02 Mart 2009

GÜNE UYANDIM



ÖNCESİ... Kadın bütün gece düşündü… Sesin yüzünü görmeye çalıştı. Gözünü kapattı, açtı, beyninin kıvrımlarında dolaştı… Sesin yüzü yoktu. Kafası karışmıştı. Nasıl bu kadar tanıdık bir ses, nasıl bu kadar görünmez bir yüz olabilir diye düşündü.

Sabah ezanını dinledi. Severdi. 5 vakit okunan ezan içinde en çok sabah ezanını severdi. Ezan okuyan bir arkadaşı, makamı farklıdır belki ondan dedi. Anlamazdı öyle makam falan... Dinlerdi ve severdi.

O sabah tam da ezan bittiğinde telefonuna bir mesaj düştü.

Hazırlan hadi... Zaten bütün gece uyumadın. Ilık bir duş al iyi gelir tenine…
Kadın gülümsedi. Yatağından kalktı. Ilık duşunu aldı. Bir faydası olur belki sesin yüzünü görmeye diye, gözlerini kapadı. Olmadı.

Duştan çıktı.
Üzerine giyeceklerini dün geceden hazırlamıştı.
Koyu renk bir kot… Geçmişi düşündü…
Beyaz t-shirt… Geleceğe gülümsedi…
Siyah spor bir ceket… Kalkandı en olumsuz an'a…
Siyah postallar… Yürüyüp gitmek içindi…
Siyahtan griye renk geçişli fular… Tutkuyla sarmak için…

Saçına baktı son bir kez. Aynadaki gözler kendine ait gibi gelmedi. İçindeki heyecanı aradı gözlerinde, mutluluk için bakındı sağa sola… Yok yok onun değildi bu gözler, sanki bir şey eksikti.

Oysa gün pazardı. Yarın'a sadece bir an kalmıştı.
Dudaklarına baktı aynada, bir şey söyler gibi bir halleri vardı. Düşünürken ne söylemek istiyorlar acaba diye… Telefonuna bir mesaj geldi…

Düşünme! Gözlerin de dudakların da bulacak anlamını yakında. Heyecan da gelecek o zaman, mutluluk da…

Kadın gülümsedi. “Neden” dedi “sesin yüzü yok bende” soru işareti koymadan cümlesini bitirdi.

Kahve için sözleştikleri yer Gönül Kahvesi ’ydi…
Özellikle bu olsun istemişti adam…

Erken gitmişti 20 dakika kadar. Kalabalığın içinde bir yer buldu oturdu. Etrafına bakındı, kendi gibi tek başına 3-4 kişi daha vardı. Ya tanımazsa beni ya da ben onu diye düşündü. Günün gazetesini aldı eline. Garsona bir kahve siparişi verdi. Ayıp olur mu acaba diye düşündü. Düşüncesi düşmeden akla, mesaj geldi telefonuna…

Olmaz canım... Sen iç kahveni… Bir de unutmadan; tanırım ben seni…:)

Kadın gülümsedi. Nasıl biliyor bütün cevapları diye düşündü. Delirdiğine kanaat getirecekti bir adam çıkıp gelmezse… Her şeyi kafasında yaratan şizofrenik bir durum muydu yoksa… Anlık bir sanrı… Ya mesajlar, peki ya o telefon konuşmaları... Hepsini kendi uydurmuş olabilir miydi? “Daha neler…” dedi. Kahvesinden bir yudum aldı.


Kafasını kaldırdı bir an, içinde bir tel koptu sandı, dönüp kapıya baktı. Adam gecikmişti. Kahvesinden bir yudum daha aldı. Bir tel daha koptu. Dönüp baktı gayri ihtiyari... Bir adam girdi içeri… Gülümsedi… Adam kadına yaklaştı. Elinde bir paket vardı. Bir de en sevdiği çiçek...Tekti, özeldi ve adam biliyordu. Sahi nerden biliyorsun dedi içinden...

Adam yanağından öptü kadını, geciktim bir bahanem yok dedi. Çiçeği verdi sadece. Ceketini çıkarttı. Elindeki paket altta kalacak şekilde yandaki sandalyeye bıraktı. Kadın, sandalyeye verdi dikkatini.

“Merak etme o da senin” dedi adam.
Sustular, baktılar, anlattılar…

Kadın, dinledi adamın son yıllardaki bütün hikayesini. Adamın buğulu sesi kulaklarında asılı kaldı kadının. Kadın anlattı hikayesini… Kadının gülüşleri asılı kaldı yüreğinde adamın... Öyle tanıdık geliyordu ki adam kadına… Buğulu ses...Kadının kendi gülüşündeki tını... Dinledikçe sevdi adamı… Sevdikçe, ses yüzünü buluyordu… Kadın “sen” diye bildi ve devamını getiremedi…

“Evet” dedi adam… “Evet, ben o emanetçiyim…”

Güleç yüzlü iki dost gibiydiler, gün geceye karışırken kalktılar o kahveden. Kadın “bana gidelim” dedi. Adam sessizliği ile onayladı.

Eve geldiler. Kadın bir çilingir sofrası hazırladı adetleri olduğu üzere… Sustular bütün gece… Kadın o pakette ne var acaba diye geçirdi aklından sessizlikten de sessizce...

“Merak etme dedim ya o da senin. Vakti var sadece…”

Şöminenin ateşi geçmek üzereydi. Masayı toparladı kadın… Yardım etti adam. Mutfaktayken baktı kadın adama bir kez daha...

“Nasıl olur diye düşünme boşuna, oldu işte, en son gidişinden sonra öyle avucumda gülüşünü bırakınca ve ben ertesi güne o gülüşle uyanınca, kendime geldim. Saçı sakalı kestirip bir de ceketi giyince üstüme, adama benzedim.”

Öyle dolu dolu bir kahkaha attı ki… Kadın da eşlik etti adama. Susmadılar uzun bir süre. Adamın cümlesi miydi onları bu kadar gülümseten… Bilmediler... Bildiler mi yoksa...

Kal bu gece, dedi sessiz… Kalamam, dedi sesli
Sarılsan, dedi sessiz… Gidemem o zaman senden, ölürüm an'dan sonra ben dedi sesli
Sadece, dedi sessiz… Sadece, dedi sesli

Soyundular ne varsa odanın kapısında…
Kadın geçmişi bıraktı yerde
Adam geleceğini…

Çırıl çıplak uzandılar yatağa… Titriyordu bedenleri, değişime korktukları belli... Adamın isyankar sesi vurdu duvara... Kadının ağlamaklı sesi kaldı halıda. Çocuk çığlıkları yükseldi yatağın iki ucundaki komidinde... Adam baktı içine, kadının sesini aldı kaldırdı halıdan, koydu yüreğine. Çocuk çığlıklarını topladı komidinin üstünden, öptü alınlarından, onları da ekledi yüreğine... Sesi duvara çarpıp geri yumuşacık dönünce, yüreğindeki ağırlık damarlara baskı yapmaya başlamadan hemen önce;

“Hadi dön sırtını bana. Çek bacaklarını karnına doğru” dedi adam… Sarıldı kadına sımsıkı, içene çekti kokusunu… Öptü bir kelebeği öper gibi usulca. Kadın anladı, yaşananlar bir sanrı değildi, bir an'dı. Donsun istedi zaman. Dursun, yarın olmasın bir daha...

Kadın “iyi ki burdasın” dedi sessizce...

Adam “iyi ki kaldım” diye karşılık verdi aynı sessizlikle...

...
...
...


Gün ağarmak üzereydi.
Adam kalktı yataktan...

Gidiyor musun dedi kadın sessizce... Evet dedi adam sesli...

Sarıldın dedi kadın... An'dı dedi adam.

Sustu kadın.

Sustu adam.


Mesajlar diyebildi kadın sadece... Gülümsemendi dedi adam...

Telefon konuşmaları... Onlar da gözyaşların...

Peki ÇÖZÜMÜM diye isyan etti kadın
Yüreğince, yüreğinden geçtiğince İNSAN OLMAK dedi adam...


Adam giyindi, tam çıkıyordu ki, kadın ellerini uzattı, adam kadına baktı, kadın adama… Kadının elinde yüreği vardı. Adam aldı yüreğini kadının. Kapadı avuçlarını sıkıca. Camı açtı kadın sabah ayazında. Adam öptü, korudu kadının yüreğini bu sırada... Kadın çekti içine hayatı yeniden, hücreleri üşüdü ama olsundu... Hayattı bu hissedilen... Adam camı kapattı önce, sonra yüreğini verdi kadına geri. Bir de yanında getirdiği sandukayı bıraktı komidinin üzerine...

“Bu sanduka” dedi, yüreğindeki ağırlık baskı yapıyordu damarlarına...Zor konuşuyordu ve duruyordu ayakta. “senin…....... Sen dört yıl önce ilk kez bana geldiğinde… Ben Sen-dim........ Gözyaşlarını bırakıp gittin bana. Gözyaşlarını dinledim 4 yıl boyunca. Biterler bir gün dedim. Anlatacakları elbet biter an gelir........ 20 gün kadar önce bana geldiğinde ve gülüşünü bıraktığında, sustular, bir an'da..... Bir daha hiç çıkmadı sesleri..... Gülüşün başladı anlatmaya olup biteni…...... Seni öyle derinden hissediyordu ki gülüşün, dayanamadım. Geçen sabah, mesaj attım onun dilinden sana......... Gülümsemeni gördüğüm an, işte o an, karar verdim bendeki emanetlerini geri vermeye. Gülüşü olmazsa yarınları olmaz dedim. Gözyaşların da kutuda; artık mutluluktan aksınlar diye onları da geri veriyorum sana…”

Kapattı kapıyı başka bir şey demeden adam. Kadın elinde sanduka öylece kaldı bir an’da. Dışarıya baktı. Gün ağarıyordu. Yağmurlu bir sabahtı. Banyoya gitti. Sandukayı açtı. Kendine baktı. Gözyaşlarını eline aldı. Gözbebeğine koydu usulca. Gülüşünü aldı ve yerleştirdi suratının ortasına. Saçlarını düzeltti. Kendine gülümsedi. "Sevdim" dedi. Yanağına bir damla düştü, telefonuna bir mesaj...

Ne kadar yakışıyor gözündeki gülümseme sana bir bilsen… Kendini benim gözümde görebilsen… Sen beni görsen… Sen beni… SenBen
...
...
...

___________________________

01 Mart 2009

GÜNE UYANDIM (MI) - DİPNOT


Sevgili Okuyucu,

Biliyorum günü bekledin, heyecanla, sabırsızlıkla...

Ama gün yeni başladı, an yaşanmadan anlatılmaz.

Üstelik uyanmak gereken bir yarın var, oysa bugün daha pazar...

Yarın bu saatlerde an yaşanmış olur, gün yarına dönmüş...

İzninizle hazırlanmam gerek önce an'a, sonra yarınlara...

Görüşmek üzere,

Sevgiyle...

28 Şubat 2009

GÜNE UYANDIM (MI) - 3



ÖNCESİ... Kadın iki gecedir huzura dalıyordu.. Kafasındaki fluluk olmasa sesin yüzüne, kafası karışık bile sayılmazdı. O sabah uyandığında ki her zamankinden erken kalkmıştı. Bir kağıt kalem aldı eline... Sesin yüzünü resmetmeye çalıştı. Olmuyordu... Ses vardı ama yüz yoktu. Kafası karışsın istemiyordu. Düşünmemeye çalıştı. Derken sabah ezanı okunmaya başladı. Dikkatle dinledi. Severdi. 5 vakit okunan ezan içinde en çok sabah ezanını severdi. Ezan okuyan bir başka arkadaşından öğrenmişti, sadece makamı değil, sözü de farklıydı. Belki o nedenle seviyordu. Anlamazdı öyle makamdan, sözden falan... Dinlerdi ve severdi.

O sabah tam da ezan bittiğinde...

Telefonuna mesaj düşmedi...

Uzun süre bekledi telefonu elinde...

Gün ağarınca yataktan kalktı. Duşa girdi. Kahvaltısını hazırladı. Cumartesi cumartesi ne yapacağım ki dedi. Pazara gitmek aklına geldi. Telefonuna baktı. Hiç mesaj gelmemişti. Canı sıkılır gibi oldu. Ne aptalım diye düşündüğü sırada, telefonuna mesaj geldi...

Neden olumsuz düşünüyorsun hemen, sen de beni özle diye yapıyor olamaz mıyım? Sen de beni düşün... hımmm? Evet eveti beni düşünerek bir yemek yap mesela... Pazara gitsene sahi. Beni düşünerek bir yemek yapmak keyif vermez mi sana...

Okudu...Gülümsedi...Pazara gitmek dedi. Ne komik diye düşündü. Pazar...

Çok değil 2-3 dakika sonra çaldı telefonu. Karşısındaki ses, keyifliydi. O da keyiflendi. Neden keyifli olduklarını bilmiyorlardı. Yoksa biliyorlar mıydı? Keyfi kaçıran kadının sorusu oldu... "Neden?" diye sorarak, an'ı bozdu. Adam "Neden olmasın..." dedi, gülümseyerek...

Sabah sabah olanları anlattı adam. Kadın dinledi. "Benim sorunum" dedi kadın, devam edemedi. Kendi açıklarını kendi kelimeleri ile ifade etmek istemedi.

Adam güldü: "Kendinsin" dedi.

"Nasıl" dedi kadın...
"Bardağın tamamı dolu olsun istiyorsun" dedi adam.
"Nesi yanlış" dedi, yumuşak ve belirsiz bir ses tonuyla.

"Bir damla eklenince taşıyorsun" dedi adam. "Aslında itiraf etmek gerekirse, bu yönün çekiyor seni bana. Sürekli sınırda yaşaman..."

"Bilmem" dedi kadın. "Zorladığım doğru hayatı. Özellikle de duygusal anlamda."

Adam gülümsedi... "Tanıdık geliyorsun bana" dedi..
Kadın "Farkındayım" dedi. "Dinlersin ve seversin ya..."

"Nedeni vardır aslında...Nedeni aramak lazım...Belki..."

Adam sustu... Kadın sustu...

"Nedeni varsa" dedi adam, "mutlaka çıkar karşına..., ama bazen nedeni yoktur, aramamak gerekir, zamanı gelmiştir mesela, tam da o yüzdendir...ama o bile bir nedendir, yani zamanı gelme meselesi..."

Kadın sessiz kaldı. Şaşırıyordu kadın, adamın kafasındaki her soruya cevap bulmasına. Kadın sormuyordu ama adam cevap veriyordu.

Adam sustu...
Kadın sustu...

Adam "bardak her zaman dolu olmak zorunda değil unutma, sadece içindeki eksikleri tamamlamak gerek. Doldurmasalar da bardağı, boşluğu anlamsızlaştırırlar" dedi.

Kapattı telefonu adam. Mutfak camından dışarıya baktı kadın. Gün telaşına kavuşmuştu. Güneşli bir gündü ama gene de ayaz vardı dışarıda. "Pazara gitmek lazım" dedi. Dolabı bomboştu. Aklı gidip gelmeye başladı. Boş, pazar, eksik, bardak, dolu, iç, tamamlamak, zaman, sorunda, değil... Kelimeler tek tek saldırıyordu sanki beynine. Kafası karışmıştı gene. Ne oluyor diye sordu, sonuna soru işareti eklemeden. İçini bir sıkıntı kapladı, pencereden bakarken kalabalığa karıştı... Yaşadıkları bir sanrı mıydı?

Telefonuna bir mesaj düştü...

Bak senin düşündüğünü Atilla İlhan yazmış daha önce
"olmaz, gerçek olamaz bu yaşadığımız, ya sanrı ya sanrıya çok yakın bir şey..."
Bir kadın için en huzurlu an, sevdiği erkeğin kollarının onu sarmasıdır. O an sanrı değildir yaşanan... Olmadığını göreceksin...

_________________________ Devam Etti....



Fotoğraf / by Plosz Zoltán



.

27 Şubat 2009

GÜNE UYANDIM (MI) - 2



ÖNCESİ... Kadın beş saate yakın uyumuştu günler sonra... Kafasındaki karışıklık netleşiyordu giderek. "Yarın olma ihtimalı var" inanırsam dedi. Sabah ezanını dinledi. Severdi. 5 vakit okunan ezan içinde en çok sabah ezanını severdi. Ezan okuyan bir arkadaşı, makamı farklıdır belki ondan dedi. Anlamazdı öyle makam falan... Dinlerdi ve severdi.

O sabah tam da ezan bittiğinde telefonuna bir mesaj düştü.


Neden erkenden uyandın sen bakımmm :)

Okudu...Gülümsedi...Pazar olmasını bekliyorum dedi içinden.


Çok değil 2-3 dakika sonra çaldı telefonu. Karşısındaki sessizdi.O da sessiz kaldı. Neden sessiz kaldıklarını bilmiyorlardı. Yoksa biliyorlar mıydı? Sessizliği bozan kadın oldu.

"Nereden biliyorsun, uyandığımı..."

Sabah sabah olanları anlattı adam. Kadın dinledi. "Senin sorunun" dedi kadın, devam edemedi. Tanımıyordu ki adamı doğru düzgün.

Adam güldü: "Sensin" dedi.


"Olmaz" dedi kadın, "ben senin sorunun olursam olmaz."

"Ben de çözümün olurum senin" dedi adam.

"ÇÖZÜMÜM" - evet yüksek sesle ve büyük harflerle söylemişti - "çok soru var kafamda, çözümü olmayan" dedi. Yumuşak ve belirsiz bir ses tonuyla.

"Biliyor musun" dedi adam. "Bu yönün çekiyor seni bana. En huzurlu sabahlara uyandığında bile, hayata soru sorman..."


"Bilmem" dedi kadın. Çok mu soru soruyorum hayata diye geçirdi içinden, cümlesinin sonuna soru işareti eklemeden.

Kadın dedi ki; "Pazar günü geldiğinde..." gene devamını getiremedi kadın...

Adam içinden ağladı kadının suskunluğuna...

"yaşım değil mi" dedi, adam, "ya büyümediysem yeteri kadar diye düşündün"

Kadın "hayır dedi, senden uzaktayken, ben hiç seni düşünmedim. Pazar günü geldiğinde tanır mıyım diye endişelendim"

Adam gülümsedi... Sabah ezanını anlattı kadına. Nasıl sevdiğini..."Tanıdık geldi mi" diye sordu.

Kadın "evet" dedi.

"Ben de tanıdık gelirim merak etme" dedi. "Tıpkı sabah ezanı gibi" dedi. "Dinlersin ve seversin. Nedeni yoktur aslında...Neden arama...Bunca zaman sonra neden diye soranlara da zamanı gelmiştir de ondandır de, kendine de bunu de bu arada"

Kadın sessiz kaldı. Şaşırıyordu kadın, adamın kafasındaki her soruya cevap bulmasına. Kadın sormuyordu ama adam cevap veriyordu.

Adam sustu...

Kadın sustu...

Kadın "pazarı bekliyorum" dedi...

Kapattı telefonu. Dışarıya baktı. Gün ağırıyordu. Güneşli bir sabahtı ama gene de ayaz vardı dışarıda. "Pazara ne kaldı ki..." dedi. Yataktan gülümseyerek kalktı. Camın önünde durdu. Dışarıyı seyretti. Eli camın koluna gitti, öylece bekledi. Telefonuna bir mesaj düştü...


Aferin sana... Yüreğini üşütme artık sabah ayazlarında. Pazara az kaldı. Gözlerimi de düşünmeyi kes artık. Hep hayranlıkla gülümseyecekler sana. Kafandaki sorularını not alıyorum bir kağıda, pazar gecesi çok vaktimiz olacak cevaplarını bulmaya. Her bir cevap bir çözüm olacak yarınlara...


____________________________________ Devam Etti...

Fotoğraf / Dream & Fantasy by Thomas Ljungberg

26 Şubat 2009

GÜNE UYANDIM (MI)



Kadın hiç uyumamıştı... Kafası çok karışıktı. Neden yarın olmuyor diye düşündü. Sabah ezanını dinledi. Severdi. 5 vakit okunan ezan içinde en çok sabah ezanını severdi. Ezan okuyan bir arkadaşı, makamı farklıdır belki ondan dedi. Anlamazdı öyle makam falan... Dinlerdi ve severdi.


O sabah tam da ezan bittiğinde telefonuna bir mesaj düştü.

Neden uyumuyorsun sen bu saatte...

Okudu...Gülümsedi...Yarın olmasını bekliyorum dedi içinden.

Çok değil 2-3 dakika sonra çaldı telefonu. Karşısındaki kahkahalar atıyordu. O da attı. Neden kahkaha attıklarını bilmiyorlardı. Yoksa biliyorlar mıydı? Sessizlik oldu, önce adam bozdu sessizliği...

"Nasıl da biliyordum dedi uyumadığını..." Sahi nerden biliyordu uyumadığını...

Sabah sabah olanları anlattı kadın. Adam dinledi. "Senin sorunun" dedi, "kızıyorsun aptal insanlara sen. Bırak onlar da aptallıkları ile yaşasınlar bu hayatta..."

"Olmaz" dedi kadın, "vicdanım rahat etmez sonra."

"Amma önemsiyorsun sen şu vicdan meselesini bu hayatta."

"Önemserim, İNSAN OLMAK" - evet yüksek sesle ve büyük harflerle söylemişti - "vicdanla ilgilidir benim için" dedi. Sert ve kesin bir ses tonuyla.

"Biliyor musun" dedi adam. "Bu yönünü seviyorum senin. En güzel sabahlara uyandığında bile, hayatta uğraşmanı."

"Biliyorum" dedi kadın.

Adam dedi ki; "seni özledim. Pazar günü seni görmeye geleceğim bir saatliğine olsa da elimde pastam, doğumgünümü kutlayacağız..."

Kadın şaşırdı adamın süprizine. "Kaç yaşına basıyorsun ki sen" dedi, adam "27" dedi. "Ne zaman büyüdün sen o kadar" dedi kadın.

Adam "senden uzaktayken, seni düşünürken" dedi.

Kadın gülümsedi... Sabah ezanını anlatı adama. Nasıl sevdiğini...

Adam "seversin tabi" dedi... "Düşünsene huşu ile uyanıyorsun güne. En güzel ses ile öpülerek uyanmak gibi."

Kadın ne kadar uzun zaman oldu dedi içinden güne böyle başlamayalı.

Adam "pazarı bekle" dedi... "Pazartesi yarın olacak ve sen güne huşu ile uyanmış olacaksın. Şimdi uyu..."

Kapattı telefonu başka bir şey demeden. Kadın elinde telefon öylece kaldı. Dışarıya baktı. Gün ağırıyordu. Yağmurlu bir sabahtı. Pazara ne kaldı ki dedi. Yataktan gülümseyerek kalktı. Camı açtı. Soğuk nemli havayı içine çekti. Ürperdi... Telefonuna bir mesaj düştü...

Camı kapat üşürsün. Sabah ayazı insanın yüreğine dokunur... Pazara az kaldı. Ben gelince açarız camı, yüreğini bana verirsin. Ben korurken onu, sen sabahı çekersin içine; yarınlara umut olsun diye.


Devam Edecek... _________________________________ Devam Etti...

Fotoğraf / Birthdaygirl by Charlotte Hammer

25 Şubat 2009

PESİMİST OLMAK - Vol.2


  • Sen neden iç karartıcı şeyler yazıyorsun...

  • Yüzü bu kadar gülen insanın kaleminden nasıl dökülüyor hep acı, keder, üzüntü...

  • Güneş doğmaz mı senin yüreğine...

  • Aşık oluyorsun acı yazıyorsun, seviniyorsun acı yazıyorsun. İçimiz karardı...

Bu aralar aldığım bütün mailler ve eleştiriler bu minvalde...


Gelmeyin üstüme, arkadaşlar, dostlar, bloggerlar...

Komik bir kadınım ben aslında, valla, ciddi söylüyorum, bak hakkaten ya...

Sorun eşe dosta...

Mesela 11.12.2008 tarihinde yayımladığım şu komik yazımı okuyun bir kere...
(bu arada yazının aslını uçurmayı başardım, teknoloji insanıyım, kabul edin.)

Adına bakıp yanıltmasın sizi, bir mutluluk anında yazılmış olması muhtemel izler taşıyor aslında... Valla, ciddi söylüyorum, bak hakkaten ya...



_________________________________________




Yaşadım ya ben şu yaşa kadar pes valla

Tam da 30.5(*) oldum

Fark ettim

İyi yaşadım ben bu yaşa kadar aslında...



*******

Pesimistsin dedi bir arkadaşım bana.
Peksimet gibi birşey mi dedim ona.


Baktı yüzüme

Evet dedi pek simitsin hatta...


Nasıl yani?


Susamlı mıyım
Yuvarlak mı

Yoksa yanmış mı bir yanım hayatta
Pişmemiş miyim aslında

Nasıl yani ya...

Nasıl bir simidim ben aslında.
Mesela çayın yanında iyi gider miyim
Susamım mı dokunur bir başkasına
Kalanım çöpe mi gider
Yoksa bayatlasa da ısıtırız dursun kalanı falan gibimiyim ben aslında.

OF NASIL BİR SİMİDİM BEN YA


Bugün komiğim ben aslında.

Başlarken daha hayata istenmemişim ya.
Sonra da bunu kılıf bulup dikmişim ya üstüme o zamandan beridir olmaz benim işim.
5 kuruş ver yaptırama 10 kuruş ver beni oradan geri alama.

Düşünceler dağınık kafamda.

Beynimin kıvrımlarında gözünü kırpışın.
Benim bunu üzerime alışım
Sana akıp olsam alaşım
Olur mu dersin seninle benden homojen bir karışım.

Sen de komiksin aslında
Bu yüzden hala gülümsüyorum sana...
Senin aklında kalışıma

BU KADAR MI OLUR KES KEL ALAKA


______________________________

(*) 30.5 ile ilgili durum şudur: beni yeni tanıyanlar bir türlü inanmazlar 36 bitti 7'ye gidiyorum demelerime....Hemfikir oldukları nokta maksimum 30 gösterdiğim yönündedir. Ben de dalga geçerim her seferinde bari 30.5 diyeyim diye...

YARIN OLDU SANDIM



Dün gece kötü bir gece geçirdim… İçimde ne varsa kustum…
Dün gece içimdeki son damlaya kadar ağladım hıçkıra hıçkıra…


Sabah telefonun sesine uyanınca dün geceki telefondaki sesi hatırladım…

"Yarın konuşuruz... uyu hadi... " Kaç yarın geçti diye düşündüm…Telefondaki sesi dinlemediğimi fark ettim. "Neden hı hı diyip duruyorsun uyanmadın mı uyamadın mı" dedi. "Kafan karışık senin." "Kafam karışık yarın konuşuruz" dedim. Kapattım telefonu. Duşa girdim. Yapılacaklar listesini gözden geçirdim. Telefonumu yanıma alsaydım keşke dedim. Ararsa bulamazsa, üzülür dedim. Yarın demişti, yarın oldu dedim. Duştan çıktım. Telefona baktım. Aramamış…

Sonra öğrendim başka bir arkadaşımızı aramış. Olsun dedim belki onun benden daha çok ihtiyacı vardı aranmaya. Odaya girdim, maske taktım, çıkarttım bu uymadı dedim. Başka bir maske taktım. Yola çıktım. Yolda giderken yol bitmiş fark etmedim. Kafam karışık benim…

Arabayı yanlış yere park ettim. Telefonuma baktım. Çalmamış. Çalmış aslında ama benim istediğim tonda değil. Yarın olmadı mı acaba dedim. Yoldan geçen birine sordum. "Yarın oldu mu" dedim. "Yok olmadı" dedi. Yarın olacak dedi. Güldüm. Kafası karıştı yoldan geçenin.

Ofise geldim. Ofis telefonumdan da aranmamışım. Ne şaşkınsın dedim. Senin ofis telefonunu bilmiyor ki, nasıl arasın seni. Maillerime baktım. Orada da yarın olmamış dedim. Asistanıma sordum. Senin maillerinde benim aradığım mail olabilir mi dedim. Karışmıştır belki sana. Yok dedi karışmış bir suratla.

Annem aradı o sırada, neden böyle oldun sen dedi. Nasıl dedim. Rüyamda gördüm dedi, içinde muz olmayan portakal suyu gibiydin dedi. Anne saçmalama dedim. Karıştın galiba sen, portakal suyunun içinde muz olmaz ki zaten.


Akşam oluyordu belki de güneş tekrar doğuyordu. Anlamıyordum. Yarın bir türlü olmuyordu. Hep yarına kalıyordu. Bekledim. Karışmışlığım yarına geçer belki dedim.

Yarın oldu sandım sabah telefonun sesine uyandım. Dün geceyi düşündüm.
Dün gece kötü bir gece geçirdim… İçimde ne varsa kustum…
Dün gece içimdeki son damlaya kadar ağladım hıçkıra hıçkıra…



Günler geçti...

...

...

...


Aramadın. Yarın olmayacak diye düşünmeye başladım.
Bir tası doldurdum sıcak suyla. Giyindim en güzel maskemi. Bir de saten geceliğimi. Bileklerimi kestim özenle. Uzattım bileklerimi sıcak suyun içine. Bir kan damladı halının üzerine. Bir tanesi de saten geceliğimin üzerine. Hiç üzerinde durmadım.
Bugün böyle dedim.
Yarın temizlerim.

Uyumuşum olduğum yerde...
Zaman geçti bir süre...
Yarın oldu sandım…
Uyanamayınca anladım.

...

...

...

___________

24 Şubat 2009

İÇİÇE GEÇMİŞ(M)İM…


Biri La Dolce Vita’dan geldi: çocukluk anılarım… Diğeri Yalnızlık Okulu’ndan: hayatıma yön veren şair…
İçiçe geçmişim düşünürken; neyi nasıl yazayım diye... Nasılsam öyle yazdım...Zormuş seçmek hem anıları hem de şairi... Bir yerden başlayınca gerisi geldi, hem anıları bulmak hem de şairi anmak için fazla zorlamak gerekmedi...

ANI 1
4 ya da 5 yaşlarındaydım… Annem kağıt 5 lira verdi. Bakkaldan leblebi tozu alacaktım Apartmanın önünde adını hatırlayamadığım bir kız arkadaşım da vardı. Beraberce bakkala gittik. Ben leblebi tozunu aldım ama onun parası olmadığı için bakkal amca ona leblebi tozu vermedi. Ben de bıraktım aldığım leblebi tozunu ve çıktık dışarı. Parası olmadığı için leblebi tozu alamayan arkadaşım mutsuz olmuştu. Baktım elimdeki kağıt paraya ve onu ortadan ikiye böldüm. Yarısı onda yarısı bende kağıt 5 lira ile girdik tekrar bakkala; bakkal amca o kadar çok güldü ki, o gün ikimize de leblebi tozu verdi, hatırlıyorum…

BENDE KALAN 1
Ne zaman birinin bir şeye ihtiyacı olsa ve mutsuz olsa ona sahip olmadığı için, hala, yarısını, tamamını, üzerimdekini çıkartıp verme huyum vardır.

ANI 2
6 yaşımın yazını yaşıyorum… Balkonda sallanıyorum salıncağımla, bir öne bir geriye… Apartmanımızın hemen önünde kurulan pazarı seyrediyorum. Bütün mahallede bir şenlik havası… Karşıdaki yumurtacıdan feryat figan bir ses… “Gelirsem oraya…” “Annene şikayet edeceğim seni…” Hiççççç üstüme alınmıyorum ama adam basbayağı bana bağırıyor işte… Yan balkona bir bakıyorum, bizim komşunun ufaklık bir elinde sapan bir elinde taş yumurtaları hedef alıyor… Hemen ayağa kalkıyorum ve sesimin son tonunda “Ne bağırıyorsun küçücük çocuğa bir hata yapmış işte, öğretsene bir daha tekrarlamasın” diyorum, hatırlıyorum….

BENDE KALAN 2
Ne zaman bir hata yapılsa ki – hatırlatırım Kalite Koordinatörü olarak çalışıyorum - hala, hatanın sonuçlarını anlatmak ve tekrarını önleyecek çözümleri üretmek gibi bir huyum vardır, terzi kendi söküğünü dikemez özdeyişi tam da bu "kalan-2" de yer bulur bende…

ANI 3
7 yaşımdayım, ilkokulda… İki şeye çok bozuluyorum tam da bu yaşta… 7 aylık doğmuş, 9 aylıkken yürümüş, 1 yaşında konuşmaya başlamış, 4 yaşında yazmayı sökmüş, 6 yaşında okumayı yaşam biçimi bellemiş olan ben, sınıf arkadaşlarımın düz çizgi, yatay çizgi, çubuk çizememesine sinir oluyorum. Öyle ki sonunda sınıfta bir okuma ağacı yapılıyor ben ve Levent ağacın en tepesindeki elmalar olarak yerimizi alıyoruz. Sınıf arkadaşlarımıza çizgi çizmeyi öğretiyoruz. Kendimi adıyorum ben bu meseleye, görev ediniyorum bir anlamda… Sonra da bir gün; bayrağı alıyorum elime “Okuma yazma böyle öğrenilmez diyorum, Cumhuriyet gazetesi lazım, ben oradan öğrendim bu işleri” diye bitiriyorum cümlemi, hatırlıyorum…

Diğer bozulduğum mesele ki bu hayattaki duruşumun 7 yaşındaki farkındalık yansımasıdır geleceğe… Bu sınıftaki herkesin abartmıyorum ben ve cem hariç herkesin bir ablası-abisi var... Dersler bitiyor, okuldan çıkıyoruz ve ağabeyler ve ablalar kardeşlerini alıyorlar ve evlerine gidiyorlar… Ben ağlayarak gidiyorum eve: “Yalnız öleceğim bennnnnnnnnnnnnnnnnnnnn” diye, hatırlıyorum…

BENDE KALAN 3
Lider olmayı severim ama bir ekibin değerini de bilirim… Şimdi ne zaman bir karşı duruş sergilesem, elimde dayanaklarım ve önerilerim mutlaka olur. Öğrenmeyi, öğretmeyi severim, kendimin ve yanımdakinin gelişiminin buna bağlı olduğunu düşünürüm. Evet düşünürüm, okurum ve anlarım, anlamadığımda sorarım.

Annem ağlamalarıma dayanamayıp kardeş yapmaya karar verdiğinde, bir CISV (Children International Vocation Camp) için ilkokul çocuklarını Almanya’ya götürecekti. Sordu, ne istersin dedi, kırmızı bisiklet ve bir de erkek kardeş… İkisi de geldi… Şimdi kardeşim çokkkkkk uzaklarda olsa da, yaş farkımızdan dolayı birlikte büyüme şansımız olmasa da varlığı yetiyor bana… Bir keresinde büyüdün artık “evren de” bana demiştim. Tek ablamsın ve ablamsın demişti… Sen de benim canımsın… Biliyorum sen varsın ve ben o zamandan beri yalnız değilim, ağlamıyorum...

ANI 4
Gene ilkokuldayım, 8 yaş ve artık ablayım… Erkek çocuklar bahçede birdirbir oynuyor. Ben de oynamak istiyorum ama “sen kızsın” deyip oynatmıyorlar. Sonra bir iddiaya girişiyoruz “atlarsın atlayamazsın” diye… Atlarsam diyorum futbolda oynayacaksınız benimle… Tamam diyorlar… Biri eğiliyor… Ben uzaktan koşarak geliyorum, tam atlayacağım, eğilmiş olan erkek çocuğu, kendi yüksekliğini artırıyor… Çok fena burnumun üzerine düşüyorum, canım yanıyor, hatırlıyorum…

BENDE KALAN 4
O zamandan beri güvenmem erkeklere… Ve yapmak istersem bir şeyi ve inanıyorsam yapacağıma, yaparım canımın yanma pahasına… Bir de futbol oynarım erkek çocuklarıyla...

ANI 5
İşte tam da burada çok sevdiğim şair geliyor çocukluk anıma… Hayatıma yön veren, şairi ve şiiri sevmemi sağlayan… 8 bilemedin 9 yaşındayım... Yani küçücük bir çocuğum ilk duyduğumda mısralarını. Pazar mıydı ayrımına varamam ama babamla parktaydık. Güneşli bir gündü. Babam gökyüzüne baktı. "Bugün pazar. Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar" dedi. İçime işledi. Ne zaman bir sevda yaksa yüreğimi babamın sesi gelir kulağıma ve seslenir bana Nazım'ın yüreğinden:
"Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da… Hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil, bütün iş Tahir’le Zühre olabilmekte, yani yürekte..."

BENDE KALAN 5
Şair ve şiir kaldı bende...Hem de ne kalmak... Yandaki sütunlarda beni etkileyen şairlerin, hayatıma yön veren şiirlerinden bir seçki var aslında...Bir de şair ve şiirin bendeki tadını anlatmaya çabalağım kendimce cümlelerim...


Şiir Tadında Olsun Hayat Bir Şairin Kelimelerinde

Bir şiir oku önce
hatta, bir daha oku sonra
biraz ara ver mesela bir kaç ay belki yıl
sonra bir daha oku
her seferinde ayrı bir tat kalır belleğinde

her okuyuşunda
becerebiliyorsan, kelimelere kelimeler ekle
kat hayatının içine
hayat şiir tadında güzel
bir şairin kelimelerinde

diyelim beceremiyorsun
o zaman oku sadece sen istemesende karışır şairin kelimeleri kelimelerine
sen de fark edersin zamanla
hayat şiir tadında güzeldir şairin kelimelerinde

________________________________________________


Yüreğimden geçenler bunlar oldu mimler geldiğinde… Biliyorum iç içe geçti…Beceremedim belki de mimleri ve hatta belki hakkını veremedim ama an durdu gene... Teşekkürler Nily ve Erdem Beyler… Keyifliydi çocukluğumun anılarında gezinmek… Çok ihtiyacım varmış üstelik mutlu anları hatırlamaya…

Şaşkın Kovam ikisi birden sana gelsin mimlerin…
Belki şifa getirirler sana…

23 Şubat 2009

TEKİLA

yazmıyorsam
hissetmediğimden değil

susuyorsam
bilmediğimden değil

ağlamıyorsam
gözyaşlarım olmadığından değil

dilimde kesif bir tuz tadı
yüğerimde bir limonun yakıcılığı

oysa dün gece kalsan yanımda
çok değil sadece beş dakika
tek shut tekila etkisi yapardın bana

sen her ihtiyacım var dediğinde
rakı sofrası olurken ben sana
tek shutı çok gördün ya bana...

şimdi...
yazmıyorum
susuyorum
ağlıyorum
en serseri kılığımla atıyorum kendimi sokağa
biliyor musun yağmur yağıyor dışarıda
sana niyet alınan tüm rakıları
yağan yağmura katıyorum damla damla
anason kokan sokak kadınları sarıyor etrafımı
bir de bira içen berduşlar

sokak kadınları hep bir ağızdan
"çalsa da açma kapını bir daha" diyorlar
berduşlar ağızlarında lafı geveliyor
"çık git ondan, bir gece yarısı
karış sokağa"

gece yarısından hemen sonra
salaş bir rock barın kapısında buluyorum kendimi
bir berduş koluma giriyor
kıvırcık siyah saçları yağmurdan ıslanmış
bir çocuğun masumluğu
bir adamın derinliği var gözlerinde

susuyorum, ağlamıyorum onu görünce
dudağıma bir öpücük konduruyor
limonu alıyor yüreğimden
tuzu dilimden


hatırladın mı diyor beni
gel dediğinde cevabım evet olmuştu
arkanı dönüp gitmiştin kaçarcasına
o gece barda müzik durdu
zaman durdu
sadece
cevabını merak etmiştim diyen bir ses kaldı havada

o benim gözlerimin içine baktığında;
bu gece demem, kaçmam, diyebildim sessizce


çıktık bardan dışarı
duvarda elim
elimde eli kaldık bir süre
bir duble rakı zamanı sarıldı bana
bir tekila shutı öptü sadece

ağladım eve dönünce
sadece senin anlayacağın bir dilde
sadece sana yazdım sayfalarca
biliyorsun artık
bu gece ben berduşları dinledim
karıştım bir berduşun nefesine
şimdi sıra sokak kadınlarının sözlerinde
çalsan da açmam kapımı bu geceden sonra
gelme...

_____________________________________

kadın adam hikayesi sayılmaz bu di mi?
yürekte yangın hiç değil...
dilde tuz sadece...
hani sözünde durmadın diyecek olursan açıklamadır bu sana...



22 Şubat 2009

KISA BİR GEZİNTİ - Vol.3


Zamanı durdurmak mümkün değil ama unutmak mümkünmüş...

Şaşkın Kova Şuşum ile dün yaptığımız genel temizlik hali, yeni düzen kurma anlarında, yazılmış notlar, mektuplar, floridadan atılmış kartlar, eski sevdalara yazılmış ama gönderilmemiş onca karalama arasında karşımıza onun bana yazdığı onca mektup ve not arasından bir tanesi çıktı ki...

Demiş ki; küçük bir post-it üzerine, 1993 yılında... (1993 yılı, ne verimli bir yıl dedirtecek anılar saçıldıkça ortalığa...)

"İçimde yağmur yağarken düştün aklıma, bu denli kök salman ondandır."

Notu okudu yüksek sesle; "hatırlıyorum bu geceyi biliyor musun dedi, sigara içiyordum ve camdan dışarıyı seyrediyordum yurtta ve yağmur başladı sen geldin aklıma... "

Sonra ben ona bir mektup yazmışım ya da söz söylemişim bir an... Hangi an işte orası muamma... Ama mesele şöyle özetlenmiş Şuşumun satırlarında, ama bu sefer 1994 yılında;

"Bir gün bana, -her zaman yanında olamayacağımı- söylemiştin hani, ben her zaman yanında olacağım."

Söz ve öz meselesinin hayatımındaki önemini bilenler bilir... Şuşum, benim hayatımda verdiği sözü tutmuş ailem dışında tek insandır hayatımda.


Durduk bir süre, biliyorum çok şey söyledik birbirimize...




Zaman sonra, bulduğum diğer karalamalar arasından bir yazı yazmak geldi aklıma, döndüm ana temayı anlattım ve dedim ki "sence de harika olmaz mıydı bunu yazmak bloga..."



Şuşum,



"Sen kapalısın unutma, hatırlasana kadın ve adam hikayelerine kapattın sen kendini yüreğinin yangınlarına dur demek için, hatta söz uçar yazı kalır diye bloguna da yazdın üstelik; Kapalıyız diye" demedi aslında...



"Kapalısın unutma" dedi sadece...



Ama biz; senaryo, çözümleme, sinema dili, metin yazarlığı dersleri gibi dersler almış arıza tiplerin temel sorunudur bu. Alt metni okuma hastalığı...



"Şimdi, tam da içinde bulunduğumuz zamanda hüzünleri gülümsemeyle, yalnızlığı dostlarla, acıları umutlarla değiştirme zamanı" demedi aslında. Sustu ama ben biliyorum, tam da bunu dedi aslında...



Sonra mutfağa gittik. Bara geçtik... Tekila Gold şişemizi yanımıza aldık. Gecenin biriydi ama umursamadık, Kurt Cobain'e hakkını teslim ettik, müziğin sesini yükselttik, İstanbul'da olmak vardı dedik ve an'a saygı duyup hayata bir shut attık. Yeni başlangıçlara diyebildik sadece...


Düşündüm tam da o anda daha kaç kere yeni bir başlangıç yapabilirdi ki bu yürek, bu hayata... Bilemedim.



Bir dost aradı güleç yüzü ile, "iyiyim" dedi, "keyfim yerinde", "döndü bana." Gülümsedim ona. Sonra sustu, "kal hayatımda, tam orada" dedi. Bilemedim ne demek istedi. O kapattı telefonu muhtemelen daldı hülyalara, ben kapatamadım açılan penceremi, bir soğuk girdi içeri, kaç yıl önceydi bu lafı ilk kez duymuştum.



"Kal hayatımda, tam burada, yanımda" ben kalmıştım, beklemiştim, sonradan anlamıştım ki o aslında alt metinde şöyle demişti: Sen kal bekle, ben gideyim gezeyim, geleyim, seni bıraktığım yerde bulayım."



Aşk alt metin okumaz o zaman öğrendim. Söylenen cümlenin alt metni ile bu akşam uğraşmak istemedim. Kalmak, durmak ve orası neresiyse orada beklemek istedim.



Gece ilerledikçe ve günlerin uykusuzluğu üzerime üzerime geldikçe yorgun bedenimi yatağa sürükledim. Uykuya daldım; düşünmeden, ağlamadan, umutsuzluğa kapılmadan. Dün akşam ben ilk defa uyudum. Yan odamda, yanımda dostumun uyuduğunu bilmenin huzuru ile...


Teşekkürler candan ötem...

21 Şubat 2009

KISA BİR GEZİNTİ - Vol.2

Zamanı durdurmak mümkün değil ama unutmak mümkünmüş...

İçinde bulunduğun garip ruh halleri nedeniyle, Şaşkın Kova Şuşum çıktı geldi uykumun tam ortasında, dua etsin telefon titreşimde ve kolumun altındaymış da, biri beni dürtüyor endişesi ile kendimden geçmiş bir faziyette kalktım yataktan günün 16:00'ında...
Kendi kişisel tarihimin - tek başına - yatakta kalma rekorunu kırmış olduğum bugünde, elinde bir tepsi - hatrı sayılır - profiterolle gelmiş, kendimi iyi hissedeyim diye. Nasıl açım o saatte, yarısını yiyip bitirivermişim. Maşallah...





Acıkınca fare gelse üzüntüsünden elindekileri bırakacak olan dolabımdan hayır gelmez diye, dışarıdan birşeyler ısmarladık önce, yedik içtik ve günü unutmak için bir çözüm ürettik... Anı dolabımdan bir bölümünü yani resimleri aldık ve bir sepete doldurduk. Öyle dağınık, öyle karışıklardı ki...


Şuşumun uzun süredir zevkle beklediği, anıları derleyelim, toparlayalım, Evren'e "tamam hazırım" mesajı gönderelim anı gelmişti. Zaman unutulmalıydı, hatta durdurulmalıydı. 16:30 itibarıyla daldık anılara... Yaklaşık bir saat sonra dağılmış faziyetteydik. Ara ara gülme ara ara da susup kalma dışında, fonda bize eşlik eden, "sayko" tınısının makasla dansı seyretmeye değerdi...

Toplam 5 ana bölümden bir derleme yapmıştık ve yaklaşık 3,5 saati tamamen unutmuştuk. Anı dolabındaki yerlerini almak üzere; bütün anıları bu sefer düzgün bir şekilde sepete geri yerleştirdik...


1. Bölüm... Kişisel tarihimden dostlarla kişisel karelerim,
2. Bölüm... Üniversite yılları...
3. Bölüm... Ömrümün Bursa'sı...
4. Bölüm... Ömrümün İstanbul'u...
5. Bölüm... Ömrümün Gördükleri - Geziler...

Herşey derlenip toparlanıp, tekrar açlık zilleri çalmaya başlayınca 20:00 itibarıyla, en sıcağından eşofmanlarımızla attık kendimizi sokağa, amaç akşam yemeği yemek... O mu, bu mu sorularının cevapları hayır olunca ve içmek için uygun bir zaman diliminde olmadığımdan, gittik bir alışveriş merkezine ve abur cubur tercihlerimizle ve iki şişe asidik içeceğimizle döndük eve. Film seyredip anı unutmakla ilgili tercihimizi patlamış mısır ve ıvır zıvırdan yana yaptık... (yaklaşık bir litre alan bardaklarımız ve mısır tabaklarımız sizi korkutmasın, bizim bünyemiz alışıktır bu duruma...)

Anı kutularından, defterlerinden ve resimlerinden çıkanlarla yapılacak "Kısa Bir Gezinti", çeşitlemeleri beni epeyce idare edecek gibi ama burada bir tanesini anmadan geçemeyeceğim...

Günün son ışıkları süzülüyor panjurlardan bardaklara, kalabalığa, duvarlara, uğuldayan konuşmalara...
İlk tınlayışlarında duyuyorum fırtına notalarını...
Perdelerin patlamasından hemen önceki anların tılsımlı kokusunu...
Zaman. Geldi...
Uzun süzülüşler, kanatsız düşüşlerde;

öfkemizin ateşini okyanuslara çarpıp solacağız güz kentlerinde hüznümüzle;

çok uzun dinlendik gökyüzünün pervasız kapılarında.
bir sabah dalgasının dönüşü gibi kendi dinginliğinde eriyen yazgı ne onunki ne benimki oysa...

Yazmışım Eskişehir'de, Haziran'ın 13'ünde... Bilemedim; neden yazmışım, kime yazmışım, ne hissetmişim de yazmışım ama okuyunca "bir sabah dalgasının dönüşü gibi kendi dinginliğinde eriyen yazgı ne onunki ne benimki oysa..." kısmında durdum, sustum, günü düşündüm...

Yazgı dedim, canımı neden acıtacak betimlemeler, imgelemler, an'lar la dolu acaba... ben seçtiğim için mi? Seçildiğim için mi? Yoksa yazgı bana ait bir şey olmadığı için mi? Bilemedim...