11 Ağustos 2009

KLAVYENİN BAŞINDA...


Bir Gece...
Sakince oturdu klavyenin başına, niyeti 3-5 arkadaşa bakıp, belki iki satır selam edip çıkmaktı. Uzun zamandır ses vermeyen bir arkadaşından gelen bir mail ile donup kaldı: Selam...
Selam...
diyebildi sadece...

Bir Akşamüstü...
Sakince oturdu klavyenin başına, niyeti 3-5 arkadaşa bakıp, belki iki satır selam edip çıkmaktı. İçeriden, derinden bir müzik sesi ile irkildi, uzun zamandır dinlemediği bir melodi çalınıyordu kulaklarına: Gitme gitme, gittiğin yerlerden dönülmez geri...
Gitme... Gitme...
diyebildi sadece...

Bir Sabah...
Sakince oturdu klavyenin başına, niyeti 3-5 arkadaşa bakıp, belki iki satır selam edip çıkmaktı. Msnindeki tek adam yeşildi, sabahın bu saatinde niye ki diye düşündü kadın... Tam parmakları klavye ile buluşacaktı ki, adamın yazdığını fark etti bekledi... Ekrana tek bir kelime düştü: Üzgünüm...
Ben de...
diyebildi sadece...

_______________________

Bazen hiç beklemediğiniz anda gelir bir anı, çöreklenir... Aklınıza, yüreğinize, gözünüze...
Dağılırsınız...
Aklınızda bir soru,
Yüreğinizde bir sızı,
Gözünüzde bir yaşla...
Kalırsınız klavyenin başında...

Ne bir kelime dökülür dilden, ne bir parmak dokunur tuşa...
Öylece dalar gidersiniz geçmişe; geride kaldı dediklerinizi de yanınıza alarak...


10 Ağustos 2009

GÜNÜN GETİRDİKLERİ VE VUSLAT EVİ

Sabah kahvemi yudumlarken geldi oturdu karşıma, sinirliydi ama daha çok incinmiş: Onurum bu benim, çocuklarımın yüzüne bakamam dedi.

Söyleyecek sözün bittiği andı yaşanan; sadece baktım haklısın dedi gözlerim, anladı mı bilmem. Kalktı gitti, geldiği gibi, selamsız...

25 yıldır aşkla bağlı olduğu mesleğinde geldiği noktaya biraz da uzaktan bakarak; bunu hak etmiyorum ben dedi. Çayımı içiyordum o sırada. Gözleri dolmuştu, ağladı ağlayacak haline, söylenecek söz yoktu. Sustum, bir çay söyledim. Sustuk birlikte. Gözyaşının sesini duydum bir an. Baktım, ağlamıyordu ama biliyordum, içinden çığlıklar atıyordu. Kalktı gitti, geldiği gibi, selamsız...

Öğlenin habercisi midemden bir ses geldi, oralı olmadım. Bir beş dakika sonra bir ses daha... Bakındım sağa sola, mide sesimi karşılık verebilecek bir şey var mı etrafta: Masamın üzerinde nicedir duran, uzun zamandır çiğnemediğim, şu içinden fal çıkan sakızlardan vardı. Gülümsedim, ne için, ne zaman için sakladığımı bilmeden, belki de iki aydır masamın üzerinde duran sakıza baktım. Zamanı mı dedim, şimdi mi?

Sakıza uzandım, açlığımı daha da hissedirecek olmasını umursamadan, belki dedim, bir kaç gündür sebebi belli sıkıntılarımın cevabı vardır içinde...

Kocaman bir kahkaha koptu tek başınalığımın sessizliğinde... Öyle ki; odamın dışındakilerden bir ses koptu: Hayırdır Evren Hanım?

Hayır, hayır dedim sonra durdum ve hatta evet, evet...
Çıkan falda şöyle yazıyordu:

O yar ile vuslat evine gir
Al başını bulutlara değdir
Bu aşk bir masal olsun demişsin
Aşk zaten rüya gibi bir şeydir
Öyle midir?
Başım göğe erer mi?
Masal mutlu sonla biter mi?

Göreceğiz...

09 Ağustos 2009

YAZILANI YORDUM - 4





Hayat bazen; okuyup bitirdiğin ve rafa kaldırdıktan yıllar sonra anlamını bulduğun bir oyun gibi... Biraz gizemli, biraz hayal, biraz kalan, biraz yiten... Kalanlardan cümle yapmak için sana yeni kelimeler, virgüller ve üç noktalar sunacak diğer yarını bulacaksın bir gün; ve elinde kalan kelimelerle bugüne kadar kurduğun en güzel cümleyi kurup gülümseyeceksin hayata.

Sana oynadığı oyuna, senin bu oyundaki rolüne biraz da şaşarak...

08 Ağustos 2009

YAZILANI YORDUM - 3

ellerine iyi bak bebek, onlarla tutunacaksın hayata...
yüreğine iyi bak bebek, o olmadan yanamazsın böylesi aşklarla...
gözlerine iyi bak bebek gönül gözün onlar senin, onlar olmadan göremezsin sana sunulan güzellikleri asla...
kelimelerine iyi bak bebek, onlar olmadan yazılmaz anarşist sevdalara ve sövülmez bu hayata...
gözyaşlarına iyi bak bebek, ne ağıtlar yazılır onlar olmazsa ne de motikşa notlar bu okulun kayıtlarına...
ama en çok kendine iyi bak bebek, hayat çok güzel bunu sakın unutma!!!
______________________
Fotoğraf / 1x.com

07 Ağustos 2009

SEBEBİ BELLİ SIKINTILAR___1



İstemedi canım bir şey yazmak...
Öylece oturmak istedim...
Akıl sesim sustu yürek konuştu...
Yürek sustu akıl başladı.


Bırakın diye haykırdım...
Bırakın beni bu gece...
Daha fazla sıkıntı büyütmeyin içimde...






KURULMUŞ CÜMLELER / 4



"massimo`ya;
birlikte geçirdiğimiz yedi yıl için.
eksikliğini duyduğum ve asla bana ait olmayacak yanın için.
mümkün değil dediğin her sefer için.
aynı zamanda geleceğim dediğin her sefer için.
sürekli bekliyorum.
sabrımın adına `aşk` diyebilir miyim?
le tue fata ıgnorante (senin cahil perin)"



"Herkes aşkı arar ama kimse onu tanımlayamaz, ne olduğunu, neye benzediğini bile tarif etmekte bazen zorlanırız. Belki de onun için erken kaybederiz çoğu şeyi. Belki de ondan yarım bırakır yaşanılanlar bizi. Hatıralara tutsak eder. Aşk bir karmaşa düzenidir. Hiç olmadık zamanda gelir girer hayatınıza. Ve belki de bize yepyeni bir dünyanın kapılarını aralar."
Cahil Periler
Filminden Alıntı

BİR KALEM BİR DEFTER


Annemin doğduğu yerdi Balıkesir, severdim. Dursunbey İlçesi'ni ise hiç duymamıştım. Mail geldiğinde dikkatimi çeken haliyle tanıdık olandı ve okudukça daha da tanıdık gelecek kelimelerle karşılaşacaktım: 1M, pino, kampanya, çocuk, köy, defter, kalem...

Nereden çıktı Dursunbey diyenler için, önce Dursunbey İlçesi hakkında kısa bir bilgi:


Dursunbey Balıkesir'e bağlı şirin bir ilçe. Batıda olmasına rağmen 640 rakımlı, engebeli bir coğrafi yapısı var. İlçe ormancılık, tarım ve hayvancılıkla geçiniyor. İlçenin Balıkesir il merkezine uzak olması (70km) yüzünden özellikle eğitim ve sağlık alanında sıkıntıları var. Uzun yıllardır süren öğretmen açığı ilçenin bakanlıkça "zorunlu doğu görevi" kapsamında değerlendirilmesi sayesinde kısmen giderilmiş. 103 tane köyü olan ilçede taşımalı eğitim uygulandığı için 33 tane ilköğretim okulunda eğitim veriliyor. Bu okullarda yetkililerle birlikte 3003 adet fakir öğrenci tesbit ettik. Bu öğrencilerin bir kısmı Yatılı Bölge okulu ve 200 kadarı ilçe merkezinde.
DURSUNBEY VE KAMPANYA...


Gönül yolculuğundaki duraklarını, çocuklar için çoğaltan Bir Milyon Kalem; her çocuğun bir kitabı olmalı kampanyasının başarısı ve katılımcıların destekleri yeni bir kampanyaya ışık tutmuş: 33 köy, 3033 çocuk için el ele

Gülümseten çizgileri ve yüreğini koyduğu renkleri ile Pino tarafından hazırlanan logoyu duyurabileceğiniz bütün platformlara koyabilirsiniz.

Şimdi hepimiz için el ele verme zamanı...



Haydi sen de uzat elini...


06 Ağustos 2009

MEDCEZİRDİ AKLIM YÜREĞİME


kelimelerinde sürüklendim bu gece...

dolandılar aklımın yürek çizgisinde....

yüreğimin akıl duvarına çarptılar da sessiz kaldılar bir süre...


kelimelerinde boğuldum ben bu gece...

girdaplarında kayboldu sevdam ve cezirleri vardı sadece...

medlerini aradım durdum çaresizce...


medcezirdi aklım yüreğime

sensiz gecelerde




Sense bir yaz akşamısın içimde...


Summertime / Jimmy Smith

_____________________________

Fotoğraf / 1x.com

TO DO LIST / TEK MADDE HALİNDE


Üst düzey bir toplantının, sınıra dayanmış bir öğle yemeği açlığında, gözler saatlerde, saatler yelkovanla akrebin tatil rehavetine kapılmış yavaşlığında, evet, geçmiyor zaman ya da yetmiyor zaman hallerinin sıkışıp kalmış garipliğinde; elimde bir not defteri, diğerinde bir kalem, bembeyaz bir sayfaya alınacak ne çok notum var da kelimelerim nerde diye düşünürken...

Bir yapılacaklar listesi hazırlasam diyorum, 38 yaşımın 40'a 2 kalasında; kalemin kağıtla buluştuğu o anda elim titriyor:

MAYA yazıyorum, hemen yanına KARDELEN...

Elim durmuyor, yüreğimin çığlığı susmuyor...
To do list, to do list olmaktan çıkıyor.



Oysa ben seni yoldan geçerken bile sevdim. Dokunmamıştım üstelik henüz sana. Ne adını biliyordum ne de nasıl bir kokun olduğunu.... Sen hiç bilmedin: Sen başka kucaklarda, sırtlarda, omuzlarda hayata şaşarken, ben sensiz kalışıma şaşıyordum. Hiç mi hak etmedim seni diye öyle çok düşündümki... Ama sen bir hak değildin, bir karardın nihayetinde: Doğru adamla kadının bir araya geldiğinde hayat adına aldığı en önemli karardın sen: Hiç cesaret edemediğim. Yalnız kalırsın diye korktum en çok, yetemem sana diye...

Seninle oynayamadığım oyunları oynadım çocukların bahçelerinde... Binlik puzzle yaptım dilini zar zor konuştuğum bir tanesiyle. Kovboy oldum bir diğeri ile. Saklambaçtı en sevdiğim oyun, gözyaşlarım gözükmesin oyunlar oynarken diye... Fal baktım plastik fincanlarda, öyle küçüklerdi ki, senin ellerini düşledim bir kız çocuğunun "alırmısınız" diyen kahve kokusu bedeninde...

Geceleri ağlayarak bölmedin uykularımı belki ama çok uykum bölündü benim sensiz oluşuma. Benim olman şart değildi ki; benim olmadığın zamanlarda oldu elbet hayatımda. Öyle çok sevdimki seni o zaman bile; bendensin gibi, bensin gibi, cansın gibi sevdim seni en çok.

Bir erkek çocuğu oldun bir seferinde, at koşturdum seninle salonun ortasında ve sonrasında bir kız çocuğu; salatama roka kopartan... Bir "dedişşşşşşşş" diye sesdin günün ortasında. Saçımı saydın tel tel renkleri öğrenirken. Kırmızıydım ben ve sen kıvırcık saçlarına isyan ettin; benimkiler düz, seninkilere benzemiyor diye...

Sen hiç benim olmadın belki ama kokladığım her bebekte, oyunlar oynadığım her çocukta, derdini dert edindiğim her ergende benimdin sen, benimleydin, bendendin o anlarda...

Şimdi yapılacak bir "to do list"im var elimde, tek madde halinde...




04 Ağustos 2009

BEKLENENİN GELİŞİNE

Öyle çok özlemişimki seni...

Senle ben ayrı kentlerin ayrı sabahlarına uyandık sadece kendimizin bildiği, mutluluk veya sıkıntılarla, konuştuk belki de üzerlerine ama hiç bilmedik içte olanı, bize kalanı.

Sen beklenendin, özlenen ve özleyen...

Şimdi bu kentte, şenliklerin başlangıcı sana ayarlandı. Sen gelince yakılacaktı bütün odaların lambaları. Sen büyük tencerelerin gözönüne çıktığı, ocakta ateşin hiç sönmediği, neşenin ve sohbetin zamanıydın. Yenen yemeklerin hayali konuğuydun her zaman, yenecek yemeklerinse başkonuğu... Adın mutlaka geçerdi; ya bir şarap kadehi kalkarken ya da bir rakı sofrasında buz aranırken...
Sen beklenendin, özlenen ve özleyen...

Senin beklenme halindeki hüzün ve heyecanın en güzel yansımasıydı; annemle babamın sarılışındaki o hasretlik halinin, gururla ama en çok da sevgiyle harmanlanışındaki damla...

Bugün abla kardeş hallerimizin o artık kedi-köpek olmayan keyfinde; seneye dedin mutlaka gelin ama mezuniyetime değil baro yemin törenime... İçimden bir çığlık kopup geldi oturdu yüreğime, gururum bir damla gözyaşı oldu, tüylerim diken...

Sen beklenendin, özlenen ve özleyen ve her zaman gurur duyulan...

Canım iyiki geldin, öyle çok özlemişimki seni...

02 Ağustos 2009

PAZAR SAYIKLAMALARI / BİR




İki mumun alevinde, kalecikkarası ile cabernete sauvignon bordosunda, hayatın çizgilerini taşıyan el emeği kadehlerde, bir akdeniz ülkesi peyniri tadında, gecenin güzelliğine şapka çıkaran ortancaların ıslığında, bir dudağın bir kadehe değme anının bir tene değme anındaki hazzında daldığınız bir uykunun gününe şöyle başladığınızı düşünün:




Gözlerinizi açtınız, yüzünüzü ışığın geldiği yöne döndünüz, bir çift gülen gözün size; bir tutam sevgi, bir tutam huzur, bir tutam tutku ve bir tutam mutlulukla karışmış bir dolu endişeyle baktığını gördünüz. Gülümsemenizle birlikte, sizi kollarının arasına çekti ve alnınızdan öptü.



Şimdi kapatın gözlerinizi, önce geceyi, sonra o geceye uyuyan sizi; ve böyle bir sabahta, adamın gülen gözlerinden size endişe diye yansıyan durumun neden kaynaklanmış olabiliceğini söyleyin:


Gideceği için...

Kalacağı için...

Söylemedikleri için...

Söyleyemedikleri için...

Söylemiş oldukları için...

Söylememiş oldukları için...

...
...
...
_____________________________________



KIRMIZI


Severim kırmızıyı...
Burcumun bir özelliği olması bir yana, çağrıştırdıklarıdır beni kırmızıya bağlayan.
Ama öyle her tonunu sevmem.
Tutkulu olmalı, beni içine çekebilmeli.
Yakıcı olmalı ama ısıtacak kadar.
Tıpkı aşk gibi...

Kırmızıda huzur yoktur.
O sevmek gibi değildir.
Emin olamazsınız kırmızının sizde çağrıştıracaklarına.
Mesela ben, dozunda severim kırmızıyı.
Üzerimde taşırken fazla olmamasına özen gösteririm.
Yakar çünkü.
Gözü alır.
Size fazla gelmese karşınızdakine ağır gelir.
Tıpkı aşk gibi...
Oysa sevmek öyle midir?

Bugün büyük bir keyifle yazılarını okuduğum Haşmet Babaoğlu'ndan bir alıntı var gene. Bir arama motorunda "Haşmet " yazınca çıktı karşıma.

Kırmızıdan, aşktan söz ederken...
"Nasıl oluyor da, "seni seviyorum" lar bir süre sonra ve iç burkucu biçimde "beni boğuyorsun"a dönüşüveriyor? Uzun ve acıklı bir hikaye.. Ama şurasını olsun söylemeliyim; Sevmek ağırdır. Uykuları kaçırır, uyanıklığı sarhoşluğa çevirir... Oysa modern insan her şey hafif olsun istiyor, sevmek bile !... Mümkünse sadece sevilmek istiyor. Ancak ayrılık acısı çökünce, terk edilince, özlem ateşiyle yanınca farkediyor ki, Seviyormuş..."

Aşklarınız ve sevgileriniz kırmızıya dönüşsün ama kavurmasın dilerim.



Şubat 2006 / İstanbul
_______________________________
Fotoğraf / 1x.com

01 Ağustos 2009

İÇİNE ATMAK


Bugün biri fal baktı bana. İçine atmışsın dikkat et taşmasın dedi. Psikolojik olarak seni zorlayacak bir birikime dönebilir atamadıkların. İnternette arama yaptım: “içine atmak” Aşağıdaki tanımı buldum.



“Konuşamamak, anlatamamak, paylaşamamak, haykıramamak, hep susmaktır. Dışarı atılacağı anı hissedersiniz. Sığmıyordur içinize. Boğazda bir yumru ve ardından gözlerin dolmasıyla başlar. Hüngür hüngür ağlamaya başlanır. Dışarı atıldığı zannedilir. Yine tek kelime çıkmamıştır ağızdan, hıçkırıklar dışında. Gözyaşlarını çözen şifre olmadıkça bilinemeyecektir. Yine içinize atmışsınızdır aslında.”


Ne güzel bir tanım değil mi?

Size de öyle olmaz mı?

İçiniz sıkışır.

Bilinmeyen boğar sizi.

Gözleriniz dalar… Uzaklara bakarken boş boş…

Ağlamaya başlarsınız.

Ağla açılırsın derler. Ağlama değmez derler.

Siz içiniz katılıncaya kadar ağlarsınız.
Bazen bir dosta sığınırsınız.
Bazen bir film seyredersiniz.
Bazen soğuk bir “Nesquik” içinizi ısıtır.
Bazen hiç beklenmedik bir el sizi sarar.
O elin sıcaklığını içinize atarsınız.

Tam da o sırada gözünüze sabun kaçar ağlarsınız.

13.11.2007
_________________________________________
Fotoğraf / 1x.com

29 Temmuz 2009

EZBERİ BOZMAK

birgünsanabircümleyazmakistiyorumnoktasıvirgülüolmadanhiçbirsoruişaretiünlemegerekduymadanherhangibirkuralauymadantekbirboşlukbırakmadansenitanıdığımgündenberibozduğumbütünezberlerimgibiolsunsenokuanlaveyaokuyamaamagenedeanlasenisevdiğimiyazsambusencedeistediğimgibibircümleolurmupekiçimlereuzansakvekulağınasöylesembucümlemiyazdığımgibiezberbozmakolurmu

BEN SENİ UZANIP ÖPERİM


Bir yolculuğun telaşlarındasın sen şimdi ve heyecanlarındasın kavuşmanın, pır pır eden yüreğini koymayı unutma çantana ve yeşillenmiş yarınlarını... Sarıp sarmalayacağın güvenli kolların olsun yanında, yeter bana...

Ben seni uzanıp öperim...

BİR SABAH TAŞ OLDUM


Bir sabah uyandığınızda kafanızda sorular varsa;

Sorarsınız...
Susarsınız...

Evet, ben sustum. Nice sabahlar sadece sustum. Bu sabah kafamdaki sorunun cevabı çok net aslında, kendime söylesem, ama korktum.


Bir sabah uyandığınızda kafanızda sorular varsa;

Sorarsınız...
Susarsınız...
Korkarsınız...


Evet, ben korktum. Nice sabahlar sadece korktum. Bu sabah kafamdaki sorunun cevabı çok net aslında, kendime söylesem, ama kaçtım.

Bir sabah uyandığınızda kafanızda sorular varsa;

Sorarsınız...
Susarsınız...
Korkarsınız...
Kaçarsınız...


Evet, ben kaçtım. Nice sabahlar sadece kaçtım. Bu sabah kafamdaki sorunun cevabı çok net aslında, kendime söylesem, ama durdum.

Bir sabah uyandığınızda kafanızda sorular varsa;

Sorarsınız...
Susarsınız...
Korkarsınız...
Kaçarsınız...

Durursunuz...

Sorarsınız...

Sorarsınız...

Sorarsınız...

Evet, ben sordum. Nice sabahlar sadece sordum. Bu sabah kafamdaki sorunun cevabı çok net aslında, kendime söylesem...

Söyledim, durmadı içim: Aktı...
Bir daha söyledim, durmadı yüreğim: Taştı...
Bir daha söyledim: Taş oldum Kaldım...

SUSTUM


28 Temmuz 2009

DERİN DÜŞÜNCE



Benliğimi bırakır da gidersem...
Senliğine ortak eder misin ki beni...

İlişkiler üzerine düşünüyorum.

Birinin yek diğerine teslim olma halini. Fark etmiyor kadın ya da erkek, meselem teslimiyet...

Düşünüyorum ve işin içinden çıkamıyorum. Çevremdeki ilişkilere bakıyorum. Dinliyorum. En umursamazı bile teslim olmuş içten içe de belli etmiyor kendince.



Tuhaf diyorum, insanoğlu tuhaf...
Yaşarken teslim olmayacağım diye diretirken, bu sefer de ayrılınca teslim oluyor...

Acı, bu teslimiyetin bir yansıması olabilir mi?

27 Temmuz 2009

PAYLAŞMAK SENDE OLANI

Yıllar ne çabuk geçiyor...

Hüzün yürekte ağır geliyor, taşıyorsun, ha deyince gitmiyor biliyorsun. Sen içine kaçtıkça, kelimelerin de kaçıyor en kuytu köşelere... Üzerinde bir hüzün elbisesi, yıkanmamış sanki senelerce...

Sonra bir terzi geliyor... Sana çok yakıştığını düşündüğün hüzün elbisesini çıkartıyor, çırılçıplak kalıyorsun. Mutluluk kumaşını uzatıyor. Sana yakışan kumaş budur diyor. Sen bakıyorsun. Üzerimde sakil durmaz mı taşır mıyım ki endişeni yüzüne yansıtınca; üşenmiyor, alıyor ölçünü, dikiveriyor en güzelden daha bi güzelini... Sen tüm çıplaklığınla ağlıyorken nedensiz onun karşısında; biraz ürkek uzatıyorsun elini. Kendine çekiyor seni. Sarıp sarmalıyor. Utanma diyor, her yürek acır bir zaman ve her yürek değiyorsa eğer çekip çıkartılmalıdır kendi bataklığından. Kendine dokuduğu mutluluk kumaşını seninle paylaşmaya hazır haline şaşkın bakınırken sen, çıplaklığına en yakışanı dikip bir de giydirince üzerine:

Her sabahına güzel ve mutlu uyanıyorsun. Kuşkusuz sol yanın dolu olduğundan ve tabi bir de güven duyduğun bir göğse sarıldığından... Hüzün hep içimde dediğin halin geride kalıyor, yerini bir gülümseme, bir huzur, bir mutluluk alıyor. Hüzün sokağına uğramıyor bir dostun temennisindeki gibi... Hatta hüzün, eski bir fotoğrafın sararmışında çoktan almış yerini de şimdi dönüp bakarken; ne hüzün dedirtiyor sadece. Daha öteye bile gitmiyor duygun...

Eline bir kağıt kalem alıp, iki satır karalıyorsun el yazınla:Sen içimde çiçekler açtırdın ya bunun için bile sevebilirim seni bir ömür... Öpöylesine *...



_____________________________________________________________________
Fotoğraf / DevianART
İlk Yayın Tarihi / Temmuz 2009 / Terzinin adı çokça anılınca bugünlerde, yazımı tekrar yayına vereyim dedim. Ve ne göreyim, yine ve yeniden isimsiz bir (ç)alıntı yapılmış, yazdım editörlerine... Gülüp geçebilmek isitiyorum böyle anlarda, ama hep derim ya, kendi yaşanmışlığıma, duyguma, kelimelerime, özelime tecavüz gibi geliyor her defasında...
* Öpöylesine, terzinin yazılarımdan birine yazdığı bir yorumda geçmiştir. Ve içinde herşey olan bir sürü şey ifade etmektedir. Ve (ç)alıntı yapan bunun ne demek olduğunu bile bilmediğinden, ölesiye diye çevirmiştir.

KAHVE FALINDA ÇIKTIN KARŞIMA

Bu sabah uyandım…
Yatağımdan kalkarken yüzümde bir gülümseme vardı.
Mutluydum. Güzel bir uyku uyumuştum ve huzurluydum.
Yatağımın sol yanında uyandım. Yatağımın sol yanı uzun zamandır boş. Sahibini bekliyor.


O olmasa da, masadaki sandalyesini boş bırakan bir anne tanıdım, oğlunun gelmesini dört gözle bekleyen. Her yemekte bir sandalye, bir tabak onun için de konurdu masaya. Günler sonra, oğlu gelmese de kızım dediği gelini gitmişti oğlunun yanına. Uzaklardaki bir masada oğlunun yalnız olmayacağını bilmek mutlu etmişti son günlerinde onu. Nerededir o çift şimdi kim bilir?


İnsan aklı nereden nereye…


Yatağımın sol yanını anlatıyordum. Dün gece ilk defa yatağımın sol yanında uyudum. Yastığa sarılmadan. Sadece kafamı dayadım. Güvenli, sevgi dolu bir göğse yaslar gibi huzurluydum. Sabaha kadar öylece uyumuşum. Sabah ilk defa yatağımın sol yanında uyandım. Dedim ya mutluydum. Mutluluk ne kısa ne uzun bir duygu. Anlık, o an var sonra o an aklına gelince gene var. Ama hüzün öyle mi… Hep içimde. Bir köşede sinsice bekliyor. En mutlu zamanda bile kendini hatırlatacak küçük bir ayrıntı buluyor. Mesela, tam da o uzun zamandır beklediğiniz öpücük size doğru geliyor. Kalbiniz çarpıyor, ağzınız kuruyor, kan öyle hızlı dolanıyor ki damarlarınızda; içinizde tuhaf bir korku…


Ve işte sahnede gene o görüntü:


Bir adam camdan dağın yamaçlarında kurulmuş şehre bakıyor, üzerinde küçük siyah bir şort. Bedeni çıplak, elinde bir sigara. Şehir gözle görünür mesafede, sabah ayazında üzerinde bir çiy. Kadın yattığı yatakta adamın keyifle sigara içtiğini düşünürken; adam yitirdiği kadına ağlıyor.


Neden sürekli bu görüntü gözüme takılıyor.
Neden beni o adamın ve kadının hali hüzünlendiriyor. O adam kim. Ben miyim yatakdaki kadın. Peki neden o yataktayım. O ev. O yamaç… İki yanı ağaçlarla çevrili bir ormana girer gibi dar bir yol.


Öpücük artık beni ilgilendirmiyor. Kafam o yolda. Korkuyorum oradan ileriye, yolun sonundaki eve gitmeye. Karşı evde kocaman bir köpek. Dost olduğumu anlar mı?


İçeride beni neyin beklediğini bilmiyorum. O adam hala pencerede mi ki?
Sorsam, neden her heyecanlandığımda camın önünde duruşunuz geliyor gözümün önüne desem. O kadar gerçek ki görüntü aklımda. Bari diyorum bir kahve içimlik uğrayayım yanına.
Bulur muyum yolu acaba? Ya da aradığım cevabı bu adamda.


06.05.2007
___________________________________

26 Temmuz 2009

YASDAYIM

Gece karanlık...
Gece hüzünlü...


Uzun zamandır esen rüzgar;
"En kötü karar kararsızlıktan iyidir" diyor.


Hani eskilerin deyimiyle plak dönüyor;


"Yoksun
Yine varlığım sürükleniyor
Sensizliğim bilinmiyor
Sen gittin gideli ellerim hep titriyor
kalbim bu acıyı gizliyor"


Ben bir sigara yakıyorum geceye, dumanı yol alıyor.
Duman olup geceye karışmak istiyorum.


Olmuyor.
"Çok zor o kadar yıl sonra itiraf etmek
Bu aşkı bertaraf etmek
Bu kez sana söyleyecek ne çok şey vardı
İsterdim bak unutmadım demek"


Plak dönüyor;
İçimi bir hüzün kaplıyor.


"Yıllar sonra bile hiç kimseye söyleyemedim
Bu sevdayı kalbime gömdüm"


Düşünüyorum...


Var mıdır kalbe gömülen sevdalar.
Yürek taşır mı, dayanır mı, eskisi gibi çarpar mı?
Bir sigara daha yakıyorum.
Ateşi kor yüreğim.
Dumanı vuslata sitemim.
Külleri...
Söze ne gerek anlayın işte budur benden geriye kalan.


Dayan yüreğim dayan.


Plak dönüyor...


"Şimdi eşim dostum beni hastayım sanıyor
Yastayım hiç kimse bilmiyor"


Hüznü bir köşeye koyuyorum.
Eski fotoğraflara bakarken bir anı gelip beni buluyor.
Gülümsüyorum.
Hüzün yasla karışıyor,
Karışıyor da...
Aşk hala her şeye rağmen nasıl bu yürekte kendine yer buluyor, işte bunu bilmiyorum.


Plak duruyor...


Kalbim hala taşıyor, hayır hiç ağır gelmiyor
Eskisi gibi de çarpıyor üstelik


Ama neden bilmem...
Bu gece bana ağır geliyor,


HİÇ KİMSE YASIMI BİLMİYOR...




14.06.2006


_________________________________________

Fotoğraf / Despair© Mel Brackstone