
Okudukça kelimelerini içim acıyor...
Okumayı sökmemiş olsam
Görmese gözlerim geçici bir süre
Atmasa ya da yüreğim
Ne güzel olurdu...
____________________________________
Senin ona yüklediğin anlamdır esas olan...
Akıldı orman, sarı bir papatyaydı yürek...
Hiç adetim değildir ama günler önce bir çiçekçinin önünden geçerken aklına düşen sarı papatyaları topladım sana tek tek... Her birine sordum, her birinde cevaplar aradım... Cevapsız kaldılar... Bilmiştim evvel zaman önce bazı sorular cevapsız kalmalıydı da keşke papatyalar sahipsiz kalmasaydı dedim...
Sorarım size ey dostlar;
Keşkeler çoğalırsa bir ormanda, ışıksız kalıp solmaz mı sarı papatya...
__________________________________________
Fotoğraf / Summer Gold© Amy Hopp
hep aklımdasın ama sensizim işte...
sesin yok... nefesin de... kelimeler eksik...
sadece; yüreğimdeki sıcaklık var seni bana hiç unutturmayan... soğur mu dersin... şimdi soğumaz gibi geliyor insana... keşke hiç soğumasa...garip bir grilik çöktü üzerime. nedeni yok gene... kahvedeki adamlar gitti ama korkular bıraktılar geride... gitmen değil inan hani tüm hayatına giren adamların dediği gibi ki o da var kuşkusuz ama benim ki daha çok gelmemek gibi... sana mı bana mı yükledim bu hali bilememek gibi... sanki bir yanın tutarken diğer yanın bırakıyor gibi... sanki bir yanın başka bir yana dönmüş gibi... ne garipsin sen insaoğlu... ne garip... bir yanın yağmur gibi bir yanın güneş... bir yanın sel gibi bir yanın kavruk...
Küçüğüz ve yaramasız, en azından ben öyleyim... Bir gün annemlerin meşhur öğretmenler toplanıyor ayda bir geleneklerinin bilmem kaçıncısı bizim evde ve tencere ki masa kadar, yaprak sarma yapılmış... Ben ve Burak atlıyoruz masadan somyaya - bilirsiniz değil mi, yaylıdır somya - somyadan masaya... Allahım eğlencenin kralındayız... İçeride börekler açılıyor, kısırlar yapılıyor - çocuklar kendi neşesinde hiç anneleri rahatsız etmiyorlar... Anneler tasasız haliyle; eee üstelik sarma gün evvelden sarılmış pişirilmeyi bekliyor masanın köşesinde, evin en güvenli yerinde... Tencerenin kapağı kapalı, toz olmasın diye... Ve ben somyadan yaylanıyorum, yaylanıyorum ve cüpppppppppp tencerenin üstüne... Alkış kıyamet kopuyor o anda Burak'tan... Tencere, içindekiler ve benle beraber yere yuvarlanıyor. Anneler koşup geliyor. Kimse benle ilgilenmiyor, sarmalar yaralanmış, ona üzünülüyor. Burak ben de yapacam diye ağlıyor. Allahım canım acıyor; o gün anlıyorum yaprak olmak lazım zeytinyağlı, sarılmak lazım pirince, değerli oluyorsun olabildiğince... Canı acıyor yaprak sarmanın, ahlar vahlar kopuyor, bir çocuk ağlıyor... Yaprak yaprak olalı böyle ilgi görmüyor. Ben çocuk olalı böyle şaşırmıyorum hayata... Annem nice sonra gözündeki yaşı siliyor. Öpüp kokluyor beni. Olsun diyor sana birşey olmamış ya... Sarılıyor sımsıkı... Beni bırakıp tenceresini alıyor ve yere dökülen sarmalarını. Ağlıyor. Bana mı sarmaya mı bilemiyorum. Burak hala ben de yapacam diyor. Şahaneydin diyor. Nasıl zıpladın o kadar diyor. Benim aklım annemde kalıyor. Annem ağlıyor. Saklanıyorum somyanın köşesine... Ağlıyorum sessizce. Burak saklambaç oynuyoruz sanıyor. O hala somyada zıplamaca oynamak istiyor, huysuzlanıyor. Çık ortaya diye bağrınıyor. Hiç sesimi çıkartmıyorum. Köşeme sinmiş ağlıyorum. Neden ben hep annemi ağlatıyorum...
"Bana getirilmişti. Kırdım.- Nasıl oldu bilmiyorum: galiba sallantılı, dengesiz bir yere koymuşum, yeterince dikkat etmeden; sonra ters bir hareket etmişim - düştü, kırıldı... Yeterince düşünmemiştim üstünde, demek. Elimdeki, artık, birkaç iri parça ile birsürü ufacığıydı; bazısı, neredeyse, kırıntı, kıymık - öyle dağılmış duruyordu... Tek tek bir yere topladım hepsini: Yokolmamalıydı. Gittim, uygun bir zamk aldım. Geldim, hepsini bir kağıt üzerinde düzenleyerek, biraraya getirmeğe başladım: şu parça, buna uyuyor - mu; ya, bu, şuna... Zamanla, parçaların kopma noktalarındaki dokularının; ve zamkın, tutma ve yapıştırma niteliklerini, öğrendim. Bazı parçalarsa yapıştıralamayacak kadar ufaktı; onların bulunmaları gereken yerlerde boşluklar oluştu. Tek tek yapıştırdım, yapıştırabildiklerimi. Çok uğraştım. Sonunda ortaya aslının eğri-büğrü bir simgesi gibi birşey çıktı - ve, şu tümce:
Dikkatsizlik ederek düşürüp kırdığın - sevdiğin kişinin izlerini taşıyan; senin için değerli- bir nesneyi, parçalarını tek tek toplayıp, dikkatle -saatlerce uğraşarak- özel olarak aldığın bir zamkla yapıştırıp onardığında, ortaya, orası burası eksik-gedik, yamru-yumru birşey çıkar - ama eskisinden de daha değerlidir artık; çünkü, şimdi, senin izlerini de taşıyordur. Başka bir şey yapamazdım."