21 Ocak 2024

Sığacık, F100 ve Hayat


Pazartesi günü çözülmesi gereken resmi bir işlem için İzmir'de olmamız gerekince, cuma öğleden sonrayı da kaytarıp yola çıkıyoruz. Maviş hayatımıza girdiğinden beri durumumuz bu, biz yolda olmayı onunla daha da çok seviyoruz. 

Orhanlı Köyü'nde emeklilik hayallerinin yeşereceği toprağımızda suyu çıkarttık, motor denecek cumartesi günü, elektrik zaten bağlanmıştı. Kolay işler değil, hele de uzaktan. Bulacağız elbet çaresini. 



Geceyi Doğanbey, Sakız Ağacı mevkiinde geçirmeye karar veriyoruz, Yazın adım atmaya yer olmayan sokak neredeyse boş, salaş balıkçılarda bir iki masa dolu ancak. Onları geçip, uygun bir yer buluyoruz mavişe. Denize sıfırız. Gün doğumu için heyecanlı. Gece sert geçecek, bahar tadında geçen Kasım, Aralık aylarından sonra nihayet kış kışlığını yapacak gibi. Bu gece -1'i görecekmişiz. Donanımımız iyi, yine de kat kaloriferine bir iki fazladan odun atılacak belli. Teknoloji nimetinden faydalanabildiğinde konforu arttıran bir şey. Rus menşeili araç ısıtıcısını ayarlıyorum. Tedbir olarak eksi derecelere dayanıklı uyku tulumu da hazır. Sofrayı kurup, gecenin açılışını yapıyoruz. Loş ışıkta, uzakta tahmini olarak Özdere ve Çukuraltı ışıklarını görerek yemeğimizi yiyoruz, eşlikçimiz Tuborg Frederik Yakıma Ipa;


"Tuborg’un ilk brewmaster’ı Frederik anısına yapılmış, ABD’nin Vaşington eyaletindeki Yakima vadisinin şerbetçiotlarıyla üretilmiş. India Pale Ale tarzında,6.5 derece alkollü ve 35 santilitrelik şişede. Buğulu turuncu renkte, bol ve yoğun köpüklü. Çam iğnesi, turunçgiller ve tropik meyve çağrışımlı aromalara sahip. Ağızda ferahlatıcı, körpe ve buruk. Yüksek alkol hafif bir keskinlik vermiş. 6-8 derecede yudumlanmalı, baharatlı atıştırmalıklar ve yemeklerle tercih edilmeli."*


5 yılı aşkın süredir, karavanla seyahat edince, bir de dededen aşina genlerin yardımına eli çabukluk eşlik edince, sofranın nerede kurulduğunun bir önemi olmaksızın, ne yenecek meselesine odaklanarak hazırlanmak benim için en fazla 1 saatlik bir hazırlık demek.

Baharatlı tavuk dürümlerde kırmızı soğan ve avokado sos lezzet artırıcı bir unsur, temiz içerikli patates atıştırmalığı ise gecenin bonusu, bir de tabi ki kabuklu fıstık, bizde biranın illaki eşlikçisi. 

Uzun yıllardır, özellikle yurtdışı gezilerinden edindiğim damak tadım, özellikle birada beni IPA ve turunçgiller konusunda ikna etti, seviyorum. Severek içiyorum, bira içer gibi değilim, özenli ve tatmin edici bir lezzet kalıyor bende. O lezzeti seviyorum. 

Gece tahmin edildiği gibi ısısı yerinde, konforu abartısız geçiyor. Sabahın ilk ışıkları için uyanık olmak bizim için dert değil, bünyeler zaten gece 11 - 12 gibi uyumaya ve sabah 6-7 aralığında uyanmaya alışık. Keskin soğuğun ensemizde olduğu bir sabah yürüyüşü için Maviş'ten ayrılıyoruz. Niyetimiz sabah yürüyüşünden sonra güneşi doğurmak ve güne böylece erken başlamak. Hemen sokaktaki çocuklardan ikisi yanımıza geliyor. Kuyruklar dostça salınıyor, eldeki mamalar onlara ikram ediliyor. İlk tanışma önemli. Beraber yürüyoruz. Kendi bölgelerinin sonuna gelince yükselen seslere kulak kabartıp bize eşlik etmeyi bırakıyorlar. Akıllılar,  durduk yere riske girmiyorlar. 



Güneş denizin içinden tüm muhteşemliği ile başını kaldırıyor, ah o uyanış hali, o gökyüzünün selama duruşu... Ah içimin kelebekleri... 

Gün planlandığı gibi gidiyor,  kahvaltıya yumurta bile denk geliyor, tam saatinde olunması gereken yerde olunuyor ve su beklendiği gibi hayat vermek üzere, yer yüzüne sorunsuzca çıkıyor. Yüzümüzde bir gülümseme, hayaller bir kez daha göz önüne seriliyor. Bu heyecan bizi epey bir süre idare eder gibi görünüyor. 

Akşam için farklı bir yer düşünsek de dönüyoruz dükkana, bizi misafir etmek konusunda cömert olan mevki bizi bekliyor. Sabah kahvaltısı için unutulan yumurtalar, açık olan karavan kapısından kafasını uzatarak, "yumurta ihtiyacı var mı?" diye soran Hüseyin abidendi. Kabul etmek gerekir ki, önemli bir krize Allah tarafından gönderilmiş bir elçiydi. Kap ona lazım olur diye düşünüp, akşam üzeri yürüyüşünü bahane edip, kendisine imdada yetiştiği için teşekkür etmek istiyoruz. Gezen tavuğun yumurtasının lezzeti ise tartışma konusu bile değil. Hüseyin abi bizi kapıda karşılıyor, eşi Mualla Hanım da hemen peşi sıra geliyor bahçe kapısına, hava sert sert esiyor, üşünmesin ama sohbet de kesilmesin diye, içeri davetini kabul ediyoruz. Ama olmaz ki, açma pırasalı Arnavut böreği fırından tam da bu saatte çıkmaz ki. Yanına çay, bir de dumanı üstünde kabak tatlısı ile akşam üzeri şöleni diye buna diyoruz. 



Yunanistan ve Makedonya'dan başlayan göç hikayeleri eşimin Bulgaristan göçmeni kökleri ile bir olup uzun soluklu hikayelerin anlatımıyla öyle derin, öyle ince konulara geliyor ki, bu ekip arasındaki sohbetin uzun zamanlara ihtiyaç duyacağı sinyallerini de veriyor. Telefonlar alınıyor, bir sonraki ziyaret için sözler veriliyor. Tam çıkarken bahçenin sol yanında yerini alan, tüm çekiciliği ile göz kırpan Ford kamyonet işin seyrini tamamen değiştirebilir mi zaman gösterecek ama sohbetin kapı önünde devam etmesine sebep olduğu gerçeği su yüzüne çıkıyor. Sohbet bu sefer de Ford'un hikayesi üzerinden epeyce bir sürüyor. Fotoğraflar çekiliyor, temenniler iletiliyor. 

Bu akşam şarap gecesi... Maviş sımsıcak ve günün popüler söylemi ile "cozy" olan gece için ideal bir mekan oluveriyor. Loş ışıkları, fonda jazz geceye eşlikçi hafif lezzetler ve baş rol oyuncusu, "Diren" Muhabbet Öküzgözü Rose ile mekan hiç bir şeye değişilmez bir keyif sunuyor. Ambianssa ambians!



Sabah gün doğumu ritüeli ile başlıyor, pek sevdiğiniz Sığacık Pazarı için epey sert bir hava, -1 ile gün başlıyor. 8 dereceleri göreceğimiz gün ortasına kadar mezarlık önü, kale ve liman manzaralı mekanda ön sırada yerimizi alıyoruz. Geç kahvaltı için hazırız. Köy pazarından alınmış otlar ve dalından portakal sabahın lezzetleri olarak masada yerini alıyor. Kahve için dışarısını tercih ediyoruz, güneşin ışınları banyoda yüzde çarpan su gibi, içimize ferahlık veriyor, bu banyo bize iyi geliyor, hatta eşim bir ara 15 dakikalık bir kestirme ile kendini ödüllendiriyor. 



Öğle saatlerine keşkek yemek üzere eski kale sokaklarında gezintiye çıkıyoruz. Nuran abla bize göre bu civarın en iyi keşkeğini ve kalbura bastı tatlısını yapıyor. Onda alıyoruz soluğu, bir süre sonra tezgaha yardım ederken buluyorum kendimi. Maaş peşin,  yan tezgahtan gelen zeytinyağlı yaprak sarmanın ekşisi de sevdiğim gibi. Sohbet, muhabbet derken saati üç ediyoruz. İzmir için hareket saati. Gece orada geçecek,  konforu artırmayı hak ettik. Sabah işleri hızla tamamlayıp akşamı etmeden varmak istiyoruz Bursa'ya. Üstelik planlar tutarsa yolda bir de ziyafet var.  

Öyle de oluyor... Zaman da gün de bize arka çıkıyor.  Her şey olacağına varıyor.  Ziyafet de tam ağzımıza layık bir çevirme ile günü şölene çeviriyor.




* Bilgi, https://degustasyon.net/ sitesinden alınmıştır.  

11 Ocak 2024

Anlamakta Zorlanıyorum


Bugün bir  şeye şahit oldum, instagram sabah rutini ziyaretlerimden birinde, epeyce takipçisi olan, görece rahat bir yaşam süren bir kadının kendine ait olmayan kelimeler ile çektiğini sonradan anladığım "özendiren" içeriği bir süre sonra karşıma bir kez daha farklı bir hesapta çıktı  ve fark ettim ki o beylik lafların hiçbiri kendine ait değilmiş. Üstelik bunu belirtmediği gibi, o içeriğe gelen övgülerin tamamını üstüne almış. 

Anlamakta zorlanıyorum... 52 yaşındayım. Emek harcamadığım hiç bir şeye benimmiş gibi yapmadım... Bu bir kelime de olur, 300 sayfalık bir rapor da, bir fotoğraf da olur, bir çizgi de, bir yemek de olur, bir içecek de... İnsanlar ne kadar kolay "mış" gibi yapıyor ve yaşıyor. Ağırlığı çökmüyor mu üzerine mesela günler sonra, "haksızlık" değil mi bir  başkasının emeği üzerinden geçinmek. Hadi boyut değiştirelim, farklı bir yerden bakalım, "haram" değil mi? 

Anlamakta zorlanıyorum... Yaşımdan bağımsız ve öte... Emek harcanmamış bir sevgi, bir yemek, bir iş, bir dostluk, bir hobi, bir uğraş... Ne verebilir ki bir kişiye... Almadan vermek, dolmadan boşaltmak nasıl bu kadar kolay ve ağrısız olabilir ki! Yüreğim sıkışır gibi geliyor bana, nefes alamazmışım, donup kalırmışım bir gün biri fark ederse, utanıp, başımı eğermişim, bir daha hiç kaldıramazmışım gibi geliyor. 

Anlamakta zorlanıyorum... İçimin hayat dolu arzularının farkındayım, kimine ulaşıyorum kimi öyle uzağımdaki hayalini bile kuramıyorum. Bir başkası ulaşmışsa, içim aynı coşkuyla  dolup taşıyor, "helal olsun" diyorum. Kıskanma duygusu olmayan biri olarak, özeniyorum elbet ama çok da üzerinde durmuyorum. Çünkü biliyorum ki, her insanın tepsisi farklı bu hayatta. Kimde ne var, hayat nasıl bir paketle geliyor biz seçmiyoruz. Ama iyi olmayı, hakkı teslim etmeyi, dürüst olmayı, yardım sever olmayı, gülümsemeyi... Biz seçebiliriz. İyi olabiliriz. Olmak için çaba harcayabiliriz. 

Göçüp giderken birileri gerçekten ve inanarak ve gözleri dolarak "iyi" diyebilir bizim için. 

08 Ocak 2024

Kaçış


"Buradayım. Beni sağaltan yerde." demiş ve bırakmışım. Kim bilir neden? Tarih: 16.12.2023, öğle saatleri. 

Günler sonra; şu paragrafı yazıp yine bırakmışım. Muhtemelen tetkik için gittiğim doktorun raporu yazış biçimine özenmişim. Sonra da kalemli ultra tabletimde bu satırları yazmışım. 

"Rapor yazan hocanın elindeki cihaza ihtiyacım var. Ben konuşuyorum o yazıyor. Hatta ben düşünüyorum o yazıyor. Bence elimdeki hali hazırda bu yazıyı yazmayı kolaylaştıran bu cihaz hala biraz sorunlu. İtiraf etmeliyim ki, benim gibi kağıt kalem sever biri için biçilmiş kaftan sanıyorum."

***

Bugün Sevgili Buraneros'un "YOKOLUŞ" yazısını sabahın karanlığında okuyunca ve uzun uzadıya bir anımdan bahsedince fark ettim ki, ben sabah yazarıyım. Kazara yazar olmam bundan mütevellit bile olmuş olabilir. 

Yoğun paylaşımlı geçen blogger günlerimde de sabah erkenden kalkar, çala kalem yazardım aklıma düşeni. Okumaya bile fırsat vermeden basardım "yayınla" tuşuna. Biraz özenle kim bilir neler çıkacaktı ama o özeni göstermek için klavye başına otursam kesin beğenmez göndermezdim bir çok yazımı yayına. 

En son yazımı 4 Eylül'de yazmışım. Ondan önce sadece 1 yayın var, 1 Ocak 2023 tarihli. 

"İnsan söyleyemedikleri kadar mıdır diye soran o çakır gözlü çocuğa da dediğim gibi, insan yüreği kadardır. 

İçinde iyilik, sevgi ve şefkat biriktir ki, zamanı gelip sebebi belli taşmalarda, kendine mendil olasın. 

Merhaba 2023... Böyle dile geldin. Hoş geldin. Hep dediğim gibi, asla vazgeçmeyeceğim gibi, iyikilerin çok, keşkelerin az olduğu merhametli bir yıl daha geçirelim, sevdiklerimiz ve bizi sevenlerle."


demişim.
 
Şimdi dönüp bakıyorum da, iyikilerin çok, keşkelerin az olduğu merhametli bir yıl geçmiş kendi adıma... Dünyanın türlü acımasız hallerini ve ülkemin gidişatını sınırlarını çizmek konusunda uzun mesai harcanmış korunaklı yüreğimden uzak bir kenara koyarak yaptığım yorumum bu elbette. Yoksa... Daha ne görecekti bu gözler, neler duyacaktı bu kulaklar acaba demeye kalmadan başlayıverdi 2024.

***




Bu yıl Frig vadisinin uçsuz bucaklığında girdik yeni yıla. Maviş sağ olsun. Takvim sayfalarından ibaret üç otuzluk ömrümün, ikinci otuzuna var daha 3-5 yıl, ve ben artık biliyorum ki, şimdilerde doğada olmak beni en az yazmak kadar sağaltıyor.



Bazen bir yazı okuyorum, kitaptan bir cümle, gazeteden bir başlık... Taşıyor içim. Evet hala elle tutulur o kağıt kokulu içerikleri seviyorum. Digital platform olarak instagram en sevdiğim. Yararlı ve beni mutlu eden içerikleri bulmak konusunda epey mesafe aldığımı söylemeliyim. Ara sıra zaman geçirmek konusunda kontrol düğmesini çevirmek gerekiyor yoksa ciddi bir sarmal söz konusu olabiliyor.

Havaların soğuması ile evde geçen süre çoğalınca, film izleme grafiği yine yükselmeye başladı. Pandemi ile hayatımdan çıkan sinema ile aramızdaki mesafeli ilişki ne yazık ki devam ediyor. Oysa ben bir filmi sinemada seyretme tadını başka hiç bir şekilde alamadığı için şehir şehir festival gezen bir aşıktım. Aşklar da bir zaman geliyor ve şekil değiştirebiliyor demek ki!

Mesela geçen gün bir film izledik ev sinemasında, dilimize Kızgın Güneş olarak çevrilmiş. Filmin kahramanı Amerikalı kadın, yaşadığı aşk ve evlilik acısı sonrası hayal kırıklıklarını da yanına alıp, en yakın arkadaşının da teşviki ile gittiği İtalya'da alıyor soluğu. "Kaçmak" temasının aradığını "bulmak" olarak evrildiği bu filmde bence kıymetli olan şeylerden biri, duaların karşılığı ile ilgili repliklerdi. Kadın kahraman tesadüfen aldığı evinin tamiratı sırasında, bu evde bir düğün olsun, bir aile yaşasın diliyorum diyerek evin hayat bulmasını diliyor. Elbet film olsun diye elinden geleni ardına koymuyor, ama ana karakterimiz duasının gerçekliğini ancak bir başkasının açıklaması ile idrak ediyor. Düğün onun değil, aile de ama dua karşılığını buluyor işte. Mutlu olmak için yeterli değildir de nedir? Film eleştirisi ve üstüne düşünceler konusunda bazı eleştirmenlere taş çıkaracak bir arkadaşım varken filmle ilgili bir şey daha yazmadan buralardan uzaklaşıyorum. Derdim dualar, niyetler, açılan kapılar, kapanan pencereler... Gerçekler hayallerden ilham alır diye boşuna bir inanış değil benimkisi, tam hayal ettiğimiz gibi gerçekleşmese de gerçekleşene farklı bir bakış açısı geliştirebilirsek, fark ederiz ki, onu dilemiştik.

***

Of of... Fazla oradan buradan biraz da suyundan oldu ama, aklıma gelmişken yazmadan geçmeyeyim. 

Doğu mistitizmine merak salan bir adam, yıllarca sabah meditasyonunda "kalbimi yeniliklere aç, kalbimi iyiliklere aç" diye dua etmiş, ne mi olmuş, yaklaşık10 yıl sonra açık kalp ameliyatı geçirmiş, ve sonra tüm hayatı değişmiş. Sanırım kıssadan hisse kısmına tam da burada geldim. Demem o ki, dua, iç ses, niyet önemli. Mesajı açık, net vermek de öyle. Sonuçta görmesini bilirsek, karşımıza da o çıkıyor. Yağmurdan kaçmak isterken doluya tutulmak da bence böyle. Öyle endişe ile kaçıyoruz ki yağmurdan, "doluya tutulacağım, kesin sırıl sıklam olacağım" diye diye "kendi kendini doğrulayan kehanetler" gibi bir durumla karşı karşıya kalıyoruz. Üstelik yağmurun şifasını bir türlü anlamıyoruz. 

Mesela siz hiç bile isteye yağmurda ıslandınız mı? 

Ben bir kaç kere ıslandım. 

Sonu düşlediğiniz gibi olmayacak bir aşka evet deyip kafa göz girdiniz mi o ilişkiye?

Ben girdim. 

Garantisi yok hayatın. Denklem hiç de ilk okul matematik bilgimiz ile örtüşmüyor. 2x2 çoğunlukla bir, nadiren beş oluyor. Sonuç ne olursa olsun, her biri bizim hanemize ekleniyor. Artı veya eksi, sonuçta bugünkü biz yapıyor. Memnunsanız ne ala, değilseniz tavsiyemdir, bakış açınızı değiştirin. 

Fotoğrafçılık kursuna gitmiştim yıllar önce, oradan kalan bir cümle ile bitireyim "2024'e Merhaba" yazımı;

"Herkes fotoğraf çeker bir kişi doğru açıyı yakalar!" 

Gel bakalım 2024 bildiğin gibi, benim duam bu yıl da geçerli... 

***

Okura Not: Yazı başlığına bakıp bu yazının kaçışla ne ilgisi var diyebilirsiniz? Çok derim, çünkü yazmak da doğa da olmak da, bir kaçış barındırır özünde. 


04 Eylül 2023

Gülmek En Çok Bize Yakışıyor

Sabahtı... 

Sıradan bir günü, unutulmaz ana çeviren bir kutu, ofisin hemen girişinde beni bekliyordu. Bir gece öncenin, en çok da bağnaz insanlara hakkettikleri cevabı veren A Milli Kadınlar Voleybol Takımı namı diğer Filenin Sultanlarının Şampiyonluğunun, gözlerimdeki yaşı henüz kurumamıştı. Azmin, inancın, çok çalışmanın, birbirine güvenmenin, umudun, kadın inceliği, insan güzelliği ile bezenmiş bir duruşun, Atatürk'ün emaneti Cumhuriyet'in bu topraklardan kolay kolay silinemeyeceğinin kanıtı gibiydi her bir sayı. 

Dün gecenin sesleri kulaklarımda yankılanırken açtım kutuyu... Önce kahkahası geldi, sonra hüznü... Sonra şükrü... Sonra gözyaşı... Sonra bir kez daha kahkahası... 

Sepom... Göçüp gitti bu diyarlardan. Geride bir çok kahkaha bırakarak. Mülkiye'li Sepom, sevmediği masa başı işinde yıllarca emek vermiş, bankası da onu zor zamanlarında yarı yolda bırakmamıştı. 30 yaşında Bodrum tekne gezisi anılarını dinlerken fark etmiştim, yıl 1980 Sepom teknede, ben henüz 8 yaşında mahalledeki erkeklere benle futbol oynamıyorlar diye kafa tutan bir inatçı. O ana kadar yaştaş sandığım Sepomla meğerse kuşaklar arası çatışmalara gebe olacak kadar yıllar varmış aramızda. Ne fark ediş ama. Hiç öyle olmadı, o bana "senin içine 50 yaşında moruk kaçmış" derdi, ben ona "sen büyümemiş bir çocuksun" derdim.  O bana "salak çocum" derdi, ben ona "kozmik annem". 

***

İstanbul 2000'li yıllar...

Eski eşimin sabah yürüyüşü sırasında tanış olduğu bir adamın ısrarıyla girdik mahalle komitesine, iyi ki taşlarından en önemlisi. Eski eşimin bağ kurmak konusundaki cılızlığına karşılık benim bağlarım hep kuvvetli olmuştur, tabi ki sadece sevdiklerimle. İyi ki taşlarımdan en kıymetlisidir Sepom.  

Serpil ilk bakışta sert mizaçlı, aksi tavırlı, yaşadığı günlerin etkisi ile biraz da evine kapanmış bir yaşlı teyze gibiydi ama bir yandan da değildi. İlk karşılaşmamız sonrasında kanımın ısınması çok kısa bir zamana denk gelir, saniye. Muzip bakışları nereden ve ne kadar uzakta olursa olsun hemen yakalarım. 

Saniyesinde onda bir yer buldum kendime, saniyesinde kocaman bir kapı açıldı yüreğimde, o da geldi baş köşeye oturdu. İstanbul'daki o evin, o sokağın, o parkın, o mahallenin dili olsa da anlatsa, Kadıköy Gülü ile Salak Çocuğun maceralarını... 

Kozmik annemle bir kış günü, kar şimdiki gibi değil, yollar kapanmış, 2001 krizi sonrası işsizliğimize çözüm olsun diye, okul panayırlarında ürün satışı yapıyoruz. Sepom deneyimli tezgah müdürü, ben yamak. Mum yapıyorum, kolye yapıyorum. Neyimize güveniyorsak bir de dükkan tutuyoruz apartman altında, atölye niyetine. Leyla abla var, mahalledeki az çalışanı olan küçük işletmelere  yemek yapıyor, biz de günün büyük bir kısmında onun dükkanında kendi çapımızda dedikodu yapıp, okey ve kağıt oynayarak vakit geçiriyoruz, bir nevi kadınlar kahvesi. Hayat ekonomik sıkıntılar ile çalkalanıyor. Bizi durup durup bir gülme tutuyor. Evde, özellikle de hafta sonları ortalama 6 kişi yaşıyoruz, sayının 10u bulduğu zamanlar da oluyor. Kapıcı ile muhatap müzmin bekar hemşiremden herkes umutsuz o sıralar. 6 yaşlarındaki yeğen bile "Evren'e gitme hafta sonları, barlara git koca bulamayacaksın" diye tavsiye veriyor. Ne hikmetse evde içki eksik değil, paso içiyoruz, gülüyoruz, yiyoruz. Ahım şahım şeyler değil ama bize iyi geliyor bir arada olmak. 

O kış günü, taksiye biniyoruz, şoför mahalleden tanıdık, abla emin misiniz yollar kapalı diyor. Eminiz diyoruz. Yollar gerçekten kapalı, kar diz boyunu geçmiş, ama biz inatla gidiyoruz. Okul açık ama kimse yok. Gene de alıyorlar bizi spor salonuna, gelen 3-5 kişi var belki de yok. Tezgahı açıyoruz, bekliyoruz, tezgahı yerleştiriyoruz, bekliyoruz, tezgahı bir kez daha düzenliyor bekliyoruz, bizim gibi tezgah açmış 3 kişiye gülüyoruz. Sonra bir anda Serpilim "salak çocum" asıl biz bize gülelim diyor, kahkahalarla boğuluyoruz. 

Bir ara pictionary, bir ara çanak, bir ara 101 müptalası oluyoruz, sabahlara kadar sürüyor, uykusuzluk bizi sürüm sürüm süründürüyor, ne gam! Biz gülüyoruz. Çocuk okuma yapacakmış, koyuyoruz kumar masamızın bir kenarına okuma kitabını, al papazı ver kızı derken, çocuk pırasayı, kısır okumuş, ne gam! Biz gülüyoruz. 

İşsiz güçsüz halimize, aceleci bacılar, ethem dedeler yetişsin diye, bir gün mahalleye yetecek kadar hamur açıyor öbür gün zekeriya sofrası kuruyoruz, tuz biber çeşitten sayılmasa sofraya koyacak pek de bir şeyimiz yok aslında. Ama biz tüm bunları yaparken çok eğleniyoruz. Öyle parasız günler geçiriyoruz ki, makarna çeşitleri alay konumuz oluyor. Bugün ne'li makarna yapsak sorusuna cevap pek de yaratıcı değil: düdüklü... Aç kalmışız, açıkta kalmışız ne gam! Biz hep birlikte gülmeyi kendimize "hayata tutunmak" olarak anlatıyoruz.

Paramız yok bir gün, ama öyle böyle değil... Bildiğin yok. Sepom kalk kız diyor, benim Kadıköy bankada param vardı, gidip çekelim.  Son otobüs biletimiz ile Kadıköy'e gidiyoruz. Banka matik parayı vermiyor. En az 20 lira çekiliyormuş, 10 lira parayı çekemiyoruz. Nasıl gülüyoruz ATM önünde, gören deli dese yeri. Müthiş bir ciddiyetle giriyoruz bankadan içeri, sıraya girip 10 liramızı söke söke alıyoruz bankadan. Bir simit, iki bilet parası, ne gam! Biz kahkahalarla gülüyoruz. Dönüşte klasik olarak tuvaletim geliyor. Mc donalds köşe başında ama tuvalet kilitli. Ancak müşterileri kullanabiliyor. Serpil'e sen sipariş verecekmiş gibi sıraya gir diyorum ben o arada tuvaleti kullanayım. Tipimiz müşteri olmaya müsait, cep değil elbette. Tuvalet üst katta, alt kat neredeyse boş, gözlerim Sepomu arıyor, bırakıp gitti mi telaşındayım, o sırada Sepomu tezgaha dayanmış kasadaki çocuğa nasıl 10 liramızı çekemediğimizi anlatırken buluyorum, sonuçta hamburger alamayacağımız ve beş parasız olduğumuz ortaya çıkıyor, ne gam! Eve kadar gülmekten sarhoş gibi bir o kaldırıma bir o kaldırıma vura vura gidiyoruz. Herkes bizi sarhoş sanıyor, ne gam! Bilmiyorlar ki, yaşamak dibine kadar ve her şeye rağmen en çok bize yakışıyor. 

Marketten patlıcan alan çocuğa, eline aldığı bir patlıcanla, seçimin önemini anlatırken denk geliyorum Sepoya, elinde patlıcan, şöyle avucuna alacaksın, böyle hafif sıkacaksın... Karşı kaldırımdayım, beni alıyor mu bir gülmek, öyle bir kahkaha atıyorum ki, çocuk koy veriyor onca sıktığı edebini ortaya. Serpil salak çocum diye diye sallıyor elindeki görece dolgun patlıcanı bana. Kahkahadan boğuluyoruz. Amaç mahalle çocukları patlıcanı doğru seçsin, evde annelerden takdir görsün. 

Modadayız, başımızda kavak yelleri, henüz kıyı doldurulmamış, Taksim'den dönüş feribotla olunca, iskele inişi sonrası sahilden Moda cazip geliyor. Ayağı yanık kazlar gibiyiz. Taksimdeki şapkacı çocuğa  pachwork renk ahenk şapkayı alarak en güzel cevabı veriyor Sepom, bej sizin yaşınız için daha uygun cümlesine ağzının payını vermek de böyle oluyor. O gün sahildeki molozlar, künkler ve tozlar içinde kedi kovalıyoruz, onların korkutmak için ellerimiz havada bir o yana bir bu yana koşuşturuyoruz. Kediler bizi biliyor, deli bunlar diyor, bir süre saklanıp, kovacalama oyunumuza ortak oluyorlar. Gelip geçenler bize bakıyor, bu tuhaf kadınlar deli mi diye, ne gam! Biz kahkahalarda boğuluyoruz. 

Vapurdayız, canımız sıkılmış, karşıya Beşiktaş'a gidip döneceğiz. Amaç denizi içimize çekmek. Biletçi geliyor, Sepom 5 lira uzatıyor, gidiş dönüş değil mi evladım diyor, çocuk olur mu abla gidiş sadece diyor, Sepom indir beni diyor, denizin ortasındayız, çocuk ısrarla mümkün olmadığını anlatıyor, Sepom öyle ciddi ki, çocuk tamam abla diyor, ben kaptana söyleyeyim, sizi biz geri getiririz ama sıra ne zaman gelir bilmiyorum diyor. Sepom içi rahatlamış bir vaziyette çocuğa 10 lira veriyor.  Çocuk şaşkın, söz verdin diyor, senin tekne ile döneceğiz. Beşiktaş iskelede çay simit yapmak bize farz oluyor, biz dönüşü o kaptanın teknesi ile yapıyoruz. Çocuk yanımıza gelip, abla bir ara çattık belaya dedim diyor, gülüyoruz... Çocuğun gözleri ışıl ışıl oluyor, hiç tanımadığımız bir çocuğun gözlerindeki ışık oluyoruz. İnsanlar bizi tuhaf buluyor, ne gam! Biz hayatı alaya alarak yaşamayı seviyoruz. 

Ne vakit konuşsak, bitmeyen anılar geliyor aklımıza. Niceleri, niceleri var ki gülmekten gözlerimiz yaşarıyor. İstanbul sonrası ayrılık en çok beni hırpalıyor. Kozmik annem, sırdaşım, göz yaşım... İstanbul'da kalıyor. Kahkahalar benimle geliyor. nereye gitsem, ne vakit hatırlasam, ne zaman konuşsak, kahkahalara boğuluyoruz. En zor zamanda, en sıkıntılı günlerde, en hastalık, en yalnızlık, en dip anlarda, sarılıyoruz birbirimize, kahkahamız hiç ama hiç eksik olmuyor. 

****

2023 yılında bir yaz günü, 7 Temmuz, yağmur yağıyor, acı bir telefon sesine kulak veriyorum tüm dikkatimi... Dağılıyorum. Çok ama çok ağlıyorum. Ara ara susuyorum, anılar dolaşıyor zihnimde, biliyorum kahkahalar susmayacak ama onunla yankılandığı gibi bir daha  hiç yankılanmayacak. Bu sabah sıradan bir günü, unutulmaz ana çeviren, ofisin hemen girişinde beni bekleyen o kutuyu açtığımda, anılar saçıldı etrafa. Bir kaçını tuttum kulağından, dökülsünler istedim, unutacağımdan değil de... Dursunlar istedim bir köşede. 

Kutunun içinde çanta, çantanın içinde bir zarf, zarfın içinde bir kart, kartın içinde bir not: 



Şubat 2003, İstanbul.

"Seni çok özleyeceğim...

...

Gözlerini kapa ve unutma!

Bir insanı sevmek için mesafelerin hiç bir önemi yoktur.

                                                                salak çocuğun...




01 Ocak 2023

Hoşgeldin 2023



Bu fotoğrafın çekildiği an mıh gibi aklımda. Mutluluk gözyaşı denilen ve ömrümde hayallerimin ötesine geçtiğim nadir anlarda akan, o incecik sızıyı da içinde barındıran gözyaşlarımın muhteşem bir çağlayana dönüşerek  yanaklarımdan dökülüşü de aklımda. 


Bazen ve hiç hayalini kurmadığın gibi sonuçlanan anlardaki kırıklığın zaman içinde önemsiz hale gelip ve senin yüklediğin anlamın ötesinde bir öğretiyi sana getirdiğini fark ettiğin andaki gözyaşı var ki, balta girmemiş bir ormanda yolunu bulmak için kaybolduğun bir anda karşına çıkan su birikintisi gibi, anlık bir mutluluk kaynağı ile özdeş bir mutsuzlukla akıyor, incecik ve sessiz, senden uzakta ama senin içine. 


İnsan söyleyemedikleri kadar mıdır diye soran o çakır gözlü çocuğa da dediğim gibi, insan yüreği kadardır. 

İçinde iyilik, sevgi ve şefkat biriktir ki, zamanı gelip sebebi belli taşmalarda, kendine mendil olasın. 


Merhaba 2023... Böyle dile geldin. Hoş geldin. Hep dediğim gibi, asla vazgeçmeyeceğim gibi, iyikilerin çok, keşkelerin az olduğu merhametli bir yıl daha geçirelim, sevdiklerimiz ve bizi sevenlerle. ❤️ 

31 Aralık 2022

Ne Geziydi Ama!!!

 


31 Mayıs tarihinde, Bir Parmak Bal ile başladığım gezi-yazı-fotoğraf dizisini yıl bitmeden bitireceğim hedefini tutturup, nihayet dün bitirdim. 

Pandemi sonrası normale dönüşümüz ise, yıllardır "Ohrid'e bir kere daha gitsek" diyen babamın lafını dinleyip, 1 Mayıs - 19 Mayıs tarihleri arasında Yunanistan ve Makedonya'yı kapsayan bir rota ile kelimenin tam anlamıyla, "muhteşem" oldu. 

sözleri ile başladığım gezi notları-anılar-fotoğraflar dizisini, sırasıyla;


    başlıları altında toplamayı başardım. Unutulmaz anılarla dolu, her anı rüya gibi geçen bu seyahat enler arasında yerini aldı. Maviş bize hayalini kurduğumuzdan çok daha keyifli bir yol arkadaşı oldu. 2023 yılında yenilenen yüzüyle, bizimle yepyeni maceralara yol alacağını bildiğimiz, Mavişli yollarda yolculuklarımızın devam ettiği, yollarımızın, yüzümüzü güldüren anılara dönüştüğü, öğrendiğimiz, eğlendiğimiz, gördüğümüz, duyduğumuz, yediğimiz, içtiğimiz, sevdiğimiz, sarıldığımız onca anı biriktirdiğimiz harika bir yıl diliyorum. 

İnsan bazen hayal kuruyor, vazgeçiyor, kırıyor, kırılıyor o uğurda ama niyet temizse, güzelse, kötülük içermiyorsa, gerçekleşiyor, buna hep inandım, rahmetli teyzemin, sen yüreğini kötüye açma dediği gibi. 2023 dilerim, herkesin gönlündekini gerçek kılan harika anılarla dolu, geleni geldiği gibi kabul edip, sabırla öğrenmeyi becerdiği, sonunda huzurlu, sağlıklı, bol kahkahalı anıları sandığına kaldırdığı, şahane bir yıl olur, dilerim yüreklerimizin kapıları hep ve daima sevgiye ve iyiliklere açılsın... 

30 Aralık 2022

Kutsal Bakir Athos ve Eve Dönüş

Günlerden Salı 17 Mayıs

Aynoroz, Halkidiki yarımadalarının en doğusunda yer alıyor.  Halkidiki plana eklendiğinde sadece 2 yarımadayı gezer döneriz diye düşünmüştüm. Zaten Meteora gibi muhteşem ve mistik bir kutsal bölgeyi çoktan gezmiş ve büyülenmiştik. Günler içinde google okumalarım ilerledikçe, gelmişken gezelimden çok, burayı da mutlaka görelime evrilen rehberlik duygum ağır bastı. Meryem Ana'ya adanan ve Meryem Ana'nın bahçesi olarak kabul gören bu mistik bölgeye 300 yıllardır kadın girmemesi çok ilgimi çekti. Tüm aramalarda "kadınların dünya üzerinde giremediği tek bölge" olarak geçiyor olması merakını daha da uyandırıyor insanın. Hatta pek çok kaynakta dişi hayvan bile giremediği notuna rastlamak mümkün. Kutsal dağ Athos'dan adını alan yerleşim yerine özel izinlerle giriliyor ve tam bir keşiş hayatı yaşanıyor. Burayı ilginç kılan bir diğer özelliği ise, dini açıdan İstanbul'da bulunan Fener Rum Patrikhanesi'ne bağlı olması. Size de bazen bu ilginç bağlantılar tuhaf gelmiyor mu? Nereden nereye?

Tam anlamıyla tapınmaya adanmış bu keşişler kutsal dağına turistik turlar ancak tekneler aracılığı ile yapılabiliyor ve belli bir mesafeye kadar yaklaşabiliyorsunuz.  Halen bölgede aktif olarak 20 manastır varmış, 17'si Yunan, 1'er Bulgar, Sırp ve Rus olmak üzere toplam 20 manastırda düzenli olarak 2500 kişi yaşıyormuş. Kişilerin münzevi, keşiş veya küçük bir kardeşlik topluluğundaymış gibi yaşadığı zaviyeler, hücreler ve sığınaklar gibi daha küçük yerleşimler de bulunmaktaymış. Rehberimizin bize anlattığına göre, özel seçilmiş keşişler  maksimum 4 gün olmak üzere adaya gelip bu inziva hayatı deneyimleyebiliyorlarmış. Tam bir komünel yaşam hakim olan adada, rahipler dini ritüellerini yapmanın yanısıra adanmış bir şekilde günlük işleri de yapıyorlarmış. Sarp kayalıklardan oluşan adaya deniz yoluyla ulaşılıyor.   Adada asfalt yol yok ancak manastıra bağlanan orman yollarının ve patikaların genişletilmiş ağını tekne turu sırasında bile fark edebiliyorsunuz. Ziyaretçi de kabul edilen adaya sadece 100 kişi günlük giriş yapabiliyor ve tahmin edeceğiniz gibi bunlar sadece erkek olabilir. Bir ara bizim ikili için izin girişiminde bulunmayı düşünsem de zorluğunu araştırınca vazgeçiyorum. 

Deniziyle adeta bir tatil beldesi olan Ouranopolis Athos Dağı’na adeta bir geçiş kapısı, konumu itibarıyla rahiplerin tekneyle kutsal bölgeye geçmeden önce bulunacağı son dünyevi yer. Günümüzde binden fazla insan bu Kutsal Dağ’ın eşiğinde ve Prosfori kulesinin görkemli gölgesi altında yaşımını sürdürüyormuş.  

Okuduğum ancak kaynağını not etmediğim bir yazıda; kutsal bölgede satış olmadığı, manastırların gelen her misafire yatacak bir yer ve lezzetli yemekler sunduğunu okumuştum. Yemek saatlerinin dini ritüellere göre ayarlandığı, gelen her keşişin önemli oruç dönemlerinde ve haftanın belli günlerinde oruç tutması gerektiği bu ilginç ve gizemli bölge insandaki merak duygusunu perçinliyor. Özellikle doğanın bakirliği ve endemik türlerin olduğu patikalar ve doğa, keşke dedirtmiyor değil. 

Rehberimiz her bir manastır ile ilgili detaylı bilgiler paylaşıyor, zaman zaman uzaktan da olsa fotoğraf çekme uğraşları arasında bu detayları kaçırsam da; Great Lavra manastırı kütüphanesinin dünyadaki Bizans yazıtlarının en büyük üçüncü koleksiyonunu içerdiğini, Zygos Manastırı'nın 10. yy'daki manastırlara uygun restore edildiğini, Iviron manastırına yürüme mesafesinde bulunan Mylopotamos şaraphanesini, ki şarapları zamanla uluslararası kabul görmüş kaliteli şarapları arasında sayılıyormuş, keşişlerin 2,033 m olan Athos Dağı’nın zirvesine farklı rotalardan çıkıp, zirvedeki tapınaktan doyumsuz Kuzey Ege ve Makedonya manzarasında inzivalarına devam ettiklerini hatıra kayıtlarıma alıyorum. 

Aslında itiraf etmeliyim ki, Athos manastırları turu tam bir tesadüf oldu. Limana doğru ilerlerken, bir kaç teknenin tur için kalkmak üzere olduğunu fark edip, fiyat sormak için bizimkileri geride bırakıp hızlıca ilerledim, teknenin biri fazlaca kalabalıktı, diğeri ise küçük bir aile tarafından işletilen görece az kişilik ve daha lükstü, ben tam kaça, ne kadar sürüyor derken bizimkiler yaklaştılar ve annem, bu da benden olsun geçen gün tekne çok istedin, vaktimiz var deyince, kendimizi teknede bulduk. 

Daha sonraki araştırmalarımda, Halkidiki'nin hatrı sayılır bir şarap rotası olduğunu öğrenip, yeni planlara yelken açmadım değil, meraklısı için, hayal kurmalık Halkidiki şarap rotası

Meraklılar şarap rotasında kayboladursun ben kaldığım yerden devam edeyim. 

Fark ettim de galiba söz bitti, Athos yarımadası turundan sonra bölgedeki son gecemizi geçirmek üzere yola revan olduk. Tam yarımadadan çıkmak üzereyken günlük güneşlik hava bir bulut marifetiyle kapkara oldu ve 5 dakikayı geçmeyen ama ceviz büyüklüğünde yağan dolu ile yüreğimizi ağzımıza getirdi. Olmadık bir yerde bir laf edip, Tanrıları kızdırmış olabilir miydim? Neyse ki uzun sürmedi ve kara bulutu geride bırakıp, sarı çiçeklerle çevrilmiş yollardan başladığımız noktaya geri dönmek üzere yola devam ettik. 

























Geceyi, geziye ilk başladığımız noktada sonlandırmaya karar verdik, Nea Peramos, balık ziyafetiyle başladık, daha görgemli bir balık ziyafeti ile kapanış yaparak geceyi sonlandırdık. Masaya gelen her şeyin lezzeti tartışmasız enfesti, 3 hafta sonra başladığımız noktada üstelik yeniden aynı yerde olmak, sahibesine de ilginç gelmiş olmalı ki, ikram olarak gönderdiği jumbo karidesli ev makarnası tadımlık değil resmen doyumluktu. Ekmek soğanlı ve kırmızı biberli, kurutulmuş domatesli ve kekikli üstelik fırından çıktığı sıcaklığı ile geliyor. Tadından önce kokusu ile mest olma garantili... Salata ve ekmek başlı başına şölen. Ama taptaze deniz balıklarından söylemeksek olmazdı, ah o patates salatası, bunu bize yapmayacaktın o kadar lezzetli olmayacaktın, yedik vallahi de billahi de masaya gelen ne varsa yedik. İlk kaldığımız ev dolu olduğundan başka bir ev tuttuk. Mimar bir adam ve eşi, anne babadan kalan üç katlı evin katlarını ayırıp, ilk giriş katındaki daireleri kiraya verecek şekilde düzenliyor. Nasıl da şirin nasıl da kullanışlı daireler, yaşarsın yani içinde seve seve. İyi ki diyoruz şansımız hep yaver gitti bu gezide. Bazı son nokta atışları güzel ve gülümseten cinsinden oldu. Akşam yemeğini yağdı yağacak sisli pulu bir havada, hafif esintiler içinde dışarıda yedik. Bir ara rüzgar şiddetini öylesine artırdı ki, heyecan bile yaptık, ama dedim ya şans bu seyahatte bizden yanaydı, yemeğimizi afiyetle yemek mümkün oldu. Tam eve giriş yapacakken kopan fırtına ile eşyaları arabadan indirmek bile hayli zorlu oldu, ama kim korkar hain kurttan misali, eşyaları eve, kendimizi mahalleyi keşfe için sokağa atıverdik. Fırtına düşündüğümüzden zorlu çıktı. Öyle ki, sahile gidip gelmemiz bir an gibiydi. Geceyi dinlenerek ve ertesi günün rotasını belirleyerek geçirdik. 




Günlerden Çarşamba  18 Mayıs

Sabah bambaşka bir havaya uyandık, damağımızda iz bırakan pastanemizden bir şeyler alıp, yola koyulduk, elbette ki, son bir tur veda fotoğrafları çektirmeyi ihmal etmedik. Dönüş yolu uzun ve nispeten hüzünlüydü. Neyse ki yol boyu bir sonraki rota için yapılan konuşmalarla 2030'a kadar bol bol rota hayali var elimizde, geriye sadece plan yapmak kaldı. 








28 Kasım 2022

Eski Nikiti ve Adıyla Cezbeden Vourvourou

 Günlerden Salı 17 Mayıs

Sabah erkenden uyanıyoruz, bir gece önceki ikna çabalarım yetersiz kaldı, ne yazık ki, tekne kiralayıp, Diaporos adasına gitme hayalim sularda yüzüyor. Bugün eski Nikiti ve aramızda varıvergari dediğimiz Vourvourrou var. Oysa Diaporos'a kendi kullandığımız tekne ile gitmek, Blue Lagoon denen yerde denize girmek vardı ama kimse cesaretli çıkmadı. Ne vardı, iki saatlik eğitim alacak ve tekne ile tek başımıza gidip geliverecektik. Mutsuzum gibi sanki...  

Mutsuzluğum uzun sürmedi, kapı çaldı, eşim yüzünde gülümseme ve Anna elinde kahve ile sabahın 7'sinde kapıda bitti. Amannnnn ne iyi geldi. Mis gibi kahve kokusundan daha fazla mutluluk veren bir şey varsa o da çikolatadır ki kahvenin yanında o da gelmişti. Planı Anna'ya anlatıyorum pek beğeniyor, eski kente mutlaka çıkın zaten diyor. Dünkü turu anlatıyorum, sonra da eşimin markette denk geldiği karşılaşmayı. Bu arada eşim heyecanla annemlere sabah yürüyüş fotolarını gösteriyor, en erkencimiz o. Babam bu yürüyüşü kaçırdığına biraz üzgün. 

Unutmadan dünkü tesadüfü de anlatayım: 

Eşim otele dönünce, ben gidip bir market bulup uzo alayım dedi, aradığımız bir marka var, bulursa 3-5 tane alacak. Yaklaşık 40 dakika sonra döndü. Zaten kasabayı tavaf etse sürmeyecek bu sürede ne yaptığı merak konusu. Ben denize girmiştir diyorum, babam açık market bulamamıştır, yan kasabaya geçmiştir diyor, annem gülümseyerek kafasını dinlemiştir diyor. Hikayeyi hiç birimiz tutturamıyoruz. Sevdiceğim otele en yakın markete gidiyor, markette 3 kişi, 2si Türkçe konuşuyor,  biri oldukça yaşlı, aksanlı bir Türkçe olmasına rağmen çok akıcı ve anlaşılır. Aradığı marka Uzo'yu buluyor, sohbetin bitmesini bekliyor, yaşlıca olan müşteri kasadan ayrılınca kasaya yaklaşıp Türkçe konuşmaya başlıyor. Kasadaki adam karşılık verince de sohbet uzuyor. Kars Rum'u göçmeni olan aile gelip yerleştiklerinde hiç Rumca bilmiyorlarmış. Türkçe konşuyorlarmış, çocuklarına da Türkçe öğretmişler. Çocuklar büyürken Rumca öğrenmiş ama onlar da çocuklarına Türkçe öğretmişler. Bizim ana dilimiz demiş, Türkçe konuşmayı tercih ediyoruz. Konu konuyu, şehirler şehirleri açınca, sohbet doyumsuz bir hal almış. 

Anna bu hikayeye şöyle bir eklenti yapıyor, ilk geldiği yıllarda 15 yıl önce köydeki yaşlılar sadece Türkçe konuşurmuş, gençler sadece Rumca konuşurmuş, Anna bu duruma çok şaşırmış, sonradan o da öğrenmiş ti, Türkiye'den göçen Rumlar bu köyleri kurmuş, Nea meselesi de oradan geliyormuş, Mudanya, Trilye, Foça, Marmara... uzayıp gidiyor liste, önüne bir yeni ibaresi, Türkiye'den nereden göçtülerse oranın adını da ekleyip, yeniden vatan yapmışlar kendilerine göçtükleri toprakları. 






Nikiti tepede kurulmuş bizim tabirimiz ile eski bir Rum köyü. Köy taş evleri, sokakları ve bugünlerde özelikle İngiliz ve Almanlarca alınan ve restore edilen taş evleri ile gerçekten büyüleyici. Köy meydanındaki çınar altı şarap evi benim favorim, ah sabah olmayacaktı ki hakkını verecektim ben o meydanın : ) 

En tepede yer alan kiliseyi gezdikten sonra denk geldiğimiz Makedon efsanelerini ve tarihini konu alan Folklor Müzesi'ni tadilatta olması sebebiyle gezemiyoruz. Ama notumuzu aldık, bir sonraki gezide, şarap öncesi müze gezilecek. 

















Köy meydanında yer alan küçük dükkan anı alışverişi için biçilmiş kaftan oluyor. Sohbet güzel, kendisi bir öğretmen olan Manitari adlı dükkanının sahibesi güzel Marianna'nın 5 yaşında kızı ve 11 yaşında bir oğlu varmış. Dükkandaki hediyelik eşyaların yanı sıra oyuncaklara yer vermesi de bu yüzdenmiş. Hatıra fotoğrafı çektirip, köyün yenilenen yüzü ile ilgili konuşuyoruz, fiyatlar çok artmış, yeni gelenler ve eski evleri alıp yenileyenler fiyatların yükselmesine sebep oluyormuş. Tanıdık gelen bir takım durumlar. 





Eski Nikit'den ayrılınca, Vourvourou için yola koyuluyoruz. Yine toprak yolllardan ve orman içlerinden sahile doğru iniyoruz. Zaten bu adanın bir özelliği ne zaman ana yoldan çıkıp bir patikaya girsen, manzara hep büyüleyici. Nefessiz kalıyoruz, turkuaz, mavi, yeşil, orman, kum, kayalar... Mavişi park ettiğimiz yerin biraz ilerisinde iki üç karavan görünce hayaller yine tavan yapıyor. Bugün uzun saatler kalıcıyız, otağı kuruyoruz, hamak, sandalyeler, içecekler, kahveler... Hakkını vermeden dönmeyeceğimiz bir deniz günü oluyor. Sosisli ve bira için sıraya giriyor, bol bol dinlenip, yan koylara keşif yürüyüşleri yapıyoruz, Akşam hiç olmasa ya da bir gün daha mı uzatsak geziyi hissiyatı yoğun... 











Günü burada kapatıp, hava kararınca otele dönüyoruz. Yarın Kutsal Bakir Athos için yola çıkacağız. Şarap böyle bir geceye iyi geliyor.  Zeytin ağaçlarına bakan balkonumuza kurulup, mumları yakıyoruz. Kat ettiğimiz onca yol, gördüğümüz yüzlerce manzara, geçtiğimiz şehirler ve köyler rüya gibi... Konuşurken birbirimizi tamamlıyoruz. Harika bir ekip olduğumuz için son bir kadeh kaldırıp, birbirimize sarılıyoruz, iyi ki varız :)