kaybıdır daha çok. Hayata tekrar bakmak için de önemli bir tokattır bana. Kaldığım yerden devam etmek için bir sestir aslında. Hayatın içinden çıkıp gidişin, zorunlu bir dönüşüdür dansını izlemek.


İz kanalını seviyorum. Tematik kanallar içinde zevkle seyrettiğim, öğrendiğim, yetişmek için geliştiğim, dünyayı başka bir gözle gördüğüm, insanca bir bakış açısıyla hayatı seyrettiğim, tanıdık geldiği ve öylesine içime girdiği için şişmeden seyrettiğim kanallardan biri.

Diğer tüm yandaş olsun olmasın kanalları seyredemez oldum ben son yıllarda. Giderek artan bir sinir krizi eşiğinde seyrettiğim haberleri bile seyredemez durumdayım. Bu ülke değerlerini hızla kaybederken, bu ülke insanları ve özellikle kadınları ülkesine, ATA’sına bu kadar sahip çıkmazken geldiğimiz noktada gelecek için hala titremiyorsak ve durup durup çığlık atmıyorsak NEREYE diye, diyelim ki atıyoruz ama karşılık bulamıyorsak KORKMALIYIZ…


Bugün bir arkadaşım uğradı. Din derslerini oğlunun sevmediğini, ilk derste öğretmenin anlattığı hikaye ile korktuğundan derse bile gitmek istemediğini anlattı. Din Hocası ilk derse burna giren bir örümcekten bahsetmiş, eğer örümcek beynimize girdiğinde aklımızda dolaştığında kötü fikirlere rastlarsa beynimizde kalacakmış, Yok eğer kötü fikirlerle karşılaşmazsa zarar vermeden çıkıp gidecekmiş. NASIL YANİ?

Ben de daha önce defalarca birçok yerde paylaştığım kendi Din ve Ahlak Bilgisi Dersi hocamdan bahsettim. Duayı bilmediğim ve arkadaşımın kopya vermesine karşı çıkıp boş kağıt verdiğim için, sınav sonuçları açıklandığın da geçer not almıştım. İtiraz ettiğimde “Bu ders Din ve Ahlak Bilgisi dersidir ve sen kopya çekmeyerek bu dersin gereğini yerine getirdin. Unutmayın dürüstlük dua kadar değerlidir.” dedi.

Dedim ki arkadaşıma, “bugün bile yüzünü hatırlıyorum hocamın, nur denen şey hocamın yüzündeydi” Arkadaşım güldü, “bizimkinin yüzü de dedi, örümcek kadar kara”

İnsanın içi yansıyor yüzüne…
Öğrettiklerine de…

Çocuklar hayatı daha farklı sevse, keşke daha farklı öğrense. Sevse… Korkmasa…
Ama ülkemde her şey korku üzerine kurgulanır oldu. NE YAZIK…

***

Senle başladık büyük insan, senle bitirmek lazım;

***


DÜNYANIN EN TUHAF MAHLUKU

Akrep gibisin kardeşim,
korkak bir karanlık içindesin akrep gibi.
Serçe gibisin kardeşim,
serçenin telaşı içindesin.
Midye gibisin kardeşim,
midye gibi kapalı, rahat.
Ve sönmüş bir yanardağ ağzı gibi korkunçsun, kardeşim.
Bir değil,
beş değil,
yüz milyonlarlasın maalesef.

Koyun gibisin kardeşim,
gocuklu celep kaldırınca sopasını
sürüye katılıverirsin hemen ve âdeta mağrur,
koşarsın salhaneye.

Dünyanın en tuhaf mahlukusun yani,
hani şu derya içre olup
deryayı bilmiyen balıktan da tuhaf.
Ve bu dünyada, bu zulüm senin sayende.
Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer
ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak
kabahat senin,
— demeğe de dilim varmıyor ama —
kabahatın çoğu senin,
canım kardeşim!

1947
Nazım Hikmet


__________________

Fotoğraf / çocuk / Scorpion by Shazeen Samad

BİLEMEDİM



Söz,
sözü vereni mi bağlar söz verileni mi?


Güven;
duyulanı mı yaralar, duyanı mı acaba?


Seni seviyorum,
söyleyeni mi acıtır, yoksa söylenen mi acır zamanla?


Azar,
işiteni mi burkar sadece, azarlayan da bir tuhaf olur mu mesela?


Hırs,
insanı çürütür mü zamanla, karşısındaki mi çürür yoksa?


Şiddet,
uygulayan mı acizdir, uygulanan mı özünde?


Yalan,
sen misin, yaşanlar mı anlamadım mesela?


Yürek,
bendekiyse, sendeki taş mı acaba?




___________________________________


Fotoğraf / Exhaling the bad? by Marcus Björkman



03 Mart 2009

TEŞEKKÜR VE VEDA





42 yıl devlete hizmet etmek ve sevilmek, sayılmak...

Hikayesini uzun uzun anlatırım bir gün hem annemin hem babamın... Köyün ilk okuyan çocuğu babam... Öğretmeni tutmasa elinden ve 130 km. ötedeki ilçeye götürmese babamı, yatılı okula kaydettirmese kafası çalışıyor diye... Bambaşka bir hayat yaşıyorduk şimdi biz.

Annemi bulması ve hayata birlikte tutunuşları ise apayrı bir roman olur.

Dedem İsmet Bey'siz sofraya oturmazdı. Öyle gurur duyardı oğluyla.

Kızı olarak, Üniversite'den ayrılırken arkasından hep benzer cümleleri duyduğumda rahmetli dedemi biraz daha anladım.


Baban insan gibi insandır...

Babanızın bana çok hayrı oldu. İyilikleri saymakla bitmez...

O kadar çok hayır duası almıştır ki, hocama bir şey olmaz...

İsmet Bey harikadır...

İsmet abisiz biz ne olacağız bilmem ki...

Babam o benim, ötesi yok...



Bildiğiniz üzere, geçtiğimiz haftalarda sürpriz bir şekilde hastanedeydik.

Çıktık dün itibarıyla, artık evdeyiz... İYİYİZ




Bugün bu satırlarda babamın devlete 42 yıl, Uludağ Üniversitesi'ne 34 yıl hizmet ettikten sonra veda edişini aktarmak istedim.

Desteğiniz, dualarınız ve sevginiz için hepinize TEŞEKKÜR EDERİM.





_________________________________________________________________

VEDA...

Üniversitenin Değerli Mensupları,

İstanbul Üniversitesi, Bursa Tıp Fakültesi iken, 1975 yılında göreve başladığım üniversiteden 26 yılı Tıp Fakültesi Sekreteri, 8 yılı Genel Sekreter olarak çalıştıktan sonra 22.03.2009 tarihinde yaş haddinden emekliye ayrılmam kaçınılmazdı. Ayrılık zamanı gelip çattığında, düşüncem, mümkün olduğunca herkesi ziyaret edebilmekti. Rektörlük tarafından düzenlenecek emeklilik töreninde bir araya gelmeyi arzu ederken, teşekkürlerimi veda konuşmamın sonunda sunmayı planlarken, sizlere bu şekilde seslenmek durumunda kaldım.

Üniversitede çalışmaya başladığım ilk günden bugüne 34 yıl süren Uludağ Üniversiteli olma yolculuğumda, dostluklar edindim, rahmetli bir dekanımızın ön görüsüne uygun olarak üniversitemize öğrenci olarak girip çeşitli kademelerde yönetici olan seçkin bilim adamlarıyla çalışma şansı yakaladım, genç kızken girip anne olan, delikanlılığını geride bırakıp sorumluk alan çalışma arkadaşlarım oldu. Kimi baba dedi, kimi abi, kimi hocam dedi. Bana sorsanız bugün hangisi olmak istersin diye ben tereddütsüz hepsi derim. Çalışma hayatım boyunca, benim de kendilerinden çok şey öğrendiğim saygın bilim adamı hocalarım oldu. Değerli çalışma arkadaşlarımın hepsine teşekkür ederim.

Devlete hizmet etmek için başvurduğumda hem iyi hal kağıdım hem de sağlık raporum bu işi yapmak için uygun olduğumun göstergeleriydi. İyi hal kağıdımla ilgili her hangi bir sorun yoktu. 42 yıl sonra emekli olurken, sağlıklı olup olmadığımı anlamak ve emekliler kervanına kabulüm için sağlık raporu almak – genel bir tarama yaptırmak üzere hastaneye başvurdum. Eskilerin tevekkül sahibi dedikleri adamlardanım aslında… Sağlık taraması sırasında geçtiğimiz hafta yapılan tetkiklerde, ameliyat olmamı gerektiren bir durumla karşı karşıya kalınca beni yakından tanıyanların bildiği üzere, sonuca odaklı çözüm adamı olduğumdan hocaların planladığı ameliyat tarihini derhal kabul ettim. Böyle bir kararın sonucunda da ben sizleri ziyaret etmeyi planlarken, sizler beni ziyaret etmek durumunda kaldınız.

Rahatsızlığım süresince ziyaret eden, başımdan hiç ayrılmayan, gerek telefon gerekse çiçek göndererek yanımda olduğunu hissettiren, çok uzaklarda olsalar da dualarını esirgemeyen tüm dost yüreklere teşekkür ederim. Değerli hekimlerimizin ve ekip arkadaşlarının özenli tetkik, tedavi ve bakım süreci sonunda, hayata devam raporumu alarak emekliliğe adım atıyorum. Herkese sağlıklı bir yaşam ve emeklilik hayatı diliyorum.

Saygılarımla ve Sevgilerimle…

02.03.2009
İsmet Topuz
Genel Sekreter

__________________________


Fotoğraf / flowers by Giorgio Lorcet



02 Mart 2009

... SEN


gözyaşlarım dağıldılar bir ovada

her başak dikeni üzerinde bir damla bıraktım sana

her biri ayrı bir an hayatımdan

anlayabil -sen

bilebil -sen

duyabil -sen


çok şey istemedim ki senden


dur ovanın orta yerinde

haykır sen adımı dağlara

cevap vereyim sana


sen diyeyim

bir tek sen anlarsın onların dilinden

içinden-içimden-kopup-gelenden


____________________

DÖRDÜNCÜ CEMRE





Yokluğunla üşüdüm dün gece


Sabah uyanınca öğrendim ki;


İlk cemre düşmüş havaya


İkincisi suya


Üçüncüsü bugün yarın düşer toprağa


Bir dördüncü olsun istiyorum


Senden uzakta dokunsun bana


Düşsün yüreğime


Isıtsın beni

Sen canımıniçi


Cemrem olmak ister misin acaba?



_______________________



GÜNE UYANDIM



ÖNCESİ... Kadın bütün gece düşündü… Sesin yüzünü görmeye çalıştı. Gözünü kapattı, açtı, beyninin kıvrımlarında dolaştı… Sesin yüzü yoktu. Kafası karışmıştı. Nasıl bu kadar tanıdık bir ses, nasıl bu kadar görünmez bir yüz olabilir diye düşündü.

Sabah ezanını dinledi. Severdi. 5 vakit okunan ezan içinde en çok sabah ezanını severdi. Ezan okuyan bir arkadaşı, makamı farklıdır belki ondan dedi. Anlamazdı öyle makam falan... Dinlerdi ve severdi.

O sabah tam da ezan bittiğinde telefonuna bir mesaj düştü.

Hazırlan hadi... Zaten bütün gece uyumadın. Ilık bir duş al iyi gelir tenine…
Kadın gülümsedi. Yatağından kalktı. Ilık duşunu aldı. Bir faydası olur belki sesin yüzünü görmeye diye, gözlerini kapadı. Olmadı.

Duştan çıktı.
Üzerine giyeceklerini dün geceden hazırlamıştı.
Koyu renk bir kot… Geçmişi düşündü…
Beyaz t-shirt… Geleceğe gülümsedi…
Siyah spor bir ceket… Kalkandı en olumsuz an'a…
Siyah postallar… Yürüyüp gitmek içindi…
Siyahtan griye renk geçişli fular… Tutkuyla sarmak için…

Saçına baktı son bir kez. Aynadaki gözler kendine ait gibi gelmedi. İçindeki heyecanı aradı gözlerinde, mutluluk için bakındı sağa sola… Yok yok onun değildi bu gözler, sanki bir şey eksikti.

Oysa gün pazardı. Yarın'a sadece bir an kalmıştı.
Dudaklarına baktı aynada, bir şey söyler gibi bir halleri vardı. Düşünürken ne söylemek istiyorlar acaba diye… Telefonuna bir mesaj geldi…

Düşünme! Gözlerin de dudakların da bulacak anlamını yakında. Heyecan da gelecek o zaman, mutluluk da…

Kadın gülümsedi. “Neden” dedi “sesin yüzü yok bende” soru işareti koymadan cümlesini bitirdi.

Kahve için sözleştikleri yer Gönül Kahvesi ’ydi…
Özellikle bu olsun istemişti adam…

Erken gitmişti 20 dakika kadar. Kalabalığın içinde bir yer buldu oturdu. Etrafına bakındı, kendi gibi tek başına 3-4 kişi daha vardı. Ya tanımazsa beni ya da ben onu diye düşündü. Günün gazetesini aldı eline. Garsona bir kahve siparişi verdi. Ayıp olur mu acaba diye düşündü. Düşüncesi düşmeden akla, mesaj geldi telefonuna…

Olmaz canım... Sen iç kahveni… Bir de unutmadan; tanırım ben seni…:)

Kadın gülümsedi. Nasıl biliyor bütün cevapları diye düşündü. Delirdiğine kanaat getirecekti bir adam çıkıp gelmezse… Her şeyi kafasında yaratan şizofrenik bir durum muydu yoksa… Anlık bir sanrı… Ya mesajlar, peki ya o telefon konuşmaları... Hepsini kendi uydurmuş olabilir miydi? “Daha neler…” dedi. Kahvesinden bir yudum aldı.


Kafasını kaldırdı bir an, içinde bir tel koptu sandı, dönüp kapıya baktı. Adam gecikmişti. Kahvesinden bir yudum daha aldı. Bir tel daha koptu. Dönüp baktı gayri ihtiyari... Bir adam girdi içeri… Gülümsedi… Adam kadına yaklaştı. Elinde bir paket vardı. Bir de en sevdiği çiçek...Tekti, özeldi ve adam biliyordu. Sahi nerden biliyorsun dedi içinden...

Adam yanağından öptü kadını, geciktim bir bahanem yok dedi. Çiçeği verdi sadece. Ceketini çıkarttı. Elindeki paket altta kalacak şekilde yandaki sandalyeye bıraktı. Kadın, sandalyeye verdi dikkatini.

“Merak etme o da senin” dedi adam.
Sustular, baktılar, anlattılar…

Kadın, dinledi adamın son yıllardaki bütün hikayesini. Adamın buğulu sesi kulaklarında asılı kaldı kadının. Kadın anlattı hikayesini… Kadının gülüşleri asılı kaldı yüreğinde adamın... Öyle tanıdık geliyordu ki adam kadına… Buğulu ses...Kadının kendi gülüşündeki tını... Dinledikçe sevdi adamı… Sevdikçe, ses yüzünü buluyordu… Kadın “sen” diye bildi ve devamını getiremedi…

“Evet” dedi adam… “Evet, ben o emanetçiyim…”

Güleç yüzlü iki dost gibiydiler, gün geceye karışırken kalktılar o kahveden. Kadın “bana gidelim” dedi. Adam sessizliği ile onayladı.

Eve geldiler. Kadın bir çilingir sofrası hazırladı adetleri olduğu üzere… Sustular bütün gece… Kadın o pakette ne var acaba diye geçirdi aklından sessizlikten de sessizce...

“Merak etme dedim ya o da senin. Vakti var sadece…”

Şöminenin ateşi geçmek üzereydi. Masayı toparladı kadın… Yardım etti adam. Mutfaktayken baktı kadın adama bir kez daha...

“Nasıl olur diye düşünme boşuna, oldu işte, en son gidişinden sonra öyle avucumda gülüşünü bırakınca ve ben ertesi güne o gülüşle uyanınca, kendime geldim. Saçı sakalı kestirip bir de ceketi giyince üstüme, adama benzedim.”

Öyle dolu dolu bir kahkaha attı ki… Kadın da eşlik etti adama. Susmadılar uzun bir süre. Adamın cümlesi miydi onları bu kadar gülümseten… Bilmediler... Bildiler mi yoksa...

Kal bu gece, dedi sessiz… Kalamam, dedi sesli
Sarılsan, dedi sessiz… Gidemem o zaman senden, ölürüm an'dan sonra ben dedi sesli
Sadece, dedi sessiz… Sadece, dedi sesli

Soyundular ne varsa odanın kapısında…
Kadın geçmişi bıraktı yerde
Adam geleceğini…

Çırıl çıplak uzandılar yatağa… Titriyordu bedenleri, değişime korktukları belli... Adamın isyankar sesi vurdu duvara... Kadının ağlamaklı sesi kaldı halıda. Çocuk çığlıkları yükseldi yatağın iki ucundaki komidinde... Adam baktı içine, kadının sesini aldı kaldırdı halıdan, koydu yüreğine. Çocuk çığlıklarını topladı komidinin üstünden, öptü alınlarından, onları da ekledi yüreğine... Sesi duvara çarpıp geri yumuşacık dönünce, yüreğindeki ağırlık damarlara baskı yapmaya başlamadan hemen önce;

“Hadi dön sırtını bana. Çek bacaklarını karnına doğru” dedi adam… Sarıldı kadına sımsıkı, içene çekti kokusunu… Öptü bir kelebeği öper gibi usulca. Kadın anladı, yaşananlar bir sanrı değildi, bir an'dı. Donsun istedi zaman. Dursun, yarın olmasın bir daha...

Kadın “iyi ki burdasın” dedi sessizce...

Adam “iyi ki kaldım” diye karşılık verdi aynı sessizlikle...

...
...
...


Gün ağarmak üzereydi.
Adam kalktı yataktan...

Gidiyor musun dedi kadın sessizce... Evet dedi adam sesli...

Sarıldın dedi kadın... An'dı dedi adam.

Sustu kadın.

Sustu adam.


Mesajlar diyebildi kadın sadece... Gülümsemendi dedi adam...

Telefon konuşmaları... Onlar da gözyaşların...

Peki ÇÖZÜMÜM diye isyan etti kadın
Yüreğince, yüreğinden geçtiğince İNSAN OLMAK dedi adam...


Adam giyindi, tam çıkıyordu ki, kadın ellerini uzattı, adam kadına baktı, kadın adama… Kadının elinde yüreği vardı. Adam aldı yüreğini kadının. Kapadı avuçlarını sıkıca. Camı açtı kadın sabah ayazında. Adam öptü, korudu kadının yüreğini bu sırada... Kadın çekti içine hayatı yeniden, hücreleri üşüdü ama olsundu... Hayattı bu hissedilen... Adam camı kapattı önce, sonra yüreğini verdi kadına geri. Bir de yanında getirdiği sandukayı bıraktı komidinin üzerine...

“Bu sanduka” dedi, yüreğindeki ağırlık baskı yapıyordu damarlarına...Zor konuşuyordu ve duruyordu ayakta. “senin…....... Sen dört yıl önce ilk kez bana geldiğinde… Ben Sen-dim........ Gözyaşlarını bırakıp gittin bana. Gözyaşlarını dinledim 4 yıl boyunca. Biterler bir gün dedim. Anlatacakları elbet biter an gelir........ 20 gün kadar önce bana geldiğinde ve gülüşünü bıraktığında, sustular, bir an'da..... Bir daha hiç çıkmadı sesleri..... Gülüşün başladı anlatmaya olup biteni…...... Seni öyle derinden hissediyordu ki gülüşün, dayanamadım. Geçen sabah, mesaj attım onun dilinden sana......... Gülümsemeni gördüğüm an, işte o an, karar verdim bendeki emanetlerini geri vermeye. Gülüşü olmazsa yarınları olmaz dedim. Gözyaşların da kutuda; artık mutluluktan aksınlar diye onları da geri veriyorum sana…”

Kapattı kapıyı başka bir şey demeden adam. Kadın elinde sanduka öylece kaldı bir an’da. Dışarıya baktı. Gün ağarıyordu. Yağmurlu bir sabahtı. Banyoya gitti. Sandukayı açtı. Kendine baktı. Gözyaşlarını eline aldı. Gözbebeğine koydu usulca. Gülüşünü aldı ve yerleştirdi suratının ortasına. Saçlarını düzeltti. Kendine gülümsedi. "Sevdim" dedi. Yanağına bir damla düştü, telefonuna bir mesaj...

Ne kadar yakışıyor gözündeki gülümseme sana bir bilsen… Kendini benim gözümde görebilsen… Sen beni görsen… Sen beni… SenBen
...
...
...

___________________________

01 Mart 2009

GÜNE UYANDIM (MI) - DİPNOT


Sevgili Okuyucu,

Biliyorum günü bekledin, heyecanla, sabırsızlıkla...

Ama gün yeni başladı, an yaşanmadan anlatılmaz.

Üstelik uyanmak gereken bir yarın var, oysa bugün daha pazar...

Yarın bu saatlerde an yaşanmış olur, gün yarına dönmüş...

İzninizle hazırlanmam gerek önce an'a, sonra yarınlara...

Görüşmek üzere,

Sevgiyle...

28 Şubat 2009

GÜNE UYANDIM (MI) - 3



ÖNCESİ... Kadın iki gecedir huzura dalıyordu.. Kafasındaki fluluk olmasa sesin yüzüne, kafası karışık bile sayılmazdı. O sabah uyandığında ki her zamankinden erken kalkmıştı. Bir kağıt kalem aldı eline... Sesin yüzünü resmetmeye çalıştı. Olmuyordu... Ses vardı ama yüz yoktu. Kafası karışsın istemiyordu. Düşünmemeye çalıştı. Derken sabah ezanı okunmaya başladı. Dikkatle dinledi. Severdi. 5 vakit okunan ezan içinde en çok sabah ezanını severdi. Ezan okuyan bir başka arkadaşından öğrenmişti, sadece makamı değil, sözü de farklıydı. Belki o nedenle seviyordu. Anlamazdı öyle makamdan, sözden falan... Dinlerdi ve severdi.

O sabah tam da ezan bittiğinde...

Telefonuna mesaj düşmedi...

Uzun süre bekledi telefonu elinde...

Gün ağarınca yataktan kalktı. Duşa girdi. Kahvaltısını hazırladı. Cumartesi cumartesi ne yapacağım ki dedi. Pazara gitmek aklına geldi. Telefonuna baktı. Hiç mesaj gelmemişti. Canı sıkılır gibi oldu. Ne aptalım diye düşündüğü sırada, telefonuna mesaj geldi...

Neden olumsuz düşünüyorsun hemen, sen de beni özle diye yapıyor olamaz mıyım? Sen de beni düşün... hımmm? Evet eveti beni düşünerek bir yemek yap mesela... Pazara gitsene sahi. Beni düşünerek bir yemek yapmak keyif vermez mi sana...

Okudu...Gülümsedi...Pazara gitmek dedi. Ne komik diye düşündü. Pazar...

Çok değil 2-3 dakika sonra çaldı telefonu. Karşısındaki ses, keyifliydi. O da keyiflendi. Neden keyifli olduklarını bilmiyorlardı. Yoksa biliyorlar mıydı? Keyfi kaçıran kadının sorusu oldu... "Neden?" diye sorarak, an'ı bozdu. Adam "Neden olmasın..." dedi, gülümseyerek...

Sabah sabah olanları anlattı adam. Kadın dinledi. "Benim sorunum" dedi kadın, devam edemedi. Kendi açıklarını kendi kelimeleri ile ifade etmek istemedi.

Adam güldü: "Kendinsin" dedi.

"Nasıl" dedi kadın...
"Bardağın tamamı dolu olsun istiyorsun" dedi adam.
"Nesi yanlış" dedi, yumuşak ve belirsiz bir ses tonuyla.

"Bir damla eklenince taşıyorsun" dedi adam. "Aslında itiraf etmek gerekirse, bu yönün çekiyor seni bana. Sürekli sınırda yaşaman..."

"Bilmem" dedi kadın. "Zorladığım doğru hayatı. Özellikle de duygusal anlamda."

Adam gülümsedi... "Tanıdık geliyorsun bana" dedi..
Kadın "Farkındayım" dedi. "Dinlersin ve seversin ya..."

"Nedeni vardır aslında...Nedeni aramak lazım...Belki..."

Adam sustu... Kadın sustu...

"Nedeni varsa" dedi adam, "mutlaka çıkar karşına..., ama bazen nedeni yoktur, aramamak gerekir, zamanı gelmiştir mesela, tam da o yüzdendir...ama o bile bir nedendir, yani zamanı gelme meselesi..."

Kadın sessiz kaldı. Şaşırıyordu kadın, adamın kafasındaki her soruya cevap bulmasına. Kadın sormuyordu ama adam cevap veriyordu.

Adam sustu...
Kadın sustu...

Adam "bardak her zaman dolu olmak zorunda değil unutma, sadece içindeki eksikleri tamamlamak gerek. Doldurmasalar da bardağı, boşluğu anlamsızlaştırırlar" dedi.

Kapattı telefonu adam. Mutfak camından dışarıya baktı kadın. Gün telaşına kavuşmuştu. Güneşli bir gündü ama gene de ayaz vardı dışarıda. "Pazara gitmek lazım" dedi. Dolabı bomboştu. Aklı gidip gelmeye başladı. Boş, pazar, eksik, bardak, dolu, iç, tamamlamak, zaman, sorunda, değil... Kelimeler tek tek saldırıyordu sanki beynine. Kafası karışmıştı gene. Ne oluyor diye sordu, sonuna soru işareti eklemeden. İçini bir sıkıntı kapladı, pencereden bakarken kalabalığa karıştı... Yaşadıkları bir sanrı mıydı?

Telefonuna bir mesaj düştü...

Bak senin düşündüğünü Atilla İlhan yazmış daha önce
"olmaz, gerçek olamaz bu yaşadığımız, ya sanrı ya sanrıya çok yakın bir şey..."
Bir kadın için en huzurlu an, sevdiği erkeğin kollarının onu sarmasıdır. O an sanrı değildir yaşanan... Olmadığını göreceksin...

_________________________ Devam Etti....



Fotoğraf / by Plosz Zoltán



.

27 Şubat 2009

GÜNE UYANDIM (MI) - 2



ÖNCESİ... Kadın beş saate yakın uyumuştu günler sonra... Kafasındaki karışıklık netleşiyordu giderek. "Yarın olma ihtimalı var" inanırsam dedi. Sabah ezanını dinledi. Severdi. 5 vakit okunan ezan içinde en çok sabah ezanını severdi. Ezan okuyan bir arkadaşı, makamı farklıdır belki ondan dedi. Anlamazdı öyle makam falan... Dinlerdi ve severdi.

O sabah tam da ezan bittiğinde telefonuna bir mesaj düştü.


Neden erkenden uyandın sen bakımmm :)

Okudu...Gülümsedi...Pazar olmasını bekliyorum dedi içinden.


Çok değil 2-3 dakika sonra çaldı telefonu. Karşısındaki sessizdi.O da sessiz kaldı. Neden sessiz kaldıklarını bilmiyorlardı. Yoksa biliyorlar mıydı? Sessizliği bozan kadın oldu.

"Nereden biliyorsun, uyandığımı..."

Sabah sabah olanları anlattı adam. Kadın dinledi. "Senin sorunun" dedi kadın, devam edemedi. Tanımıyordu ki adamı doğru düzgün.

Adam güldü: "Sensin" dedi.


"Olmaz" dedi kadın, "ben senin sorunun olursam olmaz."

"Ben de çözümün olurum senin" dedi adam.

"ÇÖZÜMÜM" - evet yüksek sesle ve büyük harflerle söylemişti - "çok soru var kafamda, çözümü olmayan" dedi. Yumuşak ve belirsiz bir ses tonuyla.

"Biliyor musun" dedi adam. "Bu yönün çekiyor seni bana. En huzurlu sabahlara uyandığında bile, hayata soru sorman..."


"Bilmem" dedi kadın. Çok mu soru soruyorum hayata diye geçirdi içinden, cümlesinin sonuna soru işareti eklemeden.

Kadın dedi ki; "Pazar günü geldiğinde..." gene devamını getiremedi kadın...

Adam içinden ağladı kadının suskunluğuna...

"yaşım değil mi" dedi, adam, "ya büyümediysem yeteri kadar diye düşündün"

Kadın "hayır dedi, senden uzaktayken, ben hiç seni düşünmedim. Pazar günü geldiğinde tanır mıyım diye endişelendim"

Adam gülümsedi... Sabah ezanını anlattı kadına. Nasıl sevdiğini..."Tanıdık geldi mi" diye sordu.

Kadın "evet" dedi.

"Ben de tanıdık gelirim merak etme" dedi. "Tıpkı sabah ezanı gibi" dedi. "Dinlersin ve seversin. Nedeni yoktur aslında...Neden arama...Bunca zaman sonra neden diye soranlara da zamanı gelmiştir de ondandır de, kendine de bunu de bu arada"

Kadın sessiz kaldı. Şaşırıyordu kadın, adamın kafasındaki her soruya cevap bulmasına. Kadın sormuyordu ama adam cevap veriyordu.

Adam sustu...

Kadın sustu...

Kadın "pazarı bekliyorum" dedi...

Kapattı telefonu. Dışarıya baktı. Gün ağırıyordu. Güneşli bir sabahtı ama gene de ayaz vardı dışarıda. "Pazara ne kaldı ki..." dedi. Yataktan gülümseyerek kalktı. Camın önünde durdu. Dışarıyı seyretti. Eli camın koluna gitti, öylece bekledi. Telefonuna bir mesaj düştü...


Aferin sana... Yüreğini üşütme artık sabah ayazlarında. Pazara az kaldı. Gözlerimi de düşünmeyi kes artık. Hep hayranlıkla gülümseyecekler sana. Kafandaki sorularını not alıyorum bir kağıda, pazar gecesi çok vaktimiz olacak cevaplarını bulmaya. Her bir cevap bir çözüm olacak yarınlara...


____________________________________ Devam Etti...

Fotoğraf / Dream & Fantasy by Thomas Ljungberg

26 Şubat 2009

GÜNE UYANDIM (MI)



Kadın hiç uyumamıştı... Kafası çok karışıktı. Neden yarın olmuyor diye düşündü. Sabah ezanını dinledi. Severdi. 5 vakit okunan ezan içinde en çok sabah ezanını severdi. Ezan okuyan bir arkadaşı, makamı farklıdır belki ondan dedi. Anlamazdı öyle makam falan... Dinlerdi ve severdi.


O sabah tam da ezan bittiğinde telefonuna bir mesaj düştü.

Neden uyumuyorsun sen bu saatte...

Okudu...Gülümsedi...Yarın olmasını bekliyorum dedi içinden.

Çok değil 2-3 dakika sonra çaldı telefonu. Karşısındaki kahkahalar atıyordu. O da attı. Neden kahkaha attıklarını bilmiyorlardı. Yoksa biliyorlar mıydı? Sessizlik oldu, önce adam bozdu sessizliği...

"Nasıl da biliyordum dedi uyumadığını..." Sahi nerden biliyordu uyumadığını...

Sabah sabah olanları anlattı kadın. Adam dinledi. "Senin sorunun" dedi, "kızıyorsun aptal insanlara sen. Bırak onlar da aptallıkları ile yaşasınlar bu hayatta..."

"Olmaz" dedi kadın, "vicdanım rahat etmez sonra."

"Amma önemsiyorsun sen şu vicdan meselesini bu hayatta."

"Önemserim, İNSAN OLMAK" - evet yüksek sesle ve büyük harflerle söylemişti - "vicdanla ilgilidir benim için" dedi. Sert ve kesin bir ses tonuyla.

"Biliyor musun" dedi adam. "Bu yönünü seviyorum senin. En güzel sabahlara uyandığında bile, hayatta uğraşmanı."

"Biliyorum" dedi kadın.

Adam dedi ki; "seni özledim. Pazar günü seni görmeye geleceğim bir saatliğine olsa da elimde pastam, doğumgünümü kutlayacağız..."

Kadın şaşırdı adamın süprizine. "Kaç yaşına basıyorsun ki sen" dedi, adam "27" dedi. "Ne zaman büyüdün sen o kadar" dedi kadın.

Adam "senden uzaktayken, seni düşünürken" dedi.

Kadın gülümsedi... Sabah ezanını anlatı adama. Nasıl sevdiğini...

Adam "seversin tabi" dedi... "Düşünsene huşu ile uyanıyorsun güne. En güzel ses ile öpülerek uyanmak gibi."

Kadın ne kadar uzun zaman oldu dedi içinden güne böyle başlamayalı.

Adam "pazarı bekle" dedi... "Pazartesi yarın olacak ve sen güne huşu ile uyanmış olacaksın. Şimdi uyu..."

Kapattı telefonu başka bir şey demeden. Kadın elinde telefon öylece kaldı. Dışarıya baktı. Gün ağırıyordu. Yağmurlu bir sabahtı. Pazara ne kaldı ki dedi. Yataktan gülümseyerek kalktı. Camı açtı. Soğuk nemli havayı içine çekti. Ürperdi... Telefonuna bir mesaj düştü...

Camı kapat üşürsün. Sabah ayazı insanın yüreğine dokunur... Pazara az kaldı. Ben gelince açarız camı, yüreğini bana verirsin. Ben korurken onu, sen sabahı çekersin içine; yarınlara umut olsun diye.


Devam Edecek... _________________________________ Devam Etti...

Fotoğraf / Birthdaygirl by Charlotte Hammer

25 Şubat 2009

PESİMİST OLMAK - Vol.2


  • Sen neden iç karartıcı şeyler yazıyorsun...

  • Yüzü bu kadar gülen insanın kaleminden nasıl dökülüyor hep acı, keder, üzüntü...

  • Güneş doğmaz mı senin yüreğine...

  • Aşık oluyorsun acı yazıyorsun, seviniyorsun acı yazıyorsun. İçimiz karardı...

Bu aralar aldığım bütün mailler ve eleştiriler bu minvalde...


Gelmeyin üstüme, arkadaşlar, dostlar, bloggerlar...

Komik bir kadınım ben aslında, valla, ciddi söylüyorum, bak hakkaten ya...

Sorun eşe dosta...

Mesela 11.12.2008 tarihinde yayımladığım şu komik yazımı okuyun bir kere...
(bu arada yazının aslını uçurmayı başardım, teknoloji insanıyım, kabul edin.)

Adına bakıp yanıltmasın sizi, bir mutluluk anında yazılmış olması muhtemel izler taşıyor aslında... Valla, ciddi söylüyorum, bak hakkaten ya...



_________________________________________




Yaşadım ya ben şu yaşa kadar pes valla

Tam da 30.5(*) oldum

Fark ettim

İyi yaşadım ben bu yaşa kadar aslında...



*******

Pesimistsin dedi bir arkadaşım bana.
Peksimet gibi birşey mi dedim ona.


Baktı yüzüme

Evet dedi pek simitsin hatta...


Nasıl yani?


Susamlı mıyım
Yuvarlak mı

Yoksa yanmış mı bir yanım hayatta
Pişmemiş miyim aslında

Nasıl yani ya...

Nasıl bir simidim ben aslında.
Mesela çayın yanında iyi gider miyim
Susamım mı dokunur bir başkasına
Kalanım çöpe mi gider
Yoksa bayatlasa da ısıtırız dursun kalanı falan gibimiyim ben aslında.

OF NASIL BİR SİMİDİM BEN YA


Bugün komiğim ben aslında.

Başlarken daha hayata istenmemişim ya.
Sonra da bunu kılıf bulup dikmişim ya üstüme o zamandan beridir olmaz benim işim.
5 kuruş ver yaptırama 10 kuruş ver beni oradan geri alama.

Düşünceler dağınık kafamda.

Beynimin kıvrımlarında gözünü kırpışın.
Benim bunu üzerime alışım
Sana akıp olsam alaşım
Olur mu dersin seninle benden homojen bir karışım.

Sen de komiksin aslında
Bu yüzden hala gülümsüyorum sana...
Senin aklında kalışıma

BU KADAR MI OLUR KES KEL ALAKA


______________________________

(*) 30.5 ile ilgili durum şudur: beni yeni tanıyanlar bir türlü inanmazlar 36 bitti 7'ye gidiyorum demelerime....Hemfikir oldukları nokta maksimum 30 gösterdiğim yönündedir. Ben de dalga geçerim her seferinde bari 30.5 diyeyim diye...

YARIN OLDU SANDIM



Dün gece kötü bir gece geçirdim… İçimde ne varsa kustum…
Dün gece içimdeki son damlaya kadar ağladım hıçkıra hıçkıra…


Sabah telefonun sesine uyanınca dün geceki telefondaki sesi hatırladım…

"Yarın konuşuruz... uyu hadi... " Kaç yarın geçti diye düşündüm…Telefondaki sesi dinlemediğimi fark ettim. "Neden hı hı diyip duruyorsun uyanmadın mı uyamadın mı" dedi. "Kafan karışık senin." "Kafam karışık yarın konuşuruz" dedim. Kapattım telefonu. Duşa girdim. Yapılacaklar listesini gözden geçirdim. Telefonumu yanıma alsaydım keşke dedim. Ararsa bulamazsa, üzülür dedim. Yarın demişti, yarın oldu dedim. Duştan çıktım. Telefona baktım. Aramamış…

Sonra öğrendim başka bir arkadaşımızı aramış. Olsun dedim belki onun benden daha çok ihtiyacı vardı aranmaya. Odaya girdim, maske taktım, çıkarttım bu uymadı dedim. Başka bir maske taktım. Yola çıktım. Yolda giderken yol bitmiş fark etmedim. Kafam karışık benim…

Arabayı yanlış yere park ettim. Telefonuma baktım. Çalmamış. Çalmış aslında ama benim istediğim tonda değil. Yarın olmadı mı acaba dedim. Yoldan geçen birine sordum. "Yarın oldu mu" dedim. "Yok olmadı" dedi. Yarın olacak dedi. Güldüm. Kafası karıştı yoldan geçenin.

Ofise geldim. Ofis telefonumdan da aranmamışım. Ne şaşkınsın dedim. Senin ofis telefonunu bilmiyor ki, nasıl arasın seni. Maillerime baktım. Orada da yarın olmamış dedim. Asistanıma sordum. Senin maillerinde benim aradığım mail olabilir mi dedim. Karışmıştır belki sana. Yok dedi karışmış bir suratla.

Annem aradı o sırada, neden böyle oldun sen dedi. Nasıl dedim. Rüyamda gördüm dedi, içinde muz olmayan portakal suyu gibiydin dedi. Anne saçmalama dedim. Karıştın galiba sen, portakal suyunun içinde muz olmaz ki zaten.


Akşam oluyordu belki de güneş tekrar doğuyordu. Anlamıyordum. Yarın bir türlü olmuyordu. Hep yarına kalıyordu. Bekledim. Karışmışlığım yarına geçer belki dedim.

Yarın oldu sandım sabah telefonun sesine uyandım. Dün geceyi düşündüm.
Dün gece kötü bir gece geçirdim… İçimde ne varsa kustum…
Dün gece içimdeki son damlaya kadar ağladım hıçkıra hıçkıra…



Günler geçti...

...

...

...


Aramadın. Yarın olmayacak diye düşünmeye başladım.
Bir tası doldurdum sıcak suyla. Giyindim en güzel maskemi. Bir de saten geceliğimi. Bileklerimi kestim özenle. Uzattım bileklerimi sıcak suyun içine. Bir kan damladı halının üzerine. Bir tanesi de saten geceliğimin üzerine. Hiç üzerinde durmadım.
Bugün böyle dedim.
Yarın temizlerim.

Uyumuşum olduğum yerde...
Zaman geçti bir süre...
Yarın oldu sandım…
Uyanamayınca anladım.

...

...

...

___________

24 Şubat 2009

İÇİÇE GEÇMİŞ(M)İM…


Biri La Dolce Vita’dan geldi: çocukluk anılarım… Diğeri Yalnızlık Okulu’ndan: hayatıma yön veren şair…
İçiçe geçmişim düşünürken; neyi nasıl yazayım diye... Nasılsam öyle yazdım...Zormuş seçmek hem anıları hem de şairi... Bir yerden başlayınca gerisi geldi, hem anıları bulmak hem de şairi anmak için fazla zorlamak gerekmedi...

ANI 1
4 ya da 5 yaşlarındaydım… Annem kağıt 5 lira verdi. Bakkaldan leblebi tozu alacaktım Apartmanın önünde adını hatırlayamadığım bir kız arkadaşım da vardı. Beraberce bakkala gittik. Ben leblebi tozunu aldım ama onun parası olmadığı için bakkal amca ona leblebi tozu vermedi. Ben de bıraktım aldığım leblebi tozunu ve çıktık dışarı. Parası olmadığı için leblebi tozu alamayan arkadaşım mutsuz olmuştu. Baktım elimdeki kağıt paraya ve onu ortadan ikiye böldüm. Yarısı onda yarısı bende kağıt 5 lira ile girdik tekrar bakkala; bakkal amca o kadar çok güldü ki, o gün ikimize de leblebi tozu verdi, hatırlıyorum…

BENDE KALAN 1
Ne zaman birinin bir şeye ihtiyacı olsa ve mutsuz olsa ona sahip olmadığı için, hala, yarısını, tamamını, üzerimdekini çıkartıp verme huyum vardır.

ANI 2
6 yaşımın yazını yaşıyorum… Balkonda sallanıyorum salıncağımla, bir öne bir geriye… Apartmanımızın hemen önünde kurulan pazarı seyrediyorum. Bütün mahallede bir şenlik havası… Karşıdaki yumurtacıdan feryat figan bir ses… “Gelirsem oraya…” “Annene şikayet edeceğim seni…” Hiççççç üstüme alınmıyorum ama adam basbayağı bana bağırıyor işte… Yan balkona bir bakıyorum, bizim komşunun ufaklık bir elinde sapan bir elinde taş yumurtaları hedef alıyor… Hemen ayağa kalkıyorum ve sesimin son tonunda “Ne bağırıyorsun küçücük çocuğa bir hata yapmış işte, öğretsene bir daha tekrarlamasın” diyorum, hatırlıyorum….

BENDE KALAN 2
Ne zaman bir hata yapılsa ki – hatırlatırım Kalite Koordinatörü olarak çalışıyorum - hala, hatanın sonuçlarını anlatmak ve tekrarını önleyecek çözümleri üretmek gibi bir huyum vardır, terzi kendi söküğünü dikemez özdeyişi tam da bu "kalan-2" de yer bulur bende…

ANI 3
7 yaşımdayım, ilkokulda… İki şeye çok bozuluyorum tam da bu yaşta… 7 aylık doğmuş, 9 aylıkken yürümüş, 1 yaşında konuşmaya başlamış, 4 yaşında yazmayı sökmüş, 6 yaşında okumayı yaşam biçimi bellemiş olan ben, sınıf arkadaşlarımın düz çizgi, yatay çizgi, çubuk çizememesine sinir oluyorum. Öyle ki sonunda sınıfta bir okuma ağacı yapılıyor ben ve Levent ağacın en tepesindeki elmalar olarak yerimizi alıyoruz. Sınıf arkadaşlarımıza çizgi çizmeyi öğretiyoruz. Kendimi adıyorum ben bu meseleye, görev ediniyorum bir anlamda… Sonra da bir gün; bayrağı alıyorum elime “Okuma yazma böyle öğrenilmez diyorum, Cumhuriyet gazetesi lazım, ben oradan öğrendim bu işleri” diye bitiriyorum cümlemi, hatırlıyorum…

Diğer bozulduğum mesele ki bu hayattaki duruşumun 7 yaşındaki farkındalık yansımasıdır geleceğe… Bu sınıftaki herkesin abartmıyorum ben ve cem hariç herkesin bir ablası-abisi var... Dersler bitiyor, okuldan çıkıyoruz ve ağabeyler ve ablalar kardeşlerini alıyorlar ve evlerine gidiyorlar… Ben ağlayarak gidiyorum eve: “Yalnız öleceğim bennnnnnnnnnnnnnnnnnnnn” diye, hatırlıyorum…

BENDE KALAN 3
Lider olmayı severim ama bir ekibin değerini de bilirim… Şimdi ne zaman bir karşı duruş sergilesem, elimde dayanaklarım ve önerilerim mutlaka olur. Öğrenmeyi, öğretmeyi severim, kendimin ve yanımdakinin gelişiminin buna bağlı olduğunu düşünürüm. Evet düşünürüm, okurum ve anlarım, anlamadığımda sorarım.

Annem ağlamalarıma dayanamayıp kardeş yapmaya karar verdiğinde, bir CISV (Children International Vocation Camp) için ilkokul çocuklarını Almanya’ya götürecekti. Sordu, ne istersin dedi, kırmızı bisiklet ve bir de erkek kardeş… İkisi de geldi… Şimdi kardeşim çokkkkkk uzaklarda olsa da, yaş farkımızdan dolayı birlikte büyüme şansımız olmasa da varlığı yetiyor bana… Bir keresinde büyüdün artık “evren de” bana demiştim. Tek ablamsın ve ablamsın demişti… Sen de benim canımsın… Biliyorum sen varsın ve ben o zamandan beri yalnız değilim, ağlamıyorum...

ANI 4
Gene ilkokuldayım, 8 yaş ve artık ablayım… Erkek çocuklar bahçede birdirbir oynuyor. Ben de oynamak istiyorum ama “sen kızsın” deyip oynatmıyorlar. Sonra bir iddiaya girişiyoruz “atlarsın atlayamazsın” diye… Atlarsam diyorum futbolda oynayacaksınız benimle… Tamam diyorlar… Biri eğiliyor… Ben uzaktan koşarak geliyorum, tam atlayacağım, eğilmiş olan erkek çocuğu, kendi yüksekliğini artırıyor… Çok fena burnumun üzerine düşüyorum, canım yanıyor, hatırlıyorum…

BENDE KALAN 4
O zamandan beri güvenmem erkeklere… Ve yapmak istersem bir şeyi ve inanıyorsam yapacağıma, yaparım canımın yanma pahasına… Bir de futbol oynarım erkek çocuklarıyla...

ANI 5
İşte tam da burada çok sevdiğim şair geliyor çocukluk anıma… Hayatıma yön veren, şairi ve şiiri sevmemi sağlayan… 8 bilemedin 9 yaşındayım... Yani küçücük bir çocuğum ilk duyduğumda mısralarını. Pazar mıydı ayrımına varamam ama babamla parktaydık. Güneşli bir gündü. Babam gökyüzüne baktı. "Bugün pazar. Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar" dedi. İçime işledi. Ne zaman bir sevda yaksa yüreğimi babamın sesi gelir kulağıma ve seslenir bana Nazım'ın yüreğinden:
"Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da… Hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil, bütün iş Tahir’le Zühre olabilmekte, yani yürekte..."

BENDE KALAN 5
Şair ve şiir kaldı bende...Hem de ne kalmak... Yandaki sütunlarda beni etkileyen şairlerin, hayatıma yön veren şiirlerinden bir seçki var aslında...Bir de şair ve şiirin bendeki tadını anlatmaya çabalağım kendimce cümlelerim...


Şiir Tadında Olsun Hayat Bir Şairin Kelimelerinde

Bir şiir oku önce
hatta, bir daha oku sonra
biraz ara ver mesela bir kaç ay belki yıl
sonra bir daha oku
her seferinde ayrı bir tat kalır belleğinde

her okuyuşunda
becerebiliyorsan, kelimelere kelimeler ekle
kat hayatının içine
hayat şiir tadında güzel
bir şairin kelimelerinde

diyelim beceremiyorsun
o zaman oku sadece sen istemesende karışır şairin kelimeleri kelimelerine
sen de fark edersin zamanla
hayat şiir tadında güzeldir şairin kelimelerinde

________________________________________________


Yüreğimden geçenler bunlar oldu mimler geldiğinde… Biliyorum iç içe geçti…Beceremedim belki de mimleri ve hatta belki hakkını veremedim ama an durdu gene... Teşekkürler Nily ve Erdem Beyler… Keyifliydi çocukluğumun anılarında gezinmek… Çok ihtiyacım varmış üstelik mutlu anları hatırlamaya…

Şaşkın Kovam ikisi birden sana gelsin mimlerin…
Belki şifa getirirler sana…