Hastayım ya, evdeyim haliyle. Gün içinde ara ara televizyona bakıyorum, herhangi bir şey beni yorsun istemiyorum. Başlığa taşıdığım cümleyi duyuyorum, Amerikada yayınlanan bir programın fısıltı tonunda sesle söylenenleri. Yaşam koçu, kendisi ile ilgili olumsuzlayan cümleleri sıklıkla tekrarlayan seyircisine, tavsiye niteliğinde yaptığı kısa bir konuşmanın içinde kullanıyor bu cümleyi. Televizyonu kapatıyorum. Sessizlik ve düşünce...
Kendi yazılarıma baktığımda, hüznün ağırlıklı bir yeri olduğunu söylememe gerek yok değil mi? Bu blogu okuyorsanız zaten biliyorsunuz ve hatta belki artık eskisi kadar sıklıkla okumuyorsanız yüksek bir ihtimal ki, artık bu hüzün denizlerinde kulaç atmaktan siz bile yoruldunuz.
Nedenleri, niyeleri üzerine yapılan bir düşünme egzersizi, bana bunları yazmamın içimde biriktirmeden atmak isteği ile açıklanabileceğini ispatladı sanki. Peki ya mutluluklar, hiç mi yoklar, dökülmüyorlar mı yoksa kelimelere, başka bir nedeni olabilir mi onları yürek ardına saklamanın.
Gene bir düşünce egzersizi: Aklıma sırasızca gelen durumlar, cümleler, yazılar, anlar... Birkaçını sizinle de paylaşayım istedim.
Bir arkadaşım, yıllar önce, neden mutlu bir evliliğin olduğu halde, o mutluluğu ön plana çıkartmıyorsun dediğimde, kıskananların olumsuz enerjileri ile uğraşmak istemiyorum da ondan demişti.
Hemen hatırıma gelen bir başka şeyse şu aşağıda okuyacağınız satırlar oldu; içimin acısını kustuğum kelimeler, karamsardı, umutsuzdu ve belli ki okuyana da bulaşıyordu.
Sevgilim Evrenim,
Siteni tekrar canlandirdigina sevindim.
Her zaman yadirgamissimdir çogunlukla kotu anilarini okurlarinla paylasmani...Sanki hayatinda hiç guzel anilar yokmus gibi. Allahtan ben oyle olmadigini biliyorum
Gülen güzel gözlüm.
Senin hayranın.
Serbest bir çağrışım, çoklukla sizi, sorunun asıl kaynağına ulaştırır. Neden neden tekniği gibi... Problem çözme teknikleriyle yaklaşmayız gündelik yaşamda sorularımıza ve sorunlarımıza. Oysa, ve büyük bir olasılıkla bunu yapıyor olsak, çorbada tuz yok diye ayrılıkla sonuçlanan pek çok ilişki daha sağlam, mutlu ve huzurlu devam ediyor olurdu, kanımca tabi.
Bak, gördünüz mü, enfeksiyona yenik düştü düşünce sistemim, planlı bir yazı yazma isteğim, kendini akan düşüncelere teslim etti ve akıp gidiyor, artık plansızca. Yazmaya devam edeyim bakayım, yolumu nereye çıkaracak bu kelimeler. Siz de okumaya azmaderseniz belki buluşabiliriz bu yazımın sonunda.
Haşmet Babaoğlu, Babam Benim yazısında der ki; (2006 tarihli bir yazı, bir yazımda uzun bir alıntı yapmışım, ama bugün o yazının sadece bir bölümünü taşıyacağım buraya)
Bilelim ki... İnsanı anlamak annelerimizi sevip anlamakla başlar.
Hayatı anlamanın yolu ise babalarımızı sevip anlamaktan geçer.
Bilelim ki...Annelerimiz bizi gerçekten seviyorsa biz de kendimizi seviyoruzdur...
Babalarımız bizi bağrına basıyorsa biz de başkalarını korkmadan kucaklayabiliyoruzdur...
Çocuk yetiştirmenin, hele de mutlu bir birey yetiştirmenin, anne ve babanın omuzlarına yüklediği sorumluluk hep ürkütmüştür beni. Dozu hep ayarlamak zorunda olan anne ve baba, ah ne büyük bir çelişki, çok sevsen olmaz, sevgiyi az sunsan, gene olmaz. Peki ya o doz kaçtığında... O doz kaçtığında ortaya çıkan gedikleri, çocuğun erkenlikle başlayan farkındalıkları ve yaş ilerledikçe zamana, insan ilişkilerine, yaşama yansıyan kapatma telaşlarını; birazcık insan üzerine düşünen, gözlemleyen ve okuyan herkes görebilir aslında.
Bu konuda ahkam kesecek birikime sahip değilim, sadece kendimce hayatı gözlemlemeyi sevdiğimden, baktıklarımı gördüğümü düşünüyorum. Mutluluk üzerine neden daha az yazıyorumun cevaplarını ararken çıktığım yolculuğun duraklarında denk geldiğim ve yaşandığı anda beni mutlu etmiş, ama ben bunu dile getiremediğim için soru işareti kalmış olanlar varsa, içimden onlara teşekkür etmek istedim. İnanırım ki, insanlar artık birbirlerinden haber almasalar ve hatta hiç ama hiç gözleri değmese de artık birbirlerine, bir zaman diliminde, bir anı paylaşan yürekler, mutlaka hissederler birbirlerini. Ve ılıklaşır yürekleri, yürekten gelen bir teşekkürle, sevgiyle, özlemle...
Gene ne çok uzattım değil mi; ezcümle; gördüğünüz ve bildiğiniz üzere; sıklıkla umutsuz, karamsar ve acı kelimelerim. Sanırım bunu; "ben kendi hayatımı yaşıyorum, yazdığım hayatsa çoğunlukla içimde tutmak istemediklerim" cümlesi ile açıklayabilirim. Tabi bir de taşanlar var: Aşk... Bir meditasyon tekniğiydi sanırım, içimizdeki olumsuzlukları dışarı bırakıp, olumlu düşünceleri içeri almak. Yazmak benim için, açtığım bir pencere... Şimdi derin bir nefes; acılar dışarı; huzur, mutluluk ve aşk ise yüreğime... Taşarlarsa, elbet buluşur onlar da kelimelerimle...
Fotoğraf / Salvador Sabater
"Huzur, mutluluk ve aşk yüreğine..."
YanıtlaSilDilerim en kısa sürede buluşurlar, yüreğinden bize de yansır, seviniriz.
Ancak hüzün de olsa yazılarını okumayı seviyorum, iyi ki yazıyorsun.
Sevgilerimle...
mantık harika valla üstad :)
YanıtlaSiliçimde tutmak istemediklerimi yazıya döküyorum çıkartıyorum.
içerde mutluluk güzellik kalıyo.
şimdi benim bunu düşünmem gerek.
bilirsin ara sıra düşünüyorum böle kırk yılın başı.
çünkü senin mantığını kendime uyarlarsam tam aksi çıkıyo bende.
içerisi feci yani :))
bana çok acil serbest çağrışım lazım o halde.
baca temizliği.
dur sen.
Tekrar geçmiş olsun diyerek başlıyorum yorumuma ve en kısa zamanda iyi olduğun haberini duymayı umuyorum.
YanıtlaSilEvren ya, bi gün belirlesek, o gün bloglara kendimizle dalga geçen bol kahkahalı yazılar yazsak, hani o bizim ortak alana hiç değinmesek, yada belli bi süre bunu yapma kararı alıp uygulasak, fıkralar, karikatürker, türküler, oyunhavaları...
Bi başıma yapamam bilirsin, ne dersin?
hahahahaaa
YanıtlaSilsazannnnn :)))
kadınlar matinası diyosun...
herşey iyi güzel hoş da.
oyun havaları nası olucak bilemedim :)
barıştık demi?
evrennnn
sazan bana küstü bişe söle.
sık sık buluşuyorlar da aysema, taşan genellikle aşk oluyor :) teşekkür ederim, sevgiler benden sana...
YanıtlaSilama öyle absalom... yalnız senin düşünmen pek hayra alamet olmayabilir, bir dur istersen.
YanıtlaSilsen şimdi neler bulur çıkartırsın kimbilir o bacadan. hadi kolay gelsin...
sazanım, sağolasın da bünye rahatısz bir uzanıp yatamıyor ki rahat rahat. valla ben sıklıkla satır aralarında dalga geçiyorum kendimle ama pek gülen olmuyor anladığım kadarıyla. dur ben önce nelere gülüyordum bir hatırlayayım sana durumu bildiririm :)
YanıtlaSilsen kendine birşey desen de milleti kendine küstürmesen olma mı absalom...
YanıtlaSilEvren geçmişş olsun canım :)) bazı arkadaşlar söyledi hasta olduğunu :))
YanıtlaSilve insnalar hep şey sanıyor değil mi yazdıkların kadar içininde karardığını aslında karanlığı çinde tutamayanlarız biz ve yzıya döküyoruz içimizde gökkuşağına yeterli yeri sağlamak için ..
ve izninle absalommmmm yaww gittiğin her yere serseriliğide götürmesene yaaaa :)) delii
öpümüü ha haa sevorumm
sen okuma benim sıcak bir çorba yazımı, tabi duasın hasta olduğumu bazı! arkadaştan...
YanıtlaSiloysa içimiz de koca bir vadi yeşil, gözlerimizin rengi önemli mi bakıyor her dem mavi... ya yüreğimiz ateşim değil mi, nasıl da pembe, turuncu ya da kırmızı değil mi...
öperim ben de seni.
bana sataşma var söz hakkımı kullanıyorum yüksek müsadenizle;
YanıtlaSilateşşşşşş...
sen duyma üstadın çorba çorbaaaa diye haykırışlarını...
hastalığını sağdan soldan duydum de bide...
sonra bu masum masum hastalığı boyunca evrenin yanıbaşında olan garip oğlana laf at.
kınıyorum.
:)
ülen bi susun, yaramaz çocuklar gibisiniz. absalom sataşma çocuğa... çocuk sen de sataşma bakayım oğlana.
YanıtlaSilala ala...
bak uzanıyom dinlenmeye. ses çıkmaya. sessiz sessiz kum havusunda oynana. yoksa akşama almam size dondurma :)))
bir özlemi anlattığında insan;yazının sonunda ya azalır özlemi onun, içindekileri dışarı bırakmışcasına kelimeleri savurup kurtulmuşcasına ya da daha çok gömülür cümlelerdeki anlama ve daha da batar özlemin kuyusuna... ama hiçbir kelimeden sonra aynı kalamaz o yazının sonunda... yani bence:)) bu arada gerçekten de herşeyi anne babamızın gözlerinden tanıyoruz anlıyoruz ve yaşama dönüştürüyoruz. çok güzel bir paylaşımdı yine..
YanıtlaSilbazen azaltmak bazen çoğaltmaktır yazmak, bazen istediğin gibi olur sonunda bazen tam tersi ama senin de dediğin gibi, aynı kalmaz içindeki dışına çıkınca. teşekkür ederim elif.
YanıtlaSilşanslı çocuklarız diye düşünürüm ben böyle zamanlarda, dünyayı onların gözünden tanımak ve onların değerlerindne şekillendirmek yürekli insanlar yaptığı için bizleri...
sevgiler...
Bugün daha iyi misin?
YanıtlaSilİyi ol.
Mutlu ol.
Karamsar olma.
Ümidini yitirme...
(Kızım sana diyorum gelinim sen anla...)
daha iyiyim tijen sağolasın. hatta muffin bile yaptım. yazısı az sonraaaaa :)
YanıtlaSilbana göre, mutluluğun paylaşılması değil, acıların bölüşülmesidir insanı dostla tanıştıran sevgili Evrim.. Şu an sayfalarını okuyor oluşumun da nedeni bu.. Her gelişimde hüznünün birazını toplayıp gidiyorum!!
YanıtlaSilGeçmiş olsun canım.
önemli olan da bu değil mi hasret senfonileri,senin de dediğin gibi hüznün bir kısmını yüklenip gitmek, mutluluk varsa da orada durup çoğaltmak kendinden de bir parça ekleyip.
YanıtlaSilteşekkür ederim, bugün daha iyiyim. sevgiler...
geçmiş olsun Evrencim, yazıyı okuyunca benimde aklıma hemen hiç mi mutlu olduğum bir şey yok diye geçti, sanırım bu sıralar hiç yok.
YanıtlaSilbu arada cumaya dek iyileşmen lazım, becerip davetiyelerini göndericem inşallah :)
ben şimdiden iyileştim bile güzelim, bak davetiyem var diye bir de hava atıyorum millete ona göre :)
YanıtlaSilşu son yazıların pek özel diye yazmıyorum birşeyler. iyi davrna kendine demekten başka bir şey de gelmiyor elimden ne yazık ki...
özeller ama paylaşıp çıkar yol bulmak istiyorum o yüzden yazıyorum. canım burnumda. kargonun azizliğine uğradı davetiyelerin ama yarın elinde olur merak etme :)
YanıtlaSilsevgiler
canım sağolasın, dilerim çıkar yolu çabuk bulursun. cuma gideceksin ya ankaraya, iyi gelir orası sana.
YanıtlaSil