05 Nisan 2009

TEKRAR



___________________________________________

Yazma artık dedi... Neden ki dedim. Kendini tekrarlıyorsun dedi. Hayat kendini tekrarlar dedim. Durdum, düşümdüm... Ve sordum:


- Bir adam çıktığında karşına, ilk gördüğün de etkilendin varsayalım...

- Eeee..

- E'si, heyecanlanır mısın?

- Haliyle...

- Bu her seferinde benzer midir?

- Benzerdir...

- Kendini tekrarlarsın aslında... Daha basit bir örnek vereğim; sabahları kahvatı eder misin?

- Ederim... de sen bana salak muamelesi yapma istersen, öyle basit falan... Her sabah kahvaltı etmeden çıkmam evden...

- Off, ben anlatamayacağım için tercih basit canım. Kendini tekrarlarsın yani...

- Hayır canım ne alakası var. Bazı sabahlar çeşitleri değiştiririm. Zeytin yemem ya da yumurta... Bazı sabahlar sadecce börek yerim mesala yanında çayla... Bazı sabahlar protakal suyu içerim sadece...

- Ne niyetine?

- Adam demek isterdim de bildiğin üzere kahvaltı...

- Ya bir baştan çıkartma adamı, ciddi bir şeye odaklanıyorum gecenin şu saatinde... Ne diyordum, kahvaltı... Kahvaltı niyetine sadece tercihlerin değişir ama kendini her sabah uyandığında tekrarlarsın. Ben de kadın erkek hikayeleri yazıyorum, kendini tekralamak bundan ibaret aslında. Kelime tercihlerim ise o sabah ki isteğime bağlı, bazen ballı ekmek yiyorum bazen acı bir zeytin denk geliyor kaderime. Tercihlerim oluyor benim de... Canım süt içmek istiyor sadece ya da gidip bir pastanede alıyorum soluğu. Ama her sabah kahvaltı etmeyi seviyorum kendi canımın istediğince.

- Nasıl beceriyorsun bunu?

- Neyi?

- Kelimelerle oynamayı... Kendini tekrarlamak derken ben hep aynı konuları yazıyorsun demek istedim aslında...

- Tam da aksine hep aynı konuyu yazıyorum ben. Bak şimdi ne yazmışm ben kendimi tanıtma kısmında: "Adam ve kadın hikâyeleri yazıyorum, geçmişe, geleceğe ve ana dair. Yüreğimden geçen en çok onlar…" Bu meselenin kahvahtı etmeden sokağa çıkmam kısmı.

Sonra ne demişim: "Yaşama dair notlarım da var aralarda hayata çivi niyetine çaktığım. "Bu kahvaltıda bazı sabahlar yumurtayı tercih ettiğimin bir göstergesi. Anlatabildin mi nasıl dolaşıp geldiğimi?

- Alemsin valla... "Çiviler batar bazen ayağıma bir serzeniş olur kelimelerim." de o sabah zeytini yağlayıp, kekiklemek olsa gerek bu durumda.

- Dalga geçmiyorsan, evet aslında tam da anlatmak istediğim bu. hayat tekralar kendini. Tekrarlarken değişenler olur elbet: kelimelerin anlamı, söylenişin şekli, acının, sevincin, aşkın, tutkunun şiddeti... Ama öz değişmez. Niyet kahvaltı etmektir. Kahvaltı etmeden evden çıkmamamak bir prensiptir. şekil değişir zamanla öz aynı kalır insanda.

- Anladım yazacaksın sen inatla...

- İnatla???

- Yani her sabah kahvaltı etmek gibi ya...

- Keyifle yazıyorum ben her seferinde... Kelimelerle oynuyorum, aynı şeyleri farklı farklı kelimelerle dile getirmeyi seviyorum. Bazne bir şiirimsi bazen bir öykü, bazen öylesine bir sesleniş benimkisi... Duyan olunca, hele de sesime ses verince mutlu oluyorum kendimce. Bak ne diyeceğim sen okuma beni bir süre... Tekrarlama kendini ne dersin?

- Ne o benim kelimelerimle beni vuruyorsun...

- Yok yok yanlış anladın. Şimdi sen diyorsun ya kendini tekrarlıyorsun diye. Aslında hayat tekrarlar kendini. Sen de bile görebilirsin bunun yansımasını diyorum sadece. Tercih senin yani... ben tekrarlamayı tercih ediyorum...Sen...

- Tamam Allahın cezası ben de okumaya devam edeceğim seni... Zaten bir gün okumasam, meraklanıyorum ne yazdı acaba diye...

- Her gün aynı şekilde yazmadığımı kabul ediyorsun yani...

- Ama sen de kabul et aslında aynı şeyi yazıp duruyorsun...

- Hayat kendini tekrarlar her seferinde... Mesela yarın bunu yazacağım sana itafen... Okuma da göreyim...

- Tamam anladık hayat tekrarlar kendini, kısa kes ve bir şarap aç da içelim...

- Bu gece de mi?


_____________________





04 Nisan 2009

KAYA


Çaresiz kaldığım zamanlarda gider, bir taş ustası bulur seyrederim. Adam belki yüz kere vurur taşa. Ama değil kırmak, küçücük bir çatlak bile oluşturamaz. Sonra birden, yüz birinci vuruşta taş ikiye ayrılıverir. İşte o zaman anlarım ki; taşı ikiye bölen o son vuruş değil, ondan öncekilerdir.


Jacob Riis


_____________________________________________


Kırdın beni deriz ya bazen, kırılırız gerçekten, gözlerimiz dolar, ağlayacak gibi oluruz hatta. Yüreğimiz acır ya derinden...



Hiç düşündünüz mü kaç kez vurmuştur karşımızdaki bize sözleriyle, davranışlarıyla, yaptıklarıyla ve yapmadıklarıyla...



Kaç kez vurulmuşuzdur da kırılmışızdır sonuncuda?


_____________________________________________


Fotoğraf / Bulduğum sitedeki bilgi Sinop Kayalıkları olduğunu belirtiyordu. Beni çekense kayanın içinden fışkıran hayattı.


03 Nisan 2009

GİTMELER ÇOĞALDI



Gitmeler çoğaldı bugünlerde...


Akla düştü mü gitmek, dur demek olmuyor... Desen de zaten sesin duyulmuyor...


Bu sefer giden İnandığı Masalları anlatan adam Haşim... İlk tanışmamızda Haşmet diye seslenmeme nasıl da gülümseyerek cevap vermişti oysa...



Geçenlerde LAL gitti. Bazen gitmek gerek dedim kendime, LaL'in gidişine... Ama bugün Haşimin de gideceğini öğrenince, ağır geldi bir haftada iki veda... İnandığım Masalllar benim sorularıma cevaplar bulduğumdu... Zaman zaman açar okurdum eskilerden de... Haşimin eskileri benim yenilerim olurdu. Şimdi, yani bu tarihden sonra bıraktığı bütün izlerde arayacağım cevaplarımı. Teşekkür etmedim belki de hiç sana, bana kattıklarına, sorulara, cevaplara, duygulara, düşüncelere... Yaz demese de yazardım ben ona... Yazdım yüreğimden geçenleri, dilimin döndüğünce...


kimbilir kaç defa yazdım aslında... ve bir kadar da yazmadığım an vardır biliyor musun? seni ilk ne zaman buldum hatırlamıyorum ama o gün de kafamda bir soru, sen de bir cevap vardı mutlaka... mutlaka diyorum çünkü ben seni kendimi bulduklarıma ekledim.

kendimi buldum evet...


kendimi kaybettiğim zamanlarda, buldum dediğim her seferde ve aslında bulamadığımı fark ettiğimde nedense bir masala inandım. senin anlattığın masal değilse de hatırlattığın bir masal vardı beni kelimelerine çeken. şimdi sen gidiyorsun, şairin dediği gibi ellerin durur mu onlar da gidiyorlar ki, o eller ne sorulara cevap verdiler... o eller ki, yürekten taşanı yazdı, akıldan sızanı, muhteşem alıntılar yaptılar bazen, bazen arkasına yarınlarla meraklandırdılar okuyanı, kısacık öykülerle düşündürüp, aşkı yaşattılar, kadın oldular adam oldular monologları diyologlara dönüştürdürler.


sen içinle hesaplaştın da biz durduk mu sanki; biz de hesaplaştık senden sonra. şimdi sen gidiyorsun masal diyarlara, kelimelerin durur mu onlar da geliyorlar ardından... düşüncelerin, duyguların, aşkların, hüzünlerin, soruların, hüzünlerin... bir tek bıraktığın izler kalacak biz de masal tadında ki; o izler kadınlara sürme, erkeklere dövme olacaklar.


yolun açık olsun masalcı... yüreğin mutluluk dolsun, aklına bilmediğin kelimeler takılsın. sorduğun sorulara bulduğun her cevabı bir kenara not etmeyi unutma. belli mi olur büyürsün, torunların olur, an'ları anlatırsın onlara eski bir masal tadında....


sevgiler,

şimdiden özlemle...

KARŞITLIK




özledim demek için çok mu erken
ne kadar oldu ki bendeki yokluğun


bıktım demek için çok mu zaman geçti
ne kadar oldu ki sendeki varlığım


gel demek için çok mu bekledim
ne kadar oldu ki gittiğin


git demek için biraz erken değil mi
daha ne kadar oldu ki geldiğim







_______________



Fotoğraf


ÜÇLEME




Üşümek - Üşütmek - Üşenmek

Her şeyi içselleştirmek



Adamak - Ağlamak - Aldanmak

Her seferinde yeniden başlamak



Sevmek - Sevilmek - Sevinmek

Her an yaşadığını hissetmek



Kanmak - Kanırtmak - Kanamak

Her acıda biraz daha güçlenmek



Uyanmak - Uyumak - Unutmak

Her kişide farklı bir anlam bulmak



Şans Vermek - Şans Tanımak - Şansına Küsmek

Her seferinde aptallığına yenilmek



02 Nisan 2009

NE ZAMAN



ne zaman yalnız kalmaktan korksam ve sığımsan sana
ne zaman bir dost sesi duymak istese sesim
ne zaman gülmüyor ve ağlıyorsam
yalnız bıraktın beni


oysa sen
sen hayata küstahça tavırlar takınan yüreksiz kul
ağlarken yanında olmaya çalıştım sadece
sakladım gözyaşlarımı seninkiler daha değerli diye


şimdi sen gülüyorsun
ve gözümde iki damla yaşla sığınıyorum limanlarına
ben gülerken dostuz da
ben ağlarken bu kaçmalar niye
sorarım sana
sadece ben gülerken mi dostuz birbirimize


şimdi daha çok ağlar oldum halimize
şimdi hayata sövmek istedim işte
_____________

EŞELENDİM (**)


Su balıksız olur, balık susuz olmaz.
Arif Nihat Asya

Sabah ofise gittim. Arkadaşım iyi gözüküyorsun dedi. Makyaj yapılmış... Özenle giyinilmiş DE merak ettim ruhun nerde dedi. Geliyor yolda dedim. Bir yere uğraması gerekti. Baktım ikna olmadı devam ettim. Biraz gecikecekmiş az önce haber verdi. Meraklanma öğleni bulmaz gelir dedim.


Radyodaki ses:

Nesine yar nesine
Ölürüm ben sesine


Dış Ses:

Yazıyı bekliyorum hala... Bitmedi mi?


İç sesim:

Bir daha vursa idi
Nefesim nefesine


Arkadaşımla göz göze geldiğimizde anladım onun da iç sesi benimki ile aynıydı. Gözler dolmuştu gene. Birbirine benzer hikayelerin benzer baş kahramanlarıydık biz. Anlardık ruh nerede kalmış, beden nerede. Gidiyorum dedim kendi odama. Bugün çalışmak ve herşeyi unutmak günü.


İç sesim tüm koridor boyunca bana eşlik etti.

nesine yar nesine
ölürüm ben sesine
bir daha vursa idi
nefesim nefesime (*)


Masama oturmaya fırsat bile bulamadan telefonum çaldı.


Telefondaki ses: (hani az önce karşılaştığım ruhumu soran ses)

Su balıksız olur, balık susuz olmaz bilir misin.


İç sesim:

Bilirim. Ben denizde bir balıktım önce.
Bilmediğim denizlerde yüzdüm.
Korkusuz ve özgürdüm.
Alışıktım medcezirlere.
Bir gün deniz gitti ve dönmedi.
O gün anladım ki
Su balıksız olur ama balık susuz olmazmış.


Başka Bir Dış ses:

Evren hanım bu evraklarda imzalarınız eksik sisteme giriş için imzanıza ihtiyacım var.


Telefondaki sese cevap veren kendi sesim:

Çalışmam lazım. Bu gün çok iş var. Bi de unutmadan senden nefret ediyorum.


__________________________________________________


Gün içinde ne çok şey yaşar şu yürek. Ne az bilir karşımızdakiler. Ve hatta yanımızdakiler. Maskeler takarız tıpkı şapkalar gibi. Şapkaları çıkarıp maskeleri düşürünce ANLARIZ. Bazen ruhu rahat bırakmak gerek.


BIRAKIN GİTSİN. Onunla uyusun. Ağlasın. Sevişsin. Hatta kavga etsin. Gelir telaşlanmayın. MUTLAKA geri gelir. Ruh yüreğin sesine kulak verir. Ruh geri dönüş yolunu illaki bilir. Ruhumuz huzur bulunca; kürkçü dükkanı gibi dönüp dolaşır gene yüreğimize yerleşir.



____________________________________________

İlk Yayın Tarihi / 02.12.2008
(*) karacaoğlan
(**) Yazının adı yazı ile ilişkilendirilmemiş olup, durumdan fazife çıkartılmıştır. Durumdan vazife çıkartmak da bir dostun duruma yaptığı yoruma özeldir. Aslında başlık bir çeşit durum komedisidir.

4 SUAL


-BİR-


Biz mi kelimelere fazla anlamlar yükledik

Yoksa kelimeler anlamını mı yitirdi şimdilerde?

___________________________________


-İKİ-


Yürek yalan söylemezse

Sözlerdeki bunca yalan niye?

___________________________________


-ÜÇ-


Cevabı umursamıyorsa

Neden sorar insan, var mı bir istediğin diye

___________________________________

-DÖRT-


Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmayın derlerdi eskilerde

Yüreği olmayanlar sevmelere kalkıyor bugünlerde, tuhaf değil mi sizce de?

__________________________________



FARKIN YOK


Ne zaman ağlasan telefonun diğer ucunda beni bulma telaşındasın.
Ne zaman mutlu olsan telefonun diğer ucunda ben varım diye bozuluyorsun.
Tuhaf olan ne biliyor musun?
Ben senin telefonun diğer ucunda olmanı bir başkasının varlığına yüklediğim anlamdan değil de sana yüklediğim anlamdan dolayı istiyorum. Bu nedendendir ki; ben ne zaman telefonun bir ucunda olsam, sen diğer ucunda olduğunda mutlu oluyorum.

Sense...
Senin diğerlerinden farkın yok...
Sen diğerleri gibi başkasına yüklediğin anlamlar havada kaldığında bana sarılıyorsun.
Sarılma bana...
Sarma...
Sevme...

Yok yalan söyledim.
Sarıl bana..
Sar beni...
Sev-
- emezsin ama en azından dene...


_________________________________________

01 Nisan 2009

BAZEN


suskunluğum saygı duymaya çalışmaktan
çığlığım kulaklarında lal olsun
ve bir gün ihtiyaç duyarsan diye penceremi açık tutacağım gelişine
ve ağlamayacağım gidişine
bilirim
ve
inanırım
bazen gitmek gerek


yazdım önce ve sonra BAZEN döküldü dilimden...


bazen gitmek gerek
bazen kalmak
bazen bırakmak gerek
bazen sımsıkı sarılmak
bazen uzakmak elini
bazen çekmek
bazen bakmak gerek
bazen görmek
bazen her gitme bir parça içe dönüştür
bazen her kalış bir parça gitmektir kendinden
bazen sevgiyle kalır insan
bazen gözleri bulut bulut

üzülmedim desem yalan olur gidişine
ağlamadım desem inanmazsın sözlerime
bazen yalan söylemek gerek
bazen inanmak söylenene
bazen gitmek gerek kendinden
bazen kalmak kalanınla kendine
üzülmedim desem yalan olur gidişine
beni kendime bırakış şekline
ağlamadım desem inanmazsın sözlerime
bazen inanmak gerek söylenene

bazen sözler söylemek gerek gidenin ardından
bazen
lal olup kalmak geride


____________________________________


Bu şiir inanılmaz kadına atfedilmiştir.

Adı ile müsemma gitmek istemesine...

_______________________________

DEVREN SATILIK DEĞER


ortadaki yalanı bul
kendine, arkadaşlarına, dostuna ya da hayatındaki insana söylediğin yalanı
hayattan çok şey mi istiyorum diyorsun ya
cevabı evet
evet, çok şey istiyorsun.
bir enkaz devraldın sen
bir başkası tarafından enkaz olarak ortada kalmışlığına kapıldın en çok
kaderi değiştirme gücün var sandın yüreğindeki sevginle
oysa insan bir enkaza değil, bir değere sahip çıkmalı hayatta
bir enkaz ancak bir enkaz daha yaratır yanında
oysa değere sahip çıkmak, değeri bilmek, değer yaratır sonunda


anlatmış mıydım sana devren satılık köşedeki dükkanın hikayesini;

bizim mahallemizde devren satılık bir köşe dükkan vardı
yeri güzel, içi güzel...
kimse dikiş tutturamadı o dükkanda.
mahallede aldı yürüdü bir dedikodu
perili, büyülü, kısmeti kapalı...
kim niyetine girse enkaz devraldığını biliyordu aslında.
ama her devralan da aynı umut: 'ben kaderini değiştireceğim bu köşe dükkanın...'

kim ne iş yaparsa yapsın, ne kadar para yatırırsa yatırsın, ne kadar kendini adarsa adasın
değiştiremiyordu köşe dükkanın kaderini...
oysa her gören aynı cümleyi kurardı, öyle güzeldi köşe dükkan;
'bu dükkan benim olsun bak sen o zaman gör, periyi, kısmeti...'
devralanlar için de durum farklı değildi;
'mirim adamıyorlar kendilerini, anlamıyorlar işten, sen 1 ver bakalım o dükkan 5 vermiyor mu'
ama olmuyordu işte, sen 5 versen de dükkan 1 bile vermiyordu.
dükkan bir süre uzun bir süre boş kaldı
camları kırıldı, sıvaları döküldü, çerçeveleri çürüdü
unutuldu gitti mahallelinin dilinde
nice sonra köşe dükkanı kiralamak isteyen bir adam geldi mahalleye,
yeniydi adam mahallede, geçmişini bilmiyordu ne köşe dükkanın ne de köşe dükkan hakkında söylenen dedikoduların
ve en önemlisi oranın bir enkaz olduğunun ayrımında değildi
bir değer olarak gördü o köşe dükkanı
farkına varılmamış bir hazine
umutlarını yükledi omuzlarına
karşılayabileceği maksimum maliyetle girişti köşe dükkana sahip olmaya
mahalleli durur mu, acımaya başladı adama;
vah zavallı dedi, ah aptal dedi, tüh kısmetsiz dedi...
adam hiç birini duymuyordu, hiç birini bilmiyordu,hiç birine şahit olmamıştı
zaman içinde dükkanın kaderini değiştirdi adam
köşe dükkanın aslında bir değer olduğunu kanıtladı
farkında değildi hiç bir şeyin ve farkında değildi değiştirebildiklerinin
köşe dükkanı devralan niceleri gibi bir enkazı devraldığını bilmiyordu
fark ettiği ilk ve tek şey
köşe dükkanın bir değeri olduğuydu
ve değere sahip çıktığı için sonunda bir değer yarattı
___________________________________________________

yüklenen anlamlar ancak zaman geçtikçe unutulur
değer ancak zamanı gelince bulunur
yalan ortadaysa kaldırmak gerek
doğru önündeyse görmemezlik aptallık olur

sevmek yüklediğin anlamın, kişideki yansımasıdır... yalansızdır, kavgasızdır, bir önceki an'ın karbon kopyasını yaşıyorsan, çok şey istiyorsundur hayattan... fark ettiğin halde devam ediyorsan, hayata kızma, çok şey mi istiyorum deme filmler kaç kez seyredersen seyret senaryoları değişmedikçe aynı oyuncular tarafından oynanıyormuş gibi gelir sana ve bazen senaryoların değişmesi de yetmez, bazen filmin sonunu değiştirmek için başrol oyuncusunun da değişmesi gerekir...



________________________________

LAMA

Güldük doyasıya...
Gözlerimizden yaş geldi hatta...
Özlemişiz, çok ama çok özlemişiz.

Yemek yedik, 3 kişiydik ama herşeyi ortaya istedik. Sonra servis açtırdık. Sonra tek tatlı istedik ve 3 kişi bölüştük. Bu arada hep güldük. Çok güldük. Gözlerimizden yaş geldi adeta.
Ben yemeğe oturduğumuzda kendimi İstanbul Cadde Kırıntı'da zannettim. Oysa Bursa Kükürtlü Siesta'daydık. Bira içemedim. T-bone Steak yiyemedim. Ama çok güldüm. Fena halde İstanbul'um geldi benim...ÇOK ÖZLEDİM.

Saatleri 9 ettik. Geç olmuş dedik. Oysa İstanbul'da olsaydık, büyük ihtimal yemeğin ortasına bile gelmemiştik. Çok gülüyor olurduk gene mutlaka. Ama gece erkenden bitmez İstanbul'da.

Yemek bitti doğal olarak ama ayrılmak istemedik. Kahve içmek için FSM Gönül Kahvesi'ne gittik. Önce dışarıda oturduk, üşüdüm tabii. Sonra içeride bir masa bulduk. İyi ki bulduk. İki adam vardı sohbetini koyulaştırmış. Yanlarındaki boş masaya oturduk. Adamlardan biri nasıl hoş, dudakları, yüzü, gülümsemesi…

Ben taktım adama. Üzerinden bir sohbet bir kahkaha, nasıl eğlendik, gözlerimizden yaş geldi adeta. Adam farkında değildi belki ama biz onun üzerinden yazdığımız türlü hikayelerle çok güldük, çok eğlendik. Sonra ben aniden ayakkabılarını fark ettim, aman Allah'ım olamaz dedim. Bu ayakkabıları giyen adamın yüksek ihtimal bol paçalı boxserı vardır dedim. Arkadaşım hayrola nüfusuna mı alacaksın dedi. Yok yok ama bir kere bile olacaksa da olmaz artık dedim. Nasıl yani dediler, ne oldu onca fanteziye… Ayakkabıları çok çok çirkin dedim. Ayakkabıları ile mi evlenecektin ki dedi. Hayır ama dedim benim için önemli. Güldük bunun üzerine. Ben başladım, sesi şöyle, aaa bak bak gömleğinin kolunu nasıl da kıvırmış. Hıh olmaz dedim. Hatırlatayım bir kez daha, adam durumla yakından uzaktan ilgilenmiyor, biz öyle kendi çapımızda kafa yapıyoruz aslında kendimizle. Çok gülüyoruz, öyle ki, gözlerimizden yaşlar geliyor o kadar çok gülüyoruz, o kadar çok dalga geçiyoruz kendimizle. Arkadaşım sinirleniyor sonunda, senin de ne çok kriterin var, tabi yalnız kalırsın diyor. Aaa... Neden söylendin ki sen şimdi bana diyorum. Hayır, sanki sen dört dörtlüksün diyor. Sen farkında değilsin ama benim içimde Adriana LAMA var diyorum. Artık o andan sonra orada oturmak mümkün değil, hesabı isteyip kalkıyoruz. Arabaya biniyoruz ama artık gülmekten hakikaten ağlıyoruz. LAMA deyip deyip gülüyoruz. LAMA olup tükürmek istiyoruz; hayata, beklentilerimize, mükemmellik arayışımıza çok içerliyoruz.

Gülmekten dağılmış bir halde evlere dağılırken; ne çok ihtiyacımız varmış diyoruz. En son bu kadar çok ne zaman güldüğümüzü hatırlamıyoruz. Ama bu geceyi not ediyoruz. 1 Nisan şakası tadında olsun hayatlar diyoruz. Gülmek çıksın fallardan ve içimizdeki LAMAlar çok yaşasın diyoruz.

DİLERİM;
İçinizdeki çocuk hiç büyümesin, hep gülecek nedenleriniz olsun hayata.
Şükredin gözlerinizden yaş gelecek kadar gülebiliyor olduğunuza...
Şükredin dostlarla geçen gecelerinizin olmasına...
Şükredin yaşanmışlıklarınıza...
Mutlu olun kısaca...
Mutlu edin eğer şansınız varsa...
Gülün ve becerebiliyorsanız güldürün yarın dostlarınızı yaptığınız şakalarla...
Hiç olmazsa eğlenin Nisan birin hatırına...

____________________________________

Fotoğraf

30 Mart 2009

MERAK ETTİM ?


  • Hayatınızda kalmasını istediğiniz bir arkadaşınız bir gece önce kötüyüm çok diye mesaj atsa ve o an uygun olmasanız, en geç ne zaman ararsınız?

  • İşler ters gittiğinde ilk ne yaparsınız?

  • Biri sizi çok kızdırsa ama çok, öfkenize yenilmemek için nasıl bir yol izlersiniz?

  • Biri sizden borç alsa ve zamanında geri ödemese, ona borcunu nasıl hatırlatırsanız?

  • Aşkından ölmek üzere olduğunuz adamı eve geldiğinizde bir kadınla sevişiyor görseniz, çığlık mı atarsınız yoksa tokat mı?

  • En yakın arkadaşınızı aradınız 3 kere üst üste ve telefonuna cevap vermedi, ilk aklınıza gelen ne olur?

  • Yolda yürürken tanıdığınız birini gördünüz ama kafasını çevirdi, ne yaparsınız?

  • Bir tiyatro oyununda telefonunuz çaldı, telefonu kapatmanız kaç saniyenizi alır?

  • Otobüs durağında sıra beklerken, sizden sonra gelen biri sıranın önüne geçti, insan evladına nasıl bir tepki verirsiniz?

  • Sevdiğiniz bir arkadaşınız sizi arayıp, aramıyorsun hayırdır dediğinde ona verdiğiniz cevapta ne kadar dürüst olursunuz?

  • Söylediğiniz yalanı unuttuğunuzu fark ettiğinizde durumu kurtarmak için yeni bir yalan mı söylersiniz yoksa durumu açıklığa mı kavuşturursunuz?

  • Aşık olduğunuzu fark etmeniz ile söylemeniz arasında geçen süre ne kadardır?

  • Artık aşık olmadığınızı ve hatta birlikte yaşamak bile istemediğinizi fark ettiğiniz ve söylemeniz arasında geçen süre ne kadardır?

  • Bir çocuğu mutlu etmek adına, bilerek ve isteyerek en son ne zaman bir oyunda yenildiniz?

  • Birini sinir etmek adına belki de hile yaparak en son ne zaman birini yendiniz?

  • Okeyde taş çalıp sonra da itiraf eder misiniz?

  • Ortak bir projede yan gelip yattığınız oldu mu?

  • Ortak bir projede hiç çalışmayan birini patrona ispiyonladığınız oldu mu?

  • Hiç kabahati olmadığı halde ağlattığınız biri olduğunda gönlünü almak için pasta mı alırsınız yoksa sarılır mısınız?

  • Arkadaşınız evdeyim uğra dedi, kapıyı çaldınız açan olmadı kaç saat kapı eşiğinde arkadaşınızı beklersiniz?

  • En son ne zaman ağlayan bir çocuk gördüğünüzde gözleriniz dolu dolu oldu?

  • Anne/Babanızı anımsayınca şükrediyor musunuz?

  • Abla/kardeşinize en son ne zaman hiç nedensiz sarılıp, iyi ki varsın dediniz?

  • Pazarcının aldığınız çileğin alt tarafını çürükleri ile doldurduğunu fark edince, ne yapalım bunları da birine satması gerekiyordu gibi bir yaklaşım sergiler misiniz?

  • Üst komşunuz gecenin bir yarısı müziği sonuna kadar açsa ve bir de tepine tepine dans etse, kaç şarkılık sabrınız vardır?

  • Çaldığı müzikler tarzısınız ile uyuşsa kalkıp dans eder misiniz?

  • Kül tablasını içtiğiniz sigaralarla birlikte salonda bıraksanız ve koca/karınız sabah kalktığında söylense, ertesi gece özen gösterir misiniz?

  • En son ne zaman sevdiğiniz birini yaptığınız süprizle ağlattınız ve o ağladığı için ona sarılıp ağladınız?

  • En son ne zaman deniz kenarına gidip iyotu içinize çektiniz?

  • Alışveriş yaptığınız marketten çıktınız ve fazla para üstü aldığınızı fark ettiniz, parayı geri mi ödersiniz, o parayı bir sokak çocuğu için süt almak için mi kullanırsınız?

  • Sabah uyanınca açan papatyaya, öten kuşa ya da gökyüzünün maviliğine hayran kaldığınız oldu mu?

Bu liste uzayıp gider aslında... Merak ettiğim ne çok şey var ilk defa tanımaya çalıştığım insanlarda. Ömrüm yetmez bazı sorularımın cevaplarını bulmaya...

Öyle ilişkiler var ki çevremde adam kadının en sevdiği yemekten bir haber, kadın adamın tuttuğu futbol takımından. Ama bakıyorum gül gibi geçinip gidiyorlar. Galiba fazla merak iyi değil? Bazı soruların cevabı olmasa da olur sanki...

Ben bazılarına 'evet', bazılarına 'hayır', bazılarına 'duruma göre değişir' ve bazılarına 'her zaman', bir kısmına 'asla' ve bir kaçına 'böyle yapan olur mu', bir kaçına da 'hadi canım' dedim...

Cevaplarımı merak etme, dedim ya fazla merak iyi değildir.

Bu cümlemden sonra aklından bildik cümleyi geçirme.

Hadi geçirdin diyelim, gülümseme.

Hadi gülümsedin, bari bana belli etme...





_________________________________________________________

29 Mart 2009

GEÇ KALMAMAK


Bir yanlışlık var yaşanmışlıklarımda...
Bir yanlışlık var anlara yüklediğim anlamlarda,
İnsanlara yüklediğim duygularda...
Bir yanlışlık var yüreğimin sızısında...

Nedenini bildiğim bir soru var bende.
Cevabı kayıp hazine haritalarında...
Yakalanmamak gerek korsanlara.

Yorgunum aslında gecelerden
Cümleler kurmaya sebep hecelerden
Bir kuşun kanadını çırpışından yorulup,
süzülüşü vardır ya havada...
Süzülmek istiyorum hayata.
Hiç kanat çırpmadan,
Bu gece uzak kalmak kelimelerden.
Dalında kuruyan bir yaprak gibi
Rüzgarın esintisi,
Yağmurun damla darbesi ile
Düşmek istiyorum olduğum yere

Bir yanlışlık var yaşanmışlıklarımda
Bir yanlışlık var anlara yüklediğim anlamlarda,
Bir yanlışlık var yüreğimin sızısında...

Nedenli sorularımın cevaplarını bulmak gerek

Geç kalmamak sabaha



Geç kalmamak sabaha



Geç kalmamak hayata




__________________________________

ETKİLEYENİ BULMAK

Kitabın görselini ararken ulaştığım bilgi ile başlayayım Sevgili Bekriya’nın kitap mimine…

AĞLA SEVGİLİ YURDUM / Alan PATON

Ağla Sevgili Yurdum, Güney Afrika Cumhuriyeti'ndeki ırk sorununu yalın bir biçimde, zekice ve tutkulu bir içtenlikle ele alan bir roman, okuyanı sarsan bir yapıt. Kendisi de Güney Afrikalı olan Alan Paton, bu romanında, olaylara yansız bir tutumla yaklaşır ve yüreğini de okurlarına alabildiğine açar. Ama sonuçta bir tartışmadan, bir duygusallıktan çok ötelerde oluşmuş bir sanat yapıtı çıkar ortaya.


Ağla Sevgili Yurdum, sıradan bir Zulu rahibinin, katil oğlunu, Johannesburg girdabında arayışının öyküsüdür. Dilinin İncil'i çağrıştıran yalınlığıyla çarpıcıdır, ırk sorununu yansız ele alışıyla da gerçekçi bir romandır. Bu roman 1984 yılında yayımlanmış, daha sonra oyunlaştırılıp sahneye de konmuş, filme de çekilmiştir. Etkili anlatımıyla, bu roman, dünyanın dört bir yanında büyük yankılar uyandırmış, Güney Afrika Cumhuriyeti'nde hala sürmekte olan siyah-beyaz çatışmasını ilk kez gözler önüne sermiştir.
______________________________

Öğretmen bir anne babanın çocuğu olmanın güzel tarafları vardır, oyuncaklarınız kadar kitaplarınız da olur ve hatta kitaplarınız oyuncaklarınızdan daha çoktur. Annem Can Yayınlarının tüm çocuk serisini almıştı bana. Bir de akıl çantası vardı, çeşitli akıl oyunlarının içinde bulunduğu… Güzel bir çocukluk geçirdim ben. Dolu dolu… Bugünkü aklımı o günlere borçluyum kısaca…

Bekriya, etkileyen kitap deyince, işler karıştı tabi. Her dönem etkileyen birden fazla kitap olmuştur beni ve bu mim sadece bir kitap diyordu. Aldı beni bir telaş… Güncelleri aklımdan geçirdim. Üniversite yıllarına gittim oradan lise, ilkokul derken okul öncesi… Yok çok gittim dedim, ilkokula geri döndüm. Küçük Kara Balığı buldum, Martı Jonathan mı acaba dedim… Küçük Prens vardı bir de aşkı ve yaşamı öğrendiğim… Of ne zordu etkileyen bir kitap seçmek… Nedense ilklerden biri olsun diye tutturmuştum, ne de olsa sonrakiler onun gölgesinde uzananlar ya da yan kolları olacaktı zaman içinde…

Sonunda karar verdim. Çocukluğumun hayallerini süsleyen ve hayata bakış açımı şekillendiren, insan olmayı anlatan ve din, dil, ırk ayırmadan insan sevmemi sağlayan; Güney Afrika’da, hayaller kurup sokaklarında gezdiğim Johannesburg’da geçen kitabı seçtim. Küçük zenci çocuk, arkadaşım olmuştu o dönemde. En yakın arkadaşın kim deseler, onu anlatabilirdim sizlere. Neden beyazım, neden kötüyüm diye isyan ettiğim olmuştur. Teninin renginden utanır mı insan, utanır işte… Bugün teninin renginden, dininden, dilinden, görüşünden, görünüşünden dolayı ezen, sömüren, hor gören kim varsa; Aias’ın Habercisinin cümleleri yankılansın kulaklarında…

"Özgüven yitimi yaşamaya başlayan birey, sadece kendi kaderini ve kurtuluşunu düşünmeye başlar. İşte hata da tam bu anda oluşur. Kaçınılmaz son bu anda oluşur. Kaçınılmaz son büyük cezadır. Tüm inanç sistemlerinde olduğu gibi cezamız sadece bu hayatta çekmekle yükümlü olduğumuz değil, tüm hayatlarımızdaki acıdır.

Biri, insan tabiatıyla doğar da, insan gibi düşünmezse, işte bu insanlığın hudutlarını aşan düşüncesiz mahlûklar tanrılar tarafından ağır cezalara çarptırılırlar ”

Kitabın görselini ararken keşfettiğim bir de blogger oldu: Aysema, geçen yılki bir yazısında hem kitaptan alıntı yapmış - s.104-105-106 - hem de Alan Paton’un bir konuşmasında bu kitabıyla ilgili söylediklerine yer vermiş. Ben yazımda sadece konuşmaya yer vereceğim, alıntıyı buradan okuyabilirsiniz.

"Benim inancım odur ki: Korkunun gücüne karşı koyacak tek güç sevgi gücüdür. Eğer bu anlayış ve sevgi yitirilirse insanlık korku ve mutsuzluğa mahkûm edilecek, yaşam da dayanılmaz bir köleliğe dönüşecektir."
_______________________________

Merak ediyorum Yalnızlık Okulunun Sevgili Müdürü okuduğu hangi kitaptan etkilendi acaba? (Biliyorum yoğunsun ama ne zaman vaktin olursa o zaman yaz, senin kaleminden okumak zevkli olur.)

ZORU BAŞARMAK


İktidar bugün her yerde diye başladı cümlelerine...
Giydiğiniz eteğin boyunda... Bindiğiniz otobüste...Aldığınız ekmekte...İçtiğiniz çayda...Okuduğunuz kitaplarda... Seyrettiğiniz filmlerde...İçtiğiniz suda...İktidar bugün her yerde...


İktidar bir tek aşkda ve şiirde yoktur bilir misiniz? Çünkü aşk ve şiir karşı dururlar. Eşiklik bir tek aşkda ve şiirde bulur kendini. Aşk ve şiir sınır tanımaz. Taraf olmaz aşk da, şiirde de öyle... 65 yaşımda, hala ve inatla aşka ve şiire tutunmam bundandır. Dilerim ve isterim ki, aşık olun, şiir yazın, şiir okuyun... İktidara rağmen, karşısında ve dimdik ayakda durun.

Bu sözler Ahmet Telli'ye ait. Üniversitede devam eden Aydınlarla Yüzyüze Söyleşileri etkinlikleri kapsamında yaptığı konuşmanın bende kalan kısmını aktarmaya çalıştım size. Ahmet Telli, şiirlerini güzel okuyabilen nadir şairlerden... Sesiyle, tonlamasıyla saatlerce şiir dinleyebilirsiniz kendisinden ya da şöyle söyleyeyim ben dinlerdim o gün... Söyleşi tamamlanıp şiir okumaya başladı, ilki çocuksun sen oldu...


Çocuksun Sen


1


Dünyanın dışına atılmış bir adımdın sen
Ömrümüzse karşılıksız sorulardı hepsi bu
Şu samanyolu hani avuçlarından dökülen
Kum taneleri var ya onlardan birindeyim
Yeni bir yolculuğa çıkıyorum kar yağıyor
Bir aşk tipiye tutuluyor daha ilk dönemeçte

Çocuksun sen sesindeki tipiye tutulduğum

Dönüşen ve suya dönüşen sorular soruyorsun
Sesin bir çağlayan olup dolduruyor uçurumlarımı
Kötü bir anlatıcıyım oysa ben ve ne zaman
Birisi adres sorsa önce silaha davranıyorum
Kekemeyim en az kasabalı aşklar kadar mahçup
Ve üzgün kentler arıyorum ayrılıklar için
Bir yanlışlığım bu dünyada en az senin kadar
Ve sen kendi küllerini savuruyorsun dağa taşa
Bir daha doğmamak için doğmak diyorsun
Ölümlülerin işi bir de mutlu olanların
Onların hep bir öyküsü olur ve yaşarlar
Bırakıp gidemezler alıştıkları ne varsa


Çocuksun sen her ayrılıkta imlası bozulan

Susan bir çocuktan daha büyük bir tehdit
Ne olabilir, sorumun karşılığını bilmiyor kimse
Kötü bir anlatıcıyım oysa ben ve ne zaman
Bir kaza olsa adı aşk oluyor artık
Aşksa dünyanın çoktan unuttuğu bir tansık
Seni bekliyorum orda, o kirlenen ütopyada
Kirpiklerime düşüyorsun bir çiy damlası olarak
Yumuyorum gözlerimi gözkapaklarımın içindesin
Sonsuz bir uykuya dalıyorum sonra ve sen
Hiç büyümüyorsun artık iyi ki büyümüyorsun
Adınla başlıyorum her şiire ve her mısrada
Esirgeyensin bağışlayansın, biad ediyorum.

Çocuksun sen ve bu dünya sana göre değil


2


Çocuksun sen sesinin çağlayanına düştüm
Bir çiçeğe tutundum düşerken, ordayım hâlâ
Sallanıp durmaktayım bir saatin sarkacı
Nasıl gidip geliyor gidip geliyorsa öyle
Zaman benim işte, nesneleşiyor tüm anlar
Dursam ölürüm paramparça olur dünya

Çocuksun sen sesinin çağlayanına düştüğüm

Uçurum diyordun bir aşk uçurum özlemidir
Bırakıyorum öyleyse kendimi sesinin boşluğuna
Tutunabileceğim tüm umutları görmiyeyim için
Gözlerimi bağlıyorum geceyi mendil yaparak
(Gözlerim bir yerlerde daha bağlanmıştı, bunu
Unutmuyorum unutmuyorum unutmuyorum hiç)
Bir rüzgâr esse ellerin fesleğen kokuyor
Kırlangıçlar konuyor alnına akşamüstleri
Bu yüzden bir kanat sesiyim yamaçlarda
Üzgün bir erguvan ağacıyla konuşuyorum
Ayrılığın zorlaştığı yerdeyim ve dalgınlığım
Bir mülteci hüznüne dönüyor artık bu kentte

Çocuksun sen alnına kırlangıçlar konan

Bir bulutun peşine takılıp gittiğimiz yer
Okyanus diyelim istersen ya da sen söyle
Batık bir gemiyim orda, seni bekliyorum
Upuzun bir sessizliğim fırtınalar patlarken
Gövdem köle tacirlerinin barut yanıkları içinde
Ve gittikçe acıtıyor yaralarımı tuzlu su

Çocuksun sen, büyümek yakışmazdı hiç

Gülüşünün kokusuyla yeşerdi bu elma ağacı
(Soluğunun elma kokması bundandı belki)
Bir elma kokusuna tutundum düşerken
Sallanıp durmaktayım bir saatin sarkacı
Nasıl gidip geliyor gidip geliyorsa öyle

Çocuksun sen, çocuğumsun

Ahmet Telli

____________________________________


Evet iktidar bugün heryerde ve ne yazık ki gençlerin geleceğinde... Geleceği değiştirmek için karşı durmak gerek. Zoru başarmak için elele vermek gerek... Bugün hava güzel, gün güneşli, yarınlar da öyle olsunu düşünerek oy vermek gerek... Bugün iktidara karşı durmak gerek...

28 Mart 2009

KENDİNİ ANLAMA SORUNSALI


SERİM
Sevgili Yalnızlık Okulu varoluş sebebi gereği, ne deniyordu yönetim sistemleri litaratüründe: Misyon, evet misyonu gereği, yalnızlık sorunsalını incelemiş. Ve yazısını şu cümle ile bitirmiş ki, bence konunun mihenk taşı olmuş cümlesi:

Sonunun ne olacağını bilmediğimiz bir hayatın koynunda uyanmaktır yalnızlık…

Yazıyı iki kere okudum aslında. İlk kez dün akşam okudum ve şu yorumu yazdım:

Altı çizilesi bir cümle olmuş bitirişin yalnızlık sorunsalını. Meseleyi hayatın koynunda uyanmak boyutuna getirmişsin ya, sormak istedim sana, en çok sevdiğine, hiç gitmesin istediğine, dönsün diye geceler boyu içtiğine "hayatım" demez mi insan? Hayatın koynunda uyanmak bir parça sevdiğinin kollarında uyanmak değil midir zaten ve sevgiliye uyanmak aslında dönüp dolaşıp yalnızlığa uyanmak değil midir?

Soru sordum ya blog sahibine, bu sabah kalkınca merak ettim cevap yazmış mı diye... Nostatic yorum eklemiş yorumuma:

offf! evren n'aptın yaa :)

Ben de cevap verdim ona...

soru sordum nostatic ama yalnızlık beni dikkate almadı baksana :)

DÜĞÜM
Bu cevabı yazdıktan sonra yazıyı bir kez daha okudum. Ve merak ettim, bir çok blog yazarının merak ettiği gibi. Neden yazıyoruz? Neden yorum bırakıyoruz.? Neden cevap yazıyoruz? Tabii bu soruların hepsinin bir de olumsuz olanlarını eklemek gerek mutlaka...

Bir mim tadında oldu sanki... Ama bir mim değil. Kendini anlama sorunsalı...

Orta okuldaydım, edebiyat öğretmenim beni ve annemi nerede, ne zaman görse "Evren, gazeteci olsun hoca hanım - annem de öğretmendi - derdi. Üniversiteyi kazandığımda - İletişim Fakültesi o zaman özel yetenek sınavı ile alıyordu - sözlü mülakatta Sinema Televizyon Bölüm Başkanı, kalemin çok kuvvetli, bırak İletişim Sanatları diye tutturmayı, Sinema Televizyon' a alalım seni dedi. Babam ve annem yazdıklarımı okurlar ve desteklerler her zaman ve yazmaya devam derler. Arkadaşlarım da öyle...

Bunlar etki miydi, sonuç mu bilmem ama başlangıç olmadıkları kesin. İlk ne zaman yazmaya başladım diye düşündüğümde ki, çocukluk anılarımda bulursunuz detayını, hani şu küçüktüm annemin fırçasını alıp şarkı söylerdim tadında bir cevap verebilirim aslında size. Ama ben ilk ne zaman yazdığımı çok net hatırlıyorum. İlk yazdığım kişiyi de...

Ben genellikle içimde kalsıysa yazıyorum, kızdığımda, mutlu olduğumda, hüzünlendiğimde, aşık olduğumda, sahip olamadığımda, aslında karşımdakine a derken z demek istediğim anlarda... Ama ben o anları değil de, o anda bende kalanı yazıyorum daha çok. Karşımdakine geçmeyeni, geçmediğini düşündüğümü, geçmesin istediğimi... Ben kendimi anlattığım kelimelerle ve o kelimelerin sonucunda yazıyorum aslında:

Adam ve kadın hikâyeleri yazıyorum, geçmişe, geleceğe ve ana dair. Yüreğimden geçen en çok onlar… Yaşama dair notlarım da var aralarda hayata çivi niyetine çaktığım. Çiviler batar bazen ayağıma bir serzeniş olur kelimelerim. Zaman zaman merak edip kim ne demiş diye bakarım, izi kalanı paylaşırım satır aralarında. Hayat bir oyundur kuralını bilmediğim, bazen kazanırım bazen kaybederim. Kendime seslenirim, kendime kızarım, kendimi severim ama senden çok daha fazla değil inan. Anlatmak istediğin olursa, seni de dinlerim söyleyecek sözün varsa...

Söyleyecek sözü olanı dinliyorum ve aslında söyleyecek sözü olana benim de bir sözüm oluyor. Paylaşmak bu değil mi zaten.... Blog yazarlarının bazılarını düzenli okuyorum, hani şu anlam bulduklarımı ve tabi bir de merak ettiklerim var ki, o noktada daha çok başlık dikkatimi çekiyor, merak ediyorum ve mutlaka okuyorum.

Yorum bırakma konusundaysa mesele gene aynı aslında, söylenecek sözün olması... Her seferinde kelimelere kelime eklemek mümkün olmuyor ama bazı yazılar var ki, alkışı, takdiri, teşekkürü ve bazen sadece "... " hak ediyor ve aslında blog sahibine çok şey katıyor, en azından bana.

Bloga bırakılan yorumlara cevap yazma konusunu ise nezaketle bağdaştırıyorum. Hani kapınıza kadar gelen birine kapı açmak gibi... Ama evde yoksanız yapacak bir şey de yok tabi ya da ruh haliniz misafir kabul etmeye uygun değilse... O zama nda saygı duymak lazım blog sahibine. Ama ukalaca, sen gel yorum bırak beni çok da ilgilendirmiyor senin dediğin diyen blog yazarlarına denk geliyorum ki o noktada onların dedikleri de beni ilgilendirmiyor, okumuyorum bir daha.

ÇÖZÜM
Ve buradan blog yazma konusunda kendimi anlama sorunsalıma şu sonucu çıkarıyorum, ben paylaşmak için yazıyorum.

Nereden nereye geldim gene sabah sabah. Fazla uyudum, arpam bol geldi. Önce delerimi, sonra milerimi ve en sonunda da kilerimi kontrol edeyim de Şaşkınımı sinirlendirmeyeyim dimi?

Bu yazının yazılma amacı "hey yalnızlık neden cevap yazmıyorsun" falan değil. Lütfen yanlış anlaşılmasın, tam da aksine Nostatice verdiğim cevap yazdırdı bu yazıyı bana. Yorum bırakınca cevap beklemem ve ukala bir tavırla bir de dönüp hesap sormam yani. Yoksa yorum bırakmak da, bırakılan yoruma cevap verip vermemek de kişinin kendi kararı sonunda.

Bir arkadaşım ki çok severim kendisini ve yeri gelmişken belirtmeliyim ki, çok farklı bir anlam katmıştır hayatıma, bir mesaj attı geçenlerde bana, bana derken beni kast etmediğini belirteyim, içinde bulunduğu durumu özetlemek istemişti. Komik olan şudur ki; bu sabah aynı mesajı ben de kendisine ilettim.

Sadece ilgilendiğim kadar ilgilenilmek, sevdiğim kadar sevilmek istiyorum...

Hangimiz bundan farklı bir şey istiyor ki hayatta? (Farkındayım bu noktada bir kez daha oldum düğüm.Telaşa gerek yok, başka bir yazıda da bu düğümü çözerim.)


____________________________________________________

Not1: Yalnızlık; her hissettiğinizde, sırtınıza çantanızı alıp hayata tekrar, sil baştan başlamaktır aslında...
Not2: Şuşum bir de unutmuşsun ben ekleyeyim istedim, zarf olarak yazılan "tabii" çift "i" ile yazılır.

27 Mart 2009

GURURLU, COŞKULU TİYATRO

Uludağ Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, Sahne Sanatları Bölümü, 27 Mart Dünya Tiyatro Günü’ne yakışır bir kutlama programı hazırlamışlardı. Üniversite yıllarımdan bu yana, tutkuları, gözlerindeki parıltıları bambaşka olan geleceğin sanatçılarını, genç oyuncularını seyretmemiştim sahnede.

Fuaye programında, öğrenciler seslerinde coşkularının
yansımaları ve yüzlerinde inanılmaz bir mutlulukla, müzikallerden ve şarkılardan seçkilerle karşıladılar konuklarını. Augusto BOAL’un, 2009 yılı için hazırladığı, 27 Mart Dünya Tiyatro Günü Bildirisi ile başladılar programlarına… İlk bölüm, Oyunculuk Anasanat Dalı Lisans I Öğrencileri tarafından hazırlanmıştı.

Kahramanlar ve Metaforlar – Yazgıya Bozgu

Yaşam da ölüm de anlatılıyordu sahnede, hüzün de coşku da…
Sevda da anlatılıyordu, nefret de…

Seçtikleri müziklerin üzerine sadece oyunculuk güçlerini ekleyip ölümü sergilediler bize. “İnsan-yaşam-eylem-yazgı-bozgu” dizgesi bağlamında, eylemlerini en uygun anlatabilecekleri bir metafor-obje ve müzik eşliğinde 12 trajik kahramanın öykülerini çığlıkları, gözleri, yüzleri, elleri, vücutları, yürekleri ile aktardılar bize. Kanımın donduğu, tüylerimin diken diken olduğu anlar oldu. Özlemişim sahneyi, özlemişim insanın insana değmesini, özlemişim yüreklerin tek olup atmasını.

Burada detaylarını bulacağınız karakterlerin 4-6 satırda anlatılan hikayelerini yaklaşık 5 dakikalık performanslarıyla anlattılar ki seyretmenizi çok isterdim.

Aiskilos’un Prometheus’u, Sophokles’in Aias’ı, Sophokles’in Kral Oidipus’u, Sophokles’in Antigone’si, Turan Oflazoğlu’nun Genç Osman’ı, Sophokles’in Medeia’sı, William Shakespeare’in III. Richard’ı, William Shakespeare’in Lady Macbeth’i, William Shakespeare’in Hamlet’i, Murathan Mungan’ın Yezida’sı, William Shakespeare’in İago’su, ve Federico Garcia Lorca’nın Yerma’sı, birer birer ölürken sahnede, siz şaşırıyorsunuz ölüm neden ve nasıl buluyor bir şekilde insanı diye… Ve belki de daha da şaşırıyorsunuz ölümün bir tercih olabildiği anlara…

Oyunculuk Anasanat Dalı Lisans II Öğrencileri tarafından oluşturulan 2. bölümde ise Cehennemlik Gölgeler projesini sundular ki; daha açılış sahnesinde, Haberci'nin sözleri bir tokat gibi patladı yüzlerimizde:

Özgüven yitimi yaşamaya başlayan birey, sadece kendi kaderini ve kurtuluşunu düşünmeye başlar. İşte hata da tam bu anda oluşur. Kaçınılmaz son bu anda oluşur. Kaçınılmaz son büyük cezadır. Tüm inanç sistemlerinde olduğu gibi cezamız sadece bu hayatta çekmekle yükümlü olduğumuz değil, tüm hayatlarımızdaki acıdır.

“Biri, insan tabiatıyla doğar da, insan gibi düşünmezse, işte bu insanlığın hudutlarını aşan düşüncesiz mahlûklar tanrılar tarafından ağır cezalara çarptırılırlar ”

Aias - Haberci

Aias - Cehennem Kapıcısı, Prometheus, Antigone, Medea, Klyteimestra, Hamlet; Ophelia, Edmund, Juliet, III. Richard, Lady Anne, Kraliçe Margaret, Prolog Anlatıcısı, Hekate, Haberciler; kendi cümleleriyle anlattılar öykülerini.

Perde kapandığı anda yüzlerinde kendilerinden duydukları gurur bile onları ayakta alkışlamaya değerdi.

26 Mart 2009

YASTIK



Bej üzerine kırmızı, lacivert çizgilerim var benim. Dar diktörtgenim. Kırmızı büyükçe kare olana yaslarım sırtımı. Tamamlarız birbirimizi onunla. Dururuz L koltuğun bir köşesinde. Sırtına destek olurum evin hanımının. Bazen başını yaslar bana. Korktuğunda kollarının arasına alıp sıkıştırır beni göğsünde. Eğer bir kavga varsa şakadan ya da siniriendirdiyse bir arkadaşı, alır fırtatır beni hiç düşünmeden. Nadiren yıkar beni, sökmek zor gelir iplerimi. Olmaz demeyin, özellikle sehpada oynanan bir oyun varsa, teklifsiz benim üstüme oturur arkadaşları, evin hanımı kıyamaz da kırmızı olanlara, yastık var mıydı diyene, beni uzatır gözümün yaşına bakmaz bile o anda. Nedense ben hep hor görülenimdir. Misal; laptop bacaklarını ısıtmasın diye beni koyar bacaklarının üzerine ya da kolunun altına koyar destek olayım diye, verir tüm ağırlığını, düşünmez taşır mıyım, ezilir kalır mıyım diye. Kırmızı kadifeler narin ya, benim pamuksu dokum tepe tepe kullanılı çok amaçlı. Misafir gelir eve, yastıkları kaz tüyü hanımım misafirlere bir de beni verir üstüme hiç yakışmayan yeni kıyafetlerle. Ne diyorlardı ona: kılıf.... Sabahları özenle düzeltir hepimizi. Boy boyuz hepimiz. bazılarımız tek yumurta ikizi. İkişerli takımlar gibi diziliriz koltuklara. Düzeltir özenle her birimizi. Havalandırır. Kabartır koltuklarımızı her gece, olmadı sabahına mutlaka. Herkes kendi köşesine çekilince bakar uzaktan şöyle bir. Gülümser bize. Yerli yerinde bırakır bizi. Özenlidir hanımım, sevmez öyle dağınık ortalıkta duralım. Bilmez ki, o gelene kadar biz evde parti havasında... Her gece karşılarız bir kendisini askeri bir düzen içinde huzurla yayılsın tek kişilik L koltuğuna, dinlesin müziklerini, dalsın aşk kokan rüyalara... Her şeye katlanırım da dayanamam bir yaptığına: O her gece beyaz kılıflı yastığını alır koynuna... Bağırırım arka odaya giderken, duymaz beni bilirim, ama ben gene de söverim içimden hayata: Söyle! Adaletin bu mu dünya?


_______________________________________