19 Şubat 2009

SEVGİYLE


hepinize teşekkür ediyorum... özellikle iz bırakanlara...


Şaşkın Kova dedi ki...
Biz de bekleriz açılana kadar. Yeter ki sen hep iyi ol.
Biliyorum ne kadar yürekten dediğini, yüreğimi hissedersin sen, bilmez miyim? iyi olacağım tabi... sen buradasın.. yanımdasın... bir nefes uzağımdasın iyi ki...


NoSTATIC dedi ki...
Öfkeli kalabalık olurum :(
Sen yeşil bir tırtılsın, napacaksın öfkeli kalabalık olup, sen büyü kelebek ol...

tutsak dedi ki...
Sevgi ile git ve gel... Güzel yazılarından fazla mahrum etme bizi,Sevgiler
Gelirim tabi, evim değil mi? Konuklarım gelsin de kapıda mı kalsın yani...

içimden geldiği gibi ~~~ dedi ki...
yaaaa..."birlikten kuvvet doğar" sözünün doğruluğuna gerçekten inandırdı bu olay...
beni de biliyor musun...

hayatınortasında dedi ki...
Kafa, kol yetmez..ayak darbelerimle zorlarım kapını :) hepten gitme ama yine gellll
Bazen hayatın kapılarını, kafa kol ayak ve bilumum darpe ile yıkmak istiyorum... artçı kuvvet olarak aklımdasın...

buraneros dedi ki...
Blogda şöyle demiştir, diyordur; eminim:)) Şimdi bir gölüm. Bir kadın eğiliyor üzerime,Erimimi arıyor gerçekte ne olduğunu anlamak için Sonra bu yalancılara dönüyor, mumlara veya aya. Sırtını görüyorum ve sadakatle yansıtıyorum sırtını. Gözyaşlarıyla ve bir el hareketiyle ödüllendiriyor beni. Önemliyim onun için. Geliyor, gidiyor. GELSİN... Dip not olarak dizelerin Slyvia Plath'a ait olduğunu belirtim. Gelsin sözü ektir yalnızca:))

Söyle o bloga, benden kurtuldu diye sevinmelere kalkmasın:) geleceğim tabi... mutlaka...söylersin di mi? söylersin... mi?

beenmaya dedi ki...
ben birşey demiyorum. en azından buradan...
Deneme gerek yok ki, sen bir boşluk bıraksan da yeter bana, o kadar doludur ki o haliyle bile...


Haşim Arıkan dedi ki...
Bence içindeki yangının tadını çıkar Evren. Neticede o da zamanı gelince elbet sönecektir. Kendine iyi bak. Sevgilerimle:))
Yangın bu sefer pek de tat bırakmadı ki, sabah ki gibi yansa tat çıkardı da öğleden sonra yangının seyri değişti...

özlem dedi ki...
15 gün çok uzun Evren. Çabuk sönsün o yangın:)
Ben de öyle diyorum, çabuk sönsün o yangın...

Nily dedi ki...
ben deliyimdir, çaldım..yine olsa yine yaparım.. iyi ol ve sevgiyle kal...
bilmez miyim, deli deliyi meselesini:) sen geldin ya ben iyiyim şimdi...

efsa dedi ki...
noldu yaaa bir yere mi gidiyorsun, aa sabah sabah okuyunca noldu dedim.
gitmiyorum, gidemem bu sefer... sadece iyi diyelim iyi olsun...

Bekriya dedi ki...
yangın her daim vardır da insan tutuştuğunu sonradan anlar. geçer tutuşmalar, kor olur merak etme. kapalı görünen her yere de aldanma aslında açıktır bir yerlerde :)
yangının her daim olduğu bir gerçek ama şiddeti farklı oluyor... geçip gitsin ne kül bıraksın ne yansın uzun süre...


carameLia dedi ki...

Cabuk dön.. mahrum etme bizi güzel yazılarından..

ben de çabuk dönmek istiyorum, sizlerden mahrum kalmamak için...


Bugünü Yaşama Arzu'su dedi ki...
yan kalbim yan külden adam olur san...yan kalbim yan kaçamazsın sevdadan... demişler... Yanmak en anlaşılır durumdur hayatta yeter ki kül olmadan, kül olursan da küllerinden doğarak gel:))

yanmak aşktansa güzel bir tek, keyfini çıkartmak da mümkün pek ala... ama... bir de aması var işte...

Cimbakuka dedi ki...
ister yağmur ol gel, ister güneş ol...ister yıldız ol gel, istersen ay ol gel...bir gün çıkıp gel. ister gündüz ol gel, istersen gece...istersen sonbaharda, istersen ilkbaharda...ister dalgalarla gel ister bulutlarla...istersen rüzgarla gel. bir gün çıkıp gel... ister hüzünlerinle gel...ister sevinçlerinle gel...gözyaşlarını bırakarak sevinçlerinle, isteğinle gel. ister umutlarınla ister hayallerinle gel...ister kalmak için istersen gitmek için gel...ister pazar günü, istersen her gün gel... ama bir gün çıkıp gel...her zaman gel...
o kadar biliyorum ki ne demek istediğini... o kadar biliyorsun ki nedenini... gelmemek olmazdı... geldim... şimdilik bir teşekkür etmeye... geleceğim daha güzelleri yazılsın ve okunsun diye...


beenmaya dedi ki...
ben olsam atlar gelirim valla burakın bu yorumundan sonra :)))

ben de geldim zaten, sadece burakın yorumuna değil, hepinizinkine, teşekkür etmeye...



________________________________

bazılarınızın bildiği özel bir durumdan dolayı yüreğim başka bir şeye yanarken... yalnız olmayı bir çözüm sanarken... canım babamın salı günü bir operasyon geçireceğini öğrendim bugün...

bir açıdan bakıldığında gününde kapatmışım kendimi...

bir şeyi fark etmemi sağladı güne kazıdıklarınız, yalnızlık benden çok uzaktaymış aslında... yüreğinizden dökülen kelimelerinizle anladım ki zaman ve mekan sadece bir yanılsama... insanın insanı anlaması için aynı an'ı paylaşması şart değil aynı mekanda.

ve aslında bir kere daha öğrendim ki,
çok yandım demeyeceksin hayatta, hayat seni daha fazla yakacak şeyler olduğunu hatırlatacak kadar acımasız çünkü günün sonunda...

iyi ki bıraktığım izleri takip edip geldiniz dünyama...


bir dünyam olduğunu ve bir dostun dediği gibi yazabildiğim ve okunduğum sürece sağlıklı olduğumu ve en önemlisi değerli olduğumu hissettirdiğiniz için çok teşekkür ederim.

dualarınızı eksik etmezsiniz biliyorum...

takip edilmediğinizden değil ki aksine belki de daha çok tutunacağım size, benden iz bulamayabilirsiniz bugünlerde... kusuruma bakmazsınız onu da biliyorum...


en kısa zamanda görüşmek dileğiyle... sevgiyle


__________________

Fotoğraf/ warm and sunny by Ursula I Abresch

KAPALIYIZ


BLOG YAZARININ İÇİNDE ÇIKAN YANGIN
KONTROL ALTINA ALINAMIYOR...

İTFAİYE YETKİLERİNİN YAPTIĞI İNCELEME SONUCUNDA ÇIKAN KARAR

15 GÜN BLOG KAPAMA OLARAK AÇIKLANDI.

HALK GALAYANA GELDİ

KAPILARI KIRARIZ
TAKINTILIYIZ
HEPİMİZ EVREN'İZ
BİZ DE YANDIK
PANKARTLARI AÇIYORLAR

İTFAİYE BAŞMÜDÜRÜ YAPTIĞI
BASIN AÇIKLAMASINDA
KİM Kİ KAPI ÇALAR AÇ AÇ DERSE
HALKIN
RUH SAĞLIĞI,
BLOG YAZARININ
YÜREK SAĞLIĞI
AÇISINDAN
KAPI ÇALANLARI KÖR ZİNDANLARA ATAR
KARALAR BAĞLAMALARINA GÖZ YUMARIM DEDİ

DEDİ VALLA

BEN ŞADİHİM

BLOG YAZARI
____________

BABAM BENİM


Ben hayatta en çok babamı sevdim.
Annem de bilir bunu.
Sorsalar;
"Anneni mi daha çok seviyorsun babanı mı?" diye,
Bir seçim yapamam ama, annem de bilir "babalar bi farklı sevilir"
Kırılır, üzülür belki içten içe ama bilir.
O yüzdendir “babanın kızısın sen” demesi.
Hatta ikimize birden kızınca,
“Bu kız da bütün kötü huylarını senden almış” deyip gülmesi.


***

Biz, kardeşim ve ben yani özgür yetiştik.
Kendi kararlarımızı kendimiz verdik.
Sorumluluklarımızı bildik.
Fikrimiz vardı, gerektiğinde söyledik.
Hiç baskı görmedik ama cezamızı da çektik.
Kızını dövmeyen dizini döver derler,
Babam belki bugünlerde daha da inanır oldu bu söze.
Dövmekten kastımız şiddet içermiyor elbette.
Aile kültürümüzdeki karşılığı şudur;
Bu kadar demokratik bu kadar saygılı bu kadar hoşgörülü olunmalı mı çocuklara karşı?

***

Ben başına buyruk bir çocuktum.
Zor bir kız çocuğuydum yani.
Ele avuca sığmaz durduğu yerde durmaz.
Sonradan öğrendim ben aslında ADHD idim.
Babamdan aldıklarımla annemin katkıları sayesinde hallice toparlamışım ama gene de arızayım arıza…
Vermeseydi onlar can bana, ben ben olmazdım di mi ama?

***

Hayat adamıdır benim babam.
Kolay değildir onunla yaşamak ama zevklidir.
Eğlenirsin.
Gülersin.
Hayatın sana sunduklarını seversin.
Çok şey öğrenirsin…
Gönlü öyle zengindir ki sanırsın dünya bu zenginlik üzerine kurulu.
Artık sen de inanırsın hayatta ki en büyük zenginliktir yüreğin, yüreğine sığdırabildiklerin.
En zor anlarda ile kaçmamayı, inandıklarına dört elle sarılmayı.
İnandıklarının peşinden gitmeyi, gitmeyi gitmeyi…
Ama gerektiğinde dönmeyi, kaldığın yerden devam etmeyi.
Haklı olduğunda bile durup bir kere daha düşünmeyi.
Oldu da kırıldıysa bir kalp şımarmayı gerekirse şımartmayı ama illa ki o kalbi tekrar yapıştırmayı.
Kızarmış ekmek varsa kahvaltıda tereyağlı ballı bir şölen gerektiğini.
Eğer yüreğin taşmışsa bir kere sevinçten de üzüntüden de ağlanabileceğini.
Okumayı, tartışmayı paylaşmayı.
Arasıra kafanı kaldırıp gökyüzüne bakmayı, denizi koklamayı.
Üzüm yemeği, taze cevizin lezzetini.
Film seyrederken uyuyup kalsan bile sonunu mutlaka seyretmeyi.
Denize diye yola çıkıp dağa ulaştığında, ulaştığın yerin keyfini çıkartmayı.
Balık yemeninin sağlıklı olduğunu, yanında içilen rakının keyfini.
Her şeyin bir nedeni olduğunu sonuca böyle ulaşılabileceğini.
Aklın bu işlere yaradığını.
Bir de sobanın el yaktığını öğrenmek için, her seferinde elini sobaya doğru uzatıp denememek gerektiğini.

***

Ama dedim ya zor bir çocuktum ben.
“Stubborn” kelimesini öğretirken annem bak dedi bu kelimeyi kesin unutmazsın
“stubborn = evren”
Ve ben bir kez daha dokundum sobaya...YÜREĞİM YANDI.


______________________

İlkyayın tarihi:19.06.2006

Fotoğraf / Innocents by Peter Paradise
Bu yazının iki sebebi var, babacım iyi ol ve yüreğim gene yandı.

18 Şubat 2009

GİTMEK



Çocukken ne zaman Tanrı ile ilgili bir sorgulamaya girişse aynı yolu denerdi. Gece uykuya dalmadan hemen önce yatağının kenarında diz çöker, öğretilen dualarını eder ve cümlesini “eğer varsan ve sana yürekten inanmamı istiyorsan, yarın bir arabam olsun uzaktan kumandalı” derdi. Uyanırdı, yüzünü bile yıkamadan sağa sola bakardı. Yatağının altına. Dolabının içine. Kendi odasından çıkar, evin bütün odalarını dolanırdı. Annesi hayırdır bir şeyi mi kaybettin dediğinde evet derdi yüksek sesle Tanrı’yı derdi içinden. Ne zaman bir kararsızlığa kapılsa sadece istek değişirdi, cümle hep aynı kalırdı.

Büyüdükçe diz çökmeyi, dua etmeyi ve Tanrı’yı unuttu.
Yaşadıkça, boyun eğmeyi, sövmeyi ve aşkı öğrendi.

Doktora gittiği günün sonunda, hastalığının çok ilerlediğini ve kaliteli yaşamak için sadece 4 ayı kaldığını öğrendi. Zaten yaklaşık 3 aydır yapılan tetkikler ve tedavilerden de biliyordu ki durum hiç de parlak değildi. Doktorundan ilk öğrendiği gün geldi aklına. Durumunuz demişti, ileri seviye tetkikleri yapmayı zorunlu kılıyor. Sıkıntılı bir süreçtir. Ama yapılmalıdır da… Doktorun ofisinden çıktığında güneşli havaya bakıp…


“Zaten bir tek böyle bir günde açardın sen” dedi ve “Kıçın olsa da kına yaksan” diye bağırdı sokağın ortasında.
Öfkeliydi hayata…

Hiçbir şey eskisi gibi olmadı o günden sonra. Hastane uğrak yeri, hemşireler, doktorlar ve hasta bakıcılar yarenlik ettikleri, ilaçlar tek içkisi olmuştu. Boyun eğmişti hastalığına, başka ne yapabilirdi ki…


Doktorla son görüşmesinden çıkalı neredeyse 3 saat oluyordu ve o hala, nereye gittiğin bilmez bir halde yollarda yürüyordu. Bir sokağın başına geldiğinde, nerede olduğunun ayrımına vardı. Hayattaki tek aşkını öptüğü sokağa gelmişti. Kapıda durdu. Durdu. Durdu.


Nice sonra, kapıdaki zillere bakabildi. Adını görünce zilde ve bir de soyadının aynı durduğunu fark edince, yüreği attı ince ince. Madem dedi son 4 ay. Madem aşktı o, hadi oğlum bas şu zile. Oğul kol harekete geçti, beyin babanın lafını dinleyip zile uzandı. Ana yürek bir çığlık attı ama oğul onu duymadı.

Kapı duvar, kapı duvar dedi… Parmağı hala zildeydi. Basamaklara oturdu. Bekledi. Akşam oldu. Sabah oldu. Akşam oldu. Sabah oldu. O hep bekledi.


Bir kadın önüne 5 demir para attı. Başka bir adam sigara uzattı. Bir çocuk gofretinin yarısını uzattı. Bir kedi geldi, yanına uzandı. Bir kadın geldi bir kazak getirdi. Bakkal amca bir kutu getirdi soğuktan donmasın diye etrafını çevreledi. Aylar geçti. Basamakta uyudu, basamakta yaşadı. Basamakta ağladı. Ama bekledi. Yağmurlar yağdı, karlar hatta. O bekledi. Tutunduğu tek dal aşkı gelmedi. Bakkalın bıraktığı bir gün önceki gazeteleri aldı eline. Tarihine baktı. 3 ay 29 gün geçmiş dedi. Yarın son gün. Ayağa kalktı, üstünü başını düzeltti.

Diz çöktü olduğu yere. Dua etti, Tanrı’yı gördü… Tanrı gülüyordu...
“Okuduğun dünkü gazeteydi” dedi Tanrı.
Adam Tanrı’ya baktı.
“Madem vardın, neden onu bana getirmedin.”
Tanrı gülümsedi...
“Seni ona götürmeye geldim” dedi.
____________________________

TUHAF DURUMLAR/İSYANKAR BİR BAKIŞ - Vol.7

bir yakar kaldı içimde senden geriye
gittiğinden beri, sabah kör, karanlık ürkütücü

senin kahkahan değil mi bu sokaklardan gelen
sen değil miydin tenime dokun deyince, yakar diyen

korktun da mı gittin
korkuttular mı seni daha önce

hangisi sensin söylesene
ben karıştım iyice
_____________________________________________________
Sen gidince tuhaf bir boşluk kaldı geride, serzenişim sana değil karışmışlığıma

SABAH KÖR, KARANLIK ÜRKÜTÜCÜ



Daha az önce seviştik seninle… Tenime dokunmaya korkan sen, seviştiğin diğer tüm düş kadınlar gibi aldattın sadece, kendini benimle ve beni senle… Sözlerinin arkasına sığınıp, kahkahalarını da yanına alarak, şöyle bir dönüp baktın “iş”in bitince... Bari şimdi dokun dedim. Yakar diyebildin sessizce, kalkıp gittin yanımdan. Gitttiğinden beri sabahın kör karanlığı ürkütücü…
Sen karışırken düş kadınlarla düş adamların arasına, gün ağırıyor inceden. Kahkahaların aydınlatıyor kentin gri sokaklarını... Sabahın ilk ışıklarıyla rakı masalarına meze yaptığın, dostlarınla attığın her kahkaha daha bir güçlü asılıyor düş insanlarının kulaklarına… Uzun süre gitmiyor, kalıyor orada, zamanla yüreğe iniyor hatta… Her kahkahan, ayrı bir bıçak saplıyor her bir düş kadınına ve güç veriyor düş erkeğine… Sen kahkaha atıyorsun. Kadınlardan bir damla kan geliyor, erkeklerden bir damla öz, karşılığında...

Neydik sahi biz? Düş gecelerinin, düş anlarında sevişen, düş-engellileri miydik seninle? Engelli, bir şey eksikse söylenir ya insana, ama her engellide fazladan bir şey vardır olmayanın yerine. Bizde ten yoktu biliyorduk ama can da mı yoktu be sevgili… Bendeki engel onur, sendeki yürek miydi ya da… Son sevişmemizden bu yana, sabah kör, karanlık ürkütücü… Bende fazladan bir pişmanlık, sende rakı masasına bir meze… Kaldı, kalacak… Ne ürkütücü…
____________________________________

16 Şubat 2009

SIRRIN YÜKÜ ÖFKE


Günler, ne beklediğimi bilmeden, ne yapacağını bilmeden öylesine geçip gidiyordu.
İki hayatım vardı. Biri yalnızca içimde, kimsenin haberi yok. Sanki kendi kendimin sırdaşı gibiydim. Sanki o bir başkası gibi oturup kendimle konuşuyordum.
Bazen ona akıl veriyor, bazen vazgeçip ne isterse yapmasını söylüyordum.
Bu delilik miydi? Yok canım. Ben her şeyin farkındaydım aslında. Tabii onu istiyordum. Hem de inanılmayacak kadar çok. Kimseyi istemediğim kadar çok.
(*)


________________________________________________


Farkında mısın kimseye anlatmadığın sırrının sende yarattığı garip hallerin. İşe gitmiyormuşsun kaç gündür. Geçenlerde bir adam gelmiş çocuğunu kayda, dinlememişsin bile adamı. Kafan öyle dalgınmış… Ondan önceki hafta sonu arkadaşlarınla gittiğin piknik ne oldu öyle. Herkes gülüp eğlenirken sen bir köşede oturmuşsun sus pus. Fark edilmiyor sanıyorsun. Hayatla bağlarını koparmaya bir ince ip kaldı. O da koparsa ne olacak. Ne olacak söylesene. Hemen ağlamaya başlama. Sevmiyorum bu hallerini. Ağlak, mutsuz, öfkeli… Sen misin bu söylesene. Senin bedenin mi bu taşıdığın… Bırakılmış, terk edilmiş köyler gibisin. Yıkılıyor binaların, çatın rüzgarda uçmuş ve temelin su alıyor. Sıvaların dökülmüş yer yer. Çürüyorsun anlasana. Kalk ayağa, kalk da bir bak kendine. Sen kendini sevmezsen, kim sever ki seni. Sen bakmazsan, sulamazsan bir çiçeği filizlenir mi söylesene. Esrik bir gülümseme suratında her daim, kim inanır söylediklerine. İki kelime söyleyecek oluyorsun, ağzında geveliyorsun anlaşılmıyor üstelik. Öfkelisin ya bir anda bir yıldız kayıyor gülmeye başlıyorsun. Deli diyorlar sana arkandan en canlı kahkalarını hayata savurarak. Dönüp bakıyorsun, görürler mi sanıyorsun. Ruhun bile güzelliğini yitirdi bu günlerde. Karşı komşum Fatma Teyze bile şikayete gitmiş muhtara… Evi kokuyor, ölü var bunun evinde diye. Kaç gün oldu üstündekileri çıkartmayalı. Kaç gün oldu gün yüzüne çıkmayalı. Saklanarak, kaçarak kaç gün daha geçecek böyle söylesene. Ona mı bütün bunlar, gidişine mi, onun umurunda mısın sanki?

Ama benim umurumdasın… Her gün, her Allah’ın günü geliyorum sana. Çalıyorum kapını. Açmıyorsun. Arada bir gürültünü duyuyorum, açacaksın sanıyorum açmıyorsun. Kapını kırdırmak zorunda kaldım sonunda. Delirmek üzereyiz farkında mısın? Sen son ip kopunca delirmiş olacaksın, ben sen delirince…

İkimize de yapma bunu güzelim.
Canımmm...
Ne olur kalk ayağa.
Tut elimi.
Bir yerden başlamak gerek hayata,
at içinden şu sırrı,
nefes al, sadece tek bir nefes, inan gerisi gelecek…


___________________________________

(*) Kürşat Başar - Başucumda Müzik - 126.sf.

ALDATMA(K)

İlk Söz


  • yalnızlık bir mim başlatmış...
  • Tek kuralı var aslında; yalnızlığın başladığı ilk paragrafı kendi yazdığınız son paragrafla buluşturmak.


    ________________________________________




"Her şey bir anda olmuştu; ağzından kelimeler nasıl döküldü anlamadı bile adam… Kadın onu aldatmıştı… Biliyordu adam aldatıldığını yıllardır, ama söylemiyordu… Kadın, aldatmış olduğu, yüzüne bir tokat çarpan adama baktı… Yıllardır biliyordu adam aldatıldığını ama neden şimdi söylemişti…"

Adam kısık sesiyle sadece “neden ?” diye bildi ve kadın anlatmaya başladı…

Her şey ilk kez uçağa bindiğinde oldu aslında. Eve gittim senden sonra ağlaya ağlaya… Köprüyü geçerken tek düşündüğüm; bir sonraki gelişinde artık sana anlatmak zorunda olduğumdu… Nerden başlamam gerektiğini bilmiyordum, hangi kelimelerle kurulursa doğru olur cümleler çıkar ağzımdan kavrayamıyordum. Bildiğim tek şey, bir sonraki gelişinde bilmen gerektiğiydi.

Eve geldim, kapıyı açtım. Oradaydı işte beni bekliyordu sabırla ona dönmemi, sığınmamı aslında. Görmezden geldim önceleri inan, çok çaba harcadım. Senin varlığında bile karşımda duruşuna kızıyordum. En zor günlerimde yanımdaydı vefasızlık edemezdim. Ne zaman çalsa kapımı buyur ederdim her seferinde. Anahtar yaptırdım en sonunda ona bir tane. Ne zaman istese, ne zaman istesem gelirdi işte. Buluşmalarımız her seferinde mutlu geçmezdi elbette, ağladığım oldu, ağlattığım, çok güldüğüm, oturup film seyrederdik, aklıma gelirdin bazen filmin ortasında, gene de sarılırdım ben ona. Bir keresinde duştaydık onunla sen geldin eve. Nasıl korktum nasıl utandım bir bilsen. Telefonunu unutmuştun. Alıp çıktın hemen. Çıkarken yanında olmak isterdim akşama dediğinde ağladım sadece. Nasıl bir oh çektim o gün derinden. Böyle öğren istemedim. Bu değildi bilmeni istediğim.

Bazı sabahlar onunla uyanırdım ben güne. Sen öper koklardın ama o sanki benim sol yanımda. Öyle geceler oldu ki sevişmelerimizde bile yanımda hissederdim. Gözümden akan yaşları mutluluktan sanırdın hep öyle gecelerde. Nasıl söylerdim o zaman sana, söylesene…

Ama içimde dayanılmaz bir boğulma hissi var bugünlerde. Bir yandan o sıkıştırıyor beni bir yanda senin düşünceli bakışların. Biliyorum söylemem lazımdı. Ama yapamadım anla işte.

O gün sen uçağa bindiğinde söylemek istedim sana, cümleye de başladım birkaç sefer ama gelmedi sonraki kelimeler.

Biliyorum sen de çok uzun zamandır biliyorsun, görüyorsun zaman zaman ona kaçışlarımı, dalıp gitmelerimi fark ediyorsun. Gözlerin aldatılmışlığını bana bildiğini anlatıyor her seferinde. Bazen bir çığlık, bazen çok uzaktan geçen bir gemi oluyor bakışlarım, sen biliyordun değil mi?

Biliyordum… Ama sen söyle istedim… Bir yalnızlığı büyüttüğünü sevgimizin ve beni yıllarca o yalnızlıkla aldattığını. Gülerken, severken, sevişirken aslında hiç yanımda, tenimde, hücremde olmadığını sen söyle istedim. Ben söylersem tokat gibi çarpardı yüzüne. Kıyamazdım ben sana…
________________________________________
Son Söz
  • Bazı mimleri çok seviyorum, yazmak bir keyif oluyor. Bu da tam bana göre dediğim mimlerden biriydi. Aklına geldiğim için teşekkürler yalnızlık.
  • Ben düşündüm en çok kimin kelimeleri yakışırdı böyle bir mime diye benim ilklerim zaten mimlenmişti. Aralarında LA DOLCE VITA, LA PARAGAS ve TAZE KIRILMIŞLIKLAR yoktu. İsterlerse yazmak okurum ben keyifle...
  • Fotoğraf tabi ki 1x.comdan alındı.

15 Şubat 2009

ÖDÜL BAHANE

Caramelia ödüllendirmiş beni sağ olsun.
Mahcup etti.
İlham perim olmuşluğu vardır kendisinin... Örtü yazımın çıkış noktasıdır caramelianın sözleri... Bir kez daha teşekkür ederim yüreğine caramelia...

Yeni mim gereği benim de bu ödülü 7’ye bölmem ve her bir parçasını sevdiğim bir bloga dağıtmam gerekiyormuş. İzlediğim birkaç blogda görmüştüm ve ister istemez düşünmüştüm ben kimlere verirdim bu ödülü diye… Keyifle okuduklarım 50’yi aştığına göre kendimi bulduklarıma dağıtmalıydım ödülü. Ama çok zorlandım… Kaybolduklarım arasından seçim yapmadan, hepsinin isimlerini ansam olmaz mı?

Şiddeti sevmediğimden ısrarla tavsiye ederim, içlerinden en az biri size de iyi gelecektir. Benim içinse; kaybolmak us denizlerinde, ağlamak yürek gözlerinde ve tekrar kendimi bulmak güzel sözlerinde ayrı bir keyiftir…

ALT KAT, komşum gibi geldi ilk gidişimde, şimdi ne zaman istesem sıcak çikolatamı alıp gidiyorum yanına…
AYDAN ATLAYAN KEDİ , öyle güzel ki sözleri bir kedinin yumuşaklığı, parlaklığı var onda, şimdi ne zaman bir huzur arasam yanında buluyorum kendimi…tam buldum sanıyorum kaçıveriyor kedi...
CEHENNEM GÜNCESİ, Araf’ta kalmak değildi niyetim, eğer varsa seçim hakkım ben cehennemi seçerim dedim, ne zaman Araf’ta kalsam çalarım kapısını…Açar mı derseniz bana açar, hıh sizi bilemem...
CİMBAKUKA , vefa arıyorsam bu hayatta bir de adam gibi adamlık ben ona giderim, bakmayın siz çelimsiz duruşuna, hayat duruşu sapa sağlamdır aslında…uzaktan çok uzaktan bir laf atar sarsılırsınız şöyle bir bakarsınız etrafınıza, kendinize gelmişsinizdir sevinirsiniz....
HAYATIN ORTASINDA , duru bir su güzelliğine ihtiyaç duyarım bazen atarım kendimi hayatın ortasına, o oradadır mutlaka duru, yalın, içten…su gibidir ama iz bırakır derinden...
HAYATTAN VE MASALLARDAN BİRAZ , biraz canım sıkılsa mesela ya da ne bileyim meraklansam ara ara, yolum hep çıkar hayata, hayat bir masal olur, masal bir hayat orada…
İNANDIĞIM MASALLAR, çocukluğumun masalları mutlu sonla biterdi… Şimdi masallarımın sonunda hep bir soru var. cevabı olmayan… Böyle zamanlar inandığım birkaç masal okur bulurum cevabımı…
KIRMIZI GÜN/LÜK , geçmişimden bir hediye paketi gibiydi bulduğumda, geleceğimde olmasını istediğim, iyi ki varsın dediğinde sen de öyle diyebildiğim… Sahiplenmek konusundaki tavrı sadece günlüğüne karşıdır diyenler onu tanıdıkça ne kadar yanıldıklarını anlayacak derim, ha bir de son olarak kendisine elma derim…
KUTUP ZENCİSİ, ne zaman zıtlıklara kafam ermese takılsam kalsam hayatta, kutup zencisi gelir aklıma düşerim yollara…
LA DOLCE VİTA, akıl oyunlarını oynarken bana, aklını, yüreğini, bir de kırmızı şarabı al gel derim, gelir… ben de ona giderim, öyledir işte dolce vita… Gel-gitlerinizin içinde boğulmadan ayakta kalmak istiyorsanız yolunuz mutlaka la dolce vitadan geçsin derim…
LA PARAGAS , iz bırakanlarına isim takanları çok gördüm de, Üzerine Dondurma Konmuş Vişneli Ekmek Tatlısı Kadın'a yazanına pek rastlamamıştım daha… hayatı bu kadar akıcı, bu kadar keyifli kılan birini arıyorsanız la paragas size istediklerinizi sunar mutlaka…
RUH ÖKÜZÜ, ismi çekti ne yalan söyleyeyim, sonrası mı… tanıdığım öküzlere benzemediğini fark ettim…
RUH-U MÜDAFAA, yeşil bildik bir tırtıl gibi gözükse de, kökünden söküldüğünde çığlık atan bir çiçek isteyecek kadar farklıdır o…
ŞAŞKIN KOVANIN SEYİR DEFTERİ, ömrümün seyir defterinin yaklaşık son 20 yılını birlikte yazdığım, yaşanmışlarımın tek şahidi, satır aralarımda kaybolmadan yürüyen candan öte dostum, salaklıklar tarihini kaleme aldığımızda yer yerinden oynayacak biliyorum… sen hep vardın iyi ki iyi ki hiç bırakmadın beni...
YALNIZLIK OKULU, hayatı sorgular buldum ben onu, şimdi ne zaman hayat başıma bela olsa yalnızlığa sığınıyorum aslında… sımsıcak yüreğiyle güleç yüzlü bir dost o… bakmayın siz onun düşünür hallerine fena halde komiktir de…
Zamansız zamanlar da... çıktı karşıma, en çok sormak istediğim içimde kalan sorularıma cevaplarıyla... Sorulamayan sorulara cevaplar arayanlara birebirdir zamansız zamanlarda…
Bi de yorumlarında kaybolduğum var - mka - taze bir kırılmışlık var bugünlerde üzerinde, iyileşsin bak neler yazacak kaybolmalara, sancılara ve yanlış anlaşılmalara inat...
_________________________________________
Hepiniz ödülsünüz bu hayata...
Sevgiyle...
_________________________________________

ÇOCUKTUM UFACIKTIM


Hadi saklama arkana
Biliyorum o çiçekler bana
Bak söz verdim işte sana
Günümü mü anlatayım sana
Şaşırdın sen galiba
Şimdi durup dururken ne alaka
Peki peki ağlama


Bir çocuk gördüm bugün sokakta ustası ölmüş ağlamakta
Şaşkın arap kızı buna rağmen sadece camdan bakmakta
Portakal soydum koydum kardeşimin başucuna
Kırmızı balığın yemini verdim aynı anda

Bugün de aklımın oyunlarında kaybettim kendimi
Döndüm çocukluğuma
Seke seke giderken doktorculuk oynamaya
Yaktı bir top canımı çok fena

O gün bugün sevmem ben hayatın oyunlarını
Ne yağ satarım ne bal sokaklarda
Yağmurlar yağsa da üzerime
Yalanlar söylemeyeceğim hayata
Kaçmayacağım bir daha söz veriyorum sana
Hadi ver çiçeklerimi bana
_______

KİMDE KİM?

İLK SÖZ
  • Bu yazı 1992 yılının Kasım'ında ele alındı. Orjinali kayboldu. Geçen hafta şaşkınım kutuları arasında dolaşırken bulmuş getirmiş bana, kendi el yazısı ile tarihine ve dip notlarına kadar koplayanmış sarı kağıt üzerine yeşil kalemle özenle yazılmış ve saklanmış bir halde getirdi bana. Teşekkür ederim dostum.
  • Yazın yolcuğumda ara ara, o zaman yazdıklarımı hatırlamaya çalışıp tekrar kaleme almaya çabaladığım çok oldu, aynı tadı hiç bulamayıp vazgeçtim tabi.
  • Bazı yazılar yazılır sadece, yürek hisseder el yazar, bu da öyleydi düne kadar. Şu anda tam da içinde bulunduğumuz duruma uygun hale gelmesi için 17 yıl kadar beklemesi gerekirmiş ve hiç umulmayan bir zamanda sana ulaştırılması.
    Bu yazı sahibine mektuptur aslında, geçmişte yazılan geleceğe ışık tutan, zamanda kaybolması bir tesadüfse, yaşanan; kaderdir, hayatın oyunudur ve kazanı yoktur.

_________________________________

Sana yazmalıyım, evet sana bir öykü yazıyormuşçasına yazmalıyım. Sen seversin öykülerimi, okursun, eleştirisin, karakterlerimi tartışırsın. Zaten bunun dışında da benimle pek konuşmazsın. Bense bizi konuşmak istiyorum. Neden başladık nereye geldik, ne yöne gidiyoruz, giderken daha ne kadar sürükleneceğiz. Ve en önemlisi nereye varacağız? Konu bu durumda ilişkimiz olmalı. Karakterler de sen ve ben. Yoksa konu öncelikle sende ben, bende sen mi olmalı. Aslında bu başka bir bakış açısıyla ilişkimizi anlatmak olmayacak mı? Ben ikinci yolu seçiyor ve sana kendimi ve seni, seni ve beni ayrı ayrı uzun uzun anlatıyorum. Sana bir öykü yazıyorum.



KİMDE KİM?



Sevdiği adam’la konuşmak istediği, paylaşmayı düşlediği o kadar çok konu var ki; kadın dayanamayıp bir kez daha fırladı odasından. İşte yine oturmuş şöminenin karşısına, onun yazdıklarını belki kırkıncı kez okuyor, sonra sorulmak üzere küçük notlar alıyor ve arada sönmeye yüz tutmuş ateşe odun atıyordu. Kadın’ı fark edince, “Canım bir dakika vaktin var mı?” dedi ve gülümsedi. Bu “canım” öykü ile ilgili konuşulacaksa seçilen soğuk bir seslenişti, her seferinde canını acıtan. Kadın başını evet anlamında hafifçe eğip dinlemeye koyuldu adam’ı. Adam gene fark etmemişti kadın’ın kırılganlığını ve devam etti soğuk bir canla konuşmasına.



“Güzel… gel şöyle yanıma otur da, -Gülün Bana- yazısında çelişkiye düştüğün yerlerini göstereyim bir de yarattığın geceleri gözlerini içi su dolu bardağa bırakan yaşlı kadın karakterinde vurgulamak istediğim birkaç nokta var. Hep söylüyorum bunlar sadece dikkat çekmek için sana, ilk ben okuyorum ya, okuyucu gözüyle algılamaları aktarıyorum sana. Hep dediğim gibi öyküler senin istersen tek bir virgülüne bile dokunma”.



Kadın adamın soğukluğundan, cansızlığından o denli üşümüştü ki, ister istemez şöminenin yanınsa gidip bir kedi gibi adamın ayakucundaki mindere – başını da adamın dizine yaslayarak – rahatça oturdu. Tek istediği eski günlerdeki gibi adamın saçlarını okşaması ve tüm sıcaklığın ikisi arasında bir kıvılcım oluşturmasıydı. Ne çok zaman geçmişti son kıvılcımdan bu yana… Bunları düşünürken adamın tekrar konuşmaya başladığını anlamayacak kadar dalgındı. Nasıl böyle bir adama dönüştün diye sordu düşüncelerine… Adam “ Efendim canım” deyince, yüksek sesle düşündüğünü fark edip asıl kızması gerekenin kendisimi yoksa karşısındaki mi bilmeden özür dilemek istercesine tekrar eğdi başını adamın dizine. Hep boyun eğiyordu adama, tanıştıkları ilk günden beri.



Ayağa kalktı hızla, odadan çıkarken “Yeter… Bir daha asla” dedi ve adam’ın yanından ayrıldı, odanın kapısını hızla çarptı. Adam sustu. Yalnızlığına dönmek, kendine konuşmak onu daha mutlu eder olmuştu. Adam’ın sesi ile bir kez daha irkildi. Kendisi ile ilgilenildiğini düşünerek daha mutlu oldu. Saçını düzletti, aceleyle yüzüne renk gelsin diye ruj bile sürdü. Kapıyı açtı. “Bana mı seslendin?" “ Ne o yazdıklarını eleştirmeme katlanamıyor musun? Çekilmez bir kadın oldun, olgunlaşacağına giderek çocuklaşıyorsun, garipleşiyorsun. Burası çok sıcak oldu, arka odanın kapısını da açıver bir zahmet. Lütfen.”

İnanamıyordu kadın adam’ın kalbinin nasır bağlamasına. Kırık kalbini bakarak döndü odasına, camı açtı, kalbini aldı eline. Bir yusufçuk olup uçuşunu seyretti ardından yaşlı gözlerle, derin bir nefes aldı. Gidenin ardında bakarken yapılabilecek tek şeyin onları anlatan bir olduğuna karar verip yazmaya başladı aklınca, sözüm ona bir öykü yazıyormuşcasına.



KİMDE KİM?



Sana kendimi ve seni, seni ve beni ayrı ayrı uzun uzun anlatmalıyım. Ben bir insanım önce.



Bende ben, çalışan, okuyan, yazan, düşünen, paylaşmayı seven, yalnızlığı kendi seçtiği zamanlarda mutluluk diye tanımlayan, zaman zaman katı kurallı, zaman zaman onursuzca seven, kadın olmanın sınırlarını zorlayan, arzuları istemleri, eksikleri, doyumsuzlukları, tatminkarsızlıkları olan, kısacası; yaşamı kendi içinde arzuya dönüştüren kadıninsan.



Bende sen, birçocuk adam. Hani bir şiirin var senin, benim çok sevdiğim ama bir türlü ezberleyemediğim, benden önce yazılsa da bana her seferinde bana diye okuduğum; gün ışırmışçasına parlayan sabahken birden solup karanlığa gömülen geceyi andıran çocuğu anlatan” Bende sen sevgilim işte öylesine çocuksun. Çalışan, okuyan, dinlemeyi bilmeyen, acıları paylaşmayı onursuzluk, içi boş canımlarla sevgi yaydığını sanan, bazen korkup susan, bazen anı bozmamak için uzun uzun düşünen, düşündüğünü söylerken haklı olduğunu bile bile gene de sen bilirsinli cümleler kuran, yaşamın gerektirdiği güzellikleri görmezden gelen bir erkekinsan.



Sende sen, bir erkeksin. Bir insandan önce güçlü, erişilmez, aydın bir insansın ama bir kadar erkek. Sende sen “Sevdalı Bulut” a öykünürsün. Yaşamadan seyrettiğin o güzelim oyun bile ulaşamadı sana. O gece sen yoktun orada. Kabuğun seyretti oyunu. Kalbiyle, oyun gücüyle, Nazım’ın eliyle sevgi sunan Genco bile yanaşamadı senin acıdan kıvranan zamanla seni insansızlaştıran insanlığına...

Yaşamak paylaşmaktır, kavramaktır, hissetmektir, sevmektir diyen sen değilmişçesine neden gidersin hep tersine. Anlasana çocuğum bunlarsız boşuna öykünmektesin “Sevdalı Bulut”a, dön artık sendeki sana. Yaratmaya çabaladığın erkek çok ol öleli, gör artık bu gerçeği. Sen dönmelisin hayata, paylaşmalısın içinden kopanları, söylemelisin yüreğinden geçenleri bunlara hasret kulaklara ve öpmelisin eskisi gibi hayat kokan dudaklarınla. Aslında sende sen çocuğum bunların en iyisini bilensin...



Sende ben, ben de sen henüz yerini buladı. Eğer buraya kadar okumuşsan ve benimle konuşma paylaşma isteği doğmamışsa yüreğine ve hala gözlerimden gözlerine bir yaş damlayıp seni seviyorumlarla taşırmamışsa yüreğini; sende ben, yaşamı yaşama arzusuna dönüştürmek isteyip de ölümü hissettiren senin kadınınmışım sadece.
_________________________________


SON SÖZ

  • Unutma zaman 10 ila 19 yaş arasında önemlidir de, yirmisinden sonra hükümsüzdür.
  • Bugün bir el tutarsa elini ve susup sadece bakarsa gözlerine, bekle, yüreğim ulaşıyordur o sırada sana, sabırla bekle geleceğim yanına.
  • Ve iyi bak o tırnaklarına hayata tutunmak için onlara ihtiyacın olacak kaçıncı kez söylüyorum sana.
    Bir de kendine ve hayata iyi bak.
    Canım sen bana lazımsın ikinci paragraftaki gibi söyleniyor sana her defasında.