26 Aralık 2010

Saat Beş Mektupları - II




22.12.2010 / 05:17
Canım Evren,

Ne düşündüğünü biliyorum. Hayat bazen bıraktığın yerden devam eder ve bazen... Bunu ancak yaşayıp göreceksin. Bu hafta zorlu bir hafta oldu evet. Evet! Sen yalnızdın ve iyi ki... Hatırlasana, çorba pişirecek kimsem yok diye ağladığın bir saatte annenin elinde bir tas çorba ile geldiğinde yüzünde oluşan sımsıcak gülümsemeyi... Peki ya sabah erkenden kalkıp okula göndermek zorunda olmadığın ve hatta akşam eve geldiğinde senden yemek bekleyen olmadığı için uzanıp gönlünce dinlenebilme lüksünü... Hayat bazen nasıl da baktığın yerden güzel sadece...

Bu hafta bir yolculuğa çıkıyorsun ve o yolculuktan iki kişi olarak geri döneceksiniz. Biliyorum ki, sen başka bir yere daha uzun sürecek bir yolculuğu düşlerdin ama bununla da çok mutlu olacaksın. Üstelik geri döndüğünüzde sizi bekleyen zamanları düşünürsen bu bile gülümsemen için yeterli değil mi? Aldığın bir maille ne kadar da mutlu oldun bu hafta. Uzun zamandır beklediğin bir gelecekte bir adım daha yol aldın. Yayın Kurulu lafını kaç kez okuduğunu söylemeyeceğim bile. Peki ya hiç heyecanlanmamış gibi davranıp bir gün sonra cevap vermene ne demeli... Bazen gerçekten beni güldürecek kadar komik oluyorsun kız çocuğu.

Öyküyü kaleme almak seni zorlasa da, sonunda ateş gibi bir kız çocuğunun da desteği ile yayına vermeye hazır gibisin... Göreceğiz! Ben hâlâ senin zamana ihtiyacın olduğunu düşünüyorum. Belki diğerleri gibi dizi olarak yazmalısın. Eğer hemfikirsek, bence bir kere daha düşün.

Bu hafta güzel bir gelişme de evle ilgili oldu. Evini, yaşamını ve hatta kendini ne kadar sevdiğini fark ettiren olaylar örgüsünü düşünürsen, yaşamayı sevdiğini bir kez daha duyumsarsın.



26.12.2010 / 05:12

Bu sabah sana yazmak için bilgisayarın başına oturduğumda daha önce yazdığım mektubu bitiremediğimi ve dolayısıyla sana gönderemediğimi fark ettim. Zorlu bir haftaydı değil mi? Bedenen ve ruhen oluşan yorgunluğunu kendi keyfinde salınan bir tren yolculuğunda içilen bir kadeh bira ve sıkışık otobüs koltuğunda yaslandığın güvenli omuzda bıraktın. Bu haftaya daha enerjik, kendine daha güvenli ve keyifle başlayacağını biliyorum. Yeni bir yılı karşılamak için bundan daha sağlam bir zemin bulamayabilirdin. İyi ki dedin mi?

Öykü'nün kapıldığı rüzgara biraz daha eğilsen mi? Mesela ilk paragrafın üzerinde biraz çalıştın... 

Evli bir adamın sevgilisi olmak istemiyorum, diye bağırıyordu, mutfağın krem renkli fayanslarına yasladığı yüzünü zor bela kaldırmaya çalışırken. Günlerdir su bile içmeyen ev arkadaşım Öykü'yü seyretmekle cezalandırılmıştım. Elimden hiçbir şey gelmiyordu. Banyo fayanslarından neredeyse kazıyarak kaldırmıştım onu daha bir kaç gün önce ve bir yarım günümü almıştı kustuğu acılardan arındırmak o yeri. Bulaşan rimelinin kara(n)lığında arkadaşımın yitip giden güzelliğini seyrettim bir süre. Kendimi bir arkadaş olarak suçlu hissetmeme sebep "beni ilgilendirmiyor" deyişimdeki pervasız yandı. Oysa ben ilgilendirmiyor derken, bir sevdaya engel olacak önyargılarımla boğuşuyordum. Geleneksel bir aileden gelişimden kalan saklı bir duvarı, gece karanlık çökerken yıkmaya çabalıyordum... sözüm ona kimsecikler karanlıkta bi’şeycikler göremezdi. Soğuk bir rüzgâr esti kırdığım duvarın ardında. Uzaktan sesini duydum duymasına da… Rüzgârın yıkıcı yanını yaşayan bilir. Karanlık yıkıcılığını arttırır. Soğukta ölümcül bir şiddete bürünür rüzgâr. Ve eğer çaresizseniz karşısında, yüreğinizi de söker alır. Geriye kalan beden sadece acır artık... her soğuk rüzgârda tüm yakıcılığıyla…

Hem öykünü rüzgâra bağladın hem de rüzgârı acıya. Ama bu sefer de geri kalan paragrafların yalınlığından dem vururken buldun kendini. Olay örgüsünü biraz süsle! İçine biraz daha heyecan kat mesela. Ya da öylece kaleminden aktığı gibi bırak. Hayat gibi olsun yani, hani öğrendim artık dediğin gibi. Bırak, nasıl akıyorsa öylece keyif al sadece. İlk paragrafındaki süsleri bulamasan da, biterken büyük büyük vurgularla okuyanı sarsamasan da, bırak. Her ilişki gibi her öykü de kendi sonunu yaşar. Senin için, sana, senden aktığını bilerek yaşamı akışına bırak. Sonlarını da...

Yakında görüşmek üzere. İyi niyetini üzerinden eksik etme.


Senin,
xxxx


Kısa Not: Seni Seviyorum. Hep.




16 Aralık 2010

Saat Beş Mektupları - I


Canım Evren,

Günler ne de hızla akıp gidiyor değil mi? Hızına erişemediğin bir döngüdür hayat, bazen. Tekrarlar kendini her günün erkeni gibi ya da her gecenin yarısı... Bakarsan görebileceğin küçük ayrıntılardadır bir önceki günlerden, gecelerden farkı, bu günün, bu gecenin.  Ama sen bakmak yerine aklının kıvrımlarında dolanmayı seçersin. Aklında yarattığın med-cezirdedir savaşın. Bir gider, bir gelirsin. Enerjini akıtırsın boş yere aklının içine içine. Köşe kıvrım ne varsa dolanır gidersin bir keşke'nin ya da bir ah'ın peşine. Oysa düşünceyi bırakmak gerek, salmak kendi haline. O akıp gitsin varmak istediği yere. Sen bak ve gör. Sessiz kal. İzle sadece.

Hiç balık tutmayı denedin mi sen. Nerede ben de o sabır dediğini duyar gibiyim. Oysa balık tutmak, sadece balık tutmayı gerektirir. Tıpkı çorba pişirmek gibidir yani. Sen hali hazırda henüz bir çorba pişirebilmiş değilsin. Kıvrımın mı fazla, yoksa kıvrımlarına sıkıştırıp, saklayıp, atmalara kıyamadıkların mı? Öykü'nün hikayesini anlatmak üzere oturdun kaç kez kağıdın kalemin başına. Bir dostun dediği gibi, kalemi koydun kağıdın sol yanına, peki ya kendini, koydun mu sol yanına?

Evli bir adamın sevgilisi olmak istemiyorum, diye bağırıyordu, mutfağın krem renkli fayanslarına yasladığı yüzünü zor bela kaldırmaya çalışırken. Günlerdir su bile içmeyen ev arkadaşım Öykü'yü seyretmekle cezalandırılmıştım. Elimden hiç birşey gelmiyordu. Banyo fayanslarından neredeyse kazıyarak kaldırmıştım Öykü'yü daha bir kaç gün önce ve bir yarım günümü almıştı kustuğu acılardan arındırmak o yeri. Bulaşan rimellerin karalığında arkadaşımın yitip giden güzelliğini seyrettim bir süre. Kendimi bir arkadaş olarak suçlu hissetmeme sebep "beni ilgilendirmiyor" deyişimdeki pervasız yandı. Oysa ben ilgilendirmiyor derken, bir sevdaya engel olacak önyargılarımla boğuşuyordum. Geleneksel bir aileden gelişimde saklı bir duvarı, gece karanlık çökerken yıkmaya çabalıyordum... sözüm ona kimsecikler karanlıkta bişeycikler göremezdi.
Öykü'yü anlatmak istediğinde yazdığın ilk paragrafı ilgiyle okuduğumu söylemeliyim. Takıldığım yer tabi ki, son cümlen oldu. Sence de, kimsecikler göremese bile, senin orada olup görüyor olman yeterli değil miydi? Bunun üzerine biraz düşün. Belki o zaman yazdığın sayfalarca paragrafı, ilk paragrafa bağlaman kolay olur.

Ah, Evrenim bazen hayat nasıl da tekrar ediyor değil mi kendini. Burada gülümse... Kendine, geçmişine ve pek tabi şimdine. Kendine iyi davranmaya devam et, sevildiğini unutma. Duanı sıklıkla tekrarla. Her aklında uçuşan kelimeyi, geçmişi, ânı götürüp duana bağla. Aklı düşüncesiz bırakabilmek bir ödüldür. Tutunduğun iyikilerini sıklıkla anımsa, gülümsemek yakışıyor sana.

Senin,
xxxx


Kısa Not: Seni seviyorum. Hep.




09 Aralık 2010

Saat Beş Mektupları



Canım Evren,

Kaç zamandır yüzündeki gülümseme ile dolaşıyorsun. Seni böyle görmek öyle güzel ki... Yapmak istediğin bir kaç şey var, bilirim sevmezsin öyle listeler tutmayı ama bir yandan da onlarsız hareket etmezsin. Ne çok zaman olduğunu hesaba katarsak, sanırım yepyeni bir liste hazırlamak için harika bir dönemdesin. Sırtını sıvazlayan 4. Murat'ı düşünüyorum da, karşılıklı bu sevginiz. Bana anlattıklarından aklımda kaldığı kadarıyla, çocuklar için birşeyler yapmak istedin. Girişiminde sonuçsuz kalmış olman, doğru zamanda doğru yerde olmamanla ilgili olabilir. Etrafına bakmaya devam et. Eğer yapman gereken bu ise, karşına çıkacaktır.

Geçen hafta başladığın yoga seanslarının sana iyi geleceğini biliyorum. Geçen yıl da vardı dediğinde çocuklar, onlara ne dedin. Aramıyormuşum... Unutmazsın değil mi, neyi arıyorsak karşımıza o çıkıyor aslında. Daha ilk günden havalanan kelebeklerinin ne kadar uzun yaşayabildiklerine şaşacaksın zamanla. Yani bugüne kadar öğretilen, kelebeklerin ömrü bir gündürden bir ömürdüre uzanan yolda ilerliyorsun ki, sen de bunun sana kattıklarının farkındasın. Burada uzun uzun sana hatırlatmayacağım ama yarın öbür gün hafızanın azizliğine uğrarsan diye gene de bahsedeyim geçen hafta anlattıklarından.

Hastanede sonuçları alamayınca, sinirlenmek yerine en yakın tarihe gün almak istediğinde hemşirenin nasıl da sevecenlikle sana yardımcı olmaya çalıştığını unutma. Tamam haklısın sorun çözülmedi ama kimse de kırılıp üzülmedi. Sen dahil!

Geçen gün işini halleden güzel genç kıza teşekkür ederken, onun da dönüp sana, o kadar pozitif ve sıcaktınız ki, yapmasam olmazdı değişindeki samimiyeti yüreğine kazımalısın.

Sürekli içinden çıktığın depremi anlatacağına, çıktığın vakit gördüğün eşsiz manzarayı anlatman o masada oturan herkesi en az senin kadar keyiflendiriyorsa, onlar dostlarındır. Daha sıkı sarıl onlara.

Ailenle geçirdiğin geceyi de yaz bir kenara. Hani şu herşeyi herkesin yaptığı, hazırlarken, yerken ve toplarken, herkesin huzurlu bakışları ve mutlu kahkahaları ile hayatı güzelleştirdiği geceyi. Senin evindeydiniz ve sen sadece onlara gelin dedin. Hiçbirşeyin yoktu ve herşeyin vardı, oldu. O gece kardeşinin hiç habersiz olduğu bir kutlamanın ortasında açtığı telefonu da unutma. İşte o anda tamamlanmış oldu çekirdek ailen, bir fotoğraf çektin ya hani, onu da koy aile duvarına, diğer fotoğraflarının yanına.

İyi ki, dediğin ve diyeceğin öyle çok mucizeye şahit oluyorsun ki, bunları not almayı unutma. Yaz mutlaka. Sana verilen bir mucizeye sırt çevirme, açtığı kapıları görünce şaşırma. Ona teşekkür etmeyi unutma. Seni Onunla barıştıranı ve bugün burada hayata böyle bakabildiğin için Aileni  yüreğinde sakla. Sevmek, nedensizdir unutma. Sen şanslı bir çocuksun. Hep öyle kal, kocaman bir iyi kin olsun tutunduğun hayatta.


Senin;
xxx


Kısa Not: Seni sevdiğimi unutma. Hep.



05 Aralık 2010

Yağmur



yağmur hüzünle girmiş kolkola yürüyor sundurmanın hemen yanında
nasıl da huzurlular nasıl da yeni yetme bir sevda onlarınki



30 Kasım 2010

Novella'dan Mektup Var Kendime



hayat tekrarlıyor kendini
bırakıyorsun sevdiğini bir gün bir yerde
ve sonra geri dönüyorsun
ne tuhafsın
hem madem seviyordun ne diye terk ettin
dönüyorsan ne bekliyorsun
aslında biliyorsun alışkanlıklardır insanı geriye döndüren
sen alışkanlıkla kendi kalabalığına dönüyorsun
ne oldu o yalnız kalmak istemelerinden mi sıkıldın şimdi de
ah be evrenim sen büyümeyeceksin
ama ben seni böyle de seveceğim

sen gidince arkandan gelir mi sandın kalabalığın
sevenlerdir hayatında olanlar
hem ne diyorsun kendi duanda

Tanrım hayatında olmadıklarımı aklımdan çıkar
hayatında olduklarımı yüreğimde hissedeyim, izin ver
beni bulmaya, ben olmama yol alıyorum
bana güç ver
ne oldu aklına mı yenildin gene
egona mı yoksa
seni alkışlayanlara mı ihtiyacın var
yüzün gülüveriyor değil mi
alkıştan beslenirsen döner durursun evreninde
yüreğinden beslenirsen alkışlarını duyarsın evrenin
sadece sana
sadece senin içinmiş gibi

sevmek nedensizdir unutma,
sevgiyle kal,
senin Novella





28 Kasım 2010

Titreyen Yan/gın

Seneler önceydi, bir İstanbul akşamında Muhsin Ertuğrul'un sahne tozunu yutmaktan dönüyorduk. Ben Godot'un beklediği yerdeki ağacın bir dalıydım. Ne garip ki bu anı belleğimde sadece bir gece öncesi bir mat üzerinde sahnede uyumamla sınırlı. Ve provalarda ağaç dalı olmamla...

O gece o sahneden çıkıp -google sen çok yaşa- 1992 yılının ılık bir bahar akşamında gençliğimizin verdiği heyecanları alevlendirmeye gidişimizi, çok içtiğimizi, çok güldüğümüzü ve yola çıkarken herkesin biraz daha kalmak isteyişini hatırlıyorum. Bir iki gün sonra aldığımız kötü haberle sarsılmıştık hepimiz. Yanıyordu... O çok sevdiğimiz ve bir daha gidemeyeceğimiz köprü altı balıkçımız yanıyordu. İçimiz yandı. Ben bir daha o köprüden hiç geçmedim. Yeni yapılansa benim köprüm değildi. Altından akan suları da bir daha durup  seyretmedim.

Seneler önceydi. Gençliğimin deli dolu zamanlarında, kendimden bile bunalıp kaçmak istediğimde, gecenin birinde kalkan mavi trene binerdim. Ali Abi'den aldığım içi çıkartılmış acılı yarım köfte ekmek ve elde bir kitap ile düşerdim aşığı olduğum şehrin yollarına. Ah o Doğançay. Gecenin karanlığında bile akardı içime. Akıtırdı içimde ne varsa. Gün ağırmasına yakın duyardım martıların çığlık çığlığa kanat çırpınışlarını. Beni karşılayan hep o olurdu. Görkemli büyük yapısı, yüksek nefes alan tavanları ve eskimiş yüzüne rağmen gülen raylarıyla hep o... Güvercinleri besler bir sonraki seferle dönerdim eski şehrime, tekrar ona kavuşacağımı bilerek arınırdım hüznümden bir tutam huzur koyardım yanıma.

O yanıyor şimdi. İçimde bir yer yanıyor. Üzgün değilim anladığınız anlamda. Kırgın, kızgın ve öfkeli değilim. Onun kendi tarihi içinde benim kişisel tarihimin ayak sesleri var, yürüdüm ben o merdivenlerde ve çorba içtim gar lokantasında bir sabah vakti. Kimbilir kaç gözyaşını bırakmışımdır raylarında. O şimdi yanıyor. Daha bir kaç gün önce hiç planda yokken Karaköy'den Kadıköy'e vapurla geçmeye karar verdiğimde aklımda yoktu karşılaşacağımız. Bugün o karşılaşmamızdan elimde kalan titrek fotoğrafına bakıyorum. Görkemine ve yalnızlığına.  Titreyen bir yangın alıyor hüznümü. Gecemi boğuyor gözyaşlarım. Garip geliyor kulağa biliyorum ama vedalaşabildiğime seviniyorum.





24 Kasım 2010

Bir Sabah Uyandığımda



Bir sabah uyandığmda gitmekti istediğim...
Göçmen kuşlar misali yer değiştirmek ama yine de kendimle olmaktı.
Bir yazı yazdım, uzun upuzun bir yazı,
roman olur dediler ama bence uzun bir öykü olarak kalmalıydı:
Bir nokta koydum o öyküye, pembe bir masaldan uyanıp,
yenisini yazmak için göçtüm turuncu bir düşe.

Rüyalar gerçekleri fısıldar mı gerçekten de?
Şimdi orada yazıyorum göçtüğüm o yeni yerde
Ben kendi dünyamı yazarken kendi gözümden, kendi yüreğimden geçtiğince
Kazara Yazar olmuştum
adımı Novella koymuştum.

Merdiveni dayadığım dört onluk yaşamımda yeni bir yol ayrımındayım,
 basamakları çıkıyorum teker teker
kendimi bulma yolunda kendimle yol almaya çalışarak.
Bilmem ki bulur muyum yolumu,
ya da yol çıkartır mı beni kendime.

Bugün Öğretmenler Günü.
İnsan, kendi öğretmeni olmayı öğreniyor eğer birazcık da şanslıysa.
Karşısına çıkan her bir öğretmende, bir kat daha soyunuyor giyindiklerini.

Karşıma çıktıkları için
Karşıma çıkarttığı için
Farkında olduğum için
Mutluyum
Teşekkür Ederim Öğretmenim


Bu yazı yüreği yüreğime değmiş bütün öğretmenlerime yazılmıştır.
Ben olduğumu bana gösteren aynalar oldukları için.

22 Kasım 2010

İyiyim



Ben iyiyim. Bir yolculuğun içinde süzülen sessiz bir gemiyim bazen ve bazen çoşkun bir ırmak içim. Susmuyor ki kalemim, bu dünyada değil belki ama akıyor yine derinlerim. 

Sessiz neden kalır insan hiç düşündünüz mü? Ben düşünmekten fazlasını yaptım aslında, sessiz kaldım ve gene de yetmedi sessiz kalmayı isteyen bir insanı anlamama.

Çağırıyorsunuz beni. Öyle güzel ki insanın çağrılışı, tepkisiz kalamıyor. Ah o ego yok mu, nasıl da şımarıyor arsızca. Sessizleşen dili çözülüveriyor. Hiç durmadan konuşup duran şişkin egodan daha kötüsü var mıdır acaba?

Geçerken sokaklarınızdan, fısıldıyorum adınızı yüksek sesle. Bir iz bırakıyorum kendimden geriye. Öpüp okşuyorum kelimelerinizi teker teker. Seviyorum bende kalan izlerinizi. Özlenmiyor mu sandınız siz kendinizi. Nasıl da tütüyor sıcak yürekleriniz bir bilseniz yüreğimde...

Gitmek söz konusu olduğunda, yani giden kendi olunca haklı oluyor da, bir başkasında aynı davranışı görünce burkuluyor insan  bir parça. Ne yaptım ki şimdi ben sana diye soruyorsunuz ister istemez, siz değil de egonuz tabi. Dünyanın merkezinde(siniz) ya... Neyse, bunlar benim dertlerim.

Ben dertlerimle de iyi olmayı öğrendim. İyi olmak için çok şeye ihtiyacım olmadığını da öğrendim. Öğrendim ki, hiçbir şeyle de mutlu olabiliyormuş insan ve mutsuz karşılığında. Beklentilerdir duyguları dalgalandıran, diyor bana. O zaman mı anlıyorum 'şimdimi' kaybettim ben. 

Dışında bırakılmış bir geçmişe ve içinde olamayacağım bir geleceğe tutunmuş giderken, koşmaktan tükenen nefesimin bile farkına varamamışım, çok geç olmadan anlamamı sağladı: Nefes ol, dedi kendine. Kendine nefes ol. 

Bu sabah nefes alıp nefes verdim. Sadece nefes alıp nefes verdim. Nefes oldum kendime, kendi nefesimi dinledim. Derindi ve sakin... kapadım gözlerini bir süre, henüz beklemeyi ve sabrı öğrenemedim. Ama o kadarı bile yetti nefes alıp vermeme. Şimdimi buldum. Şimdimde durdum bir süre.

1-2 nefes al... 3-4-5-6-7 ve 8 nefes ver. Haydi şimdi sen de nefes al, ve nefes ver. Unutma! 1-2- nefes al... 3-4-5-6-7 ve 8 nefes ver. Nefes ol kendine. Derin ve sakin. Sonra kendini dinle ve gülümse. Sesin ne kadar da güzel değil mi? Ne kadar derin ve sakin.



05 Kasım 2010

Hoşgeldiniz! İyi ki...

Holding Back The Years çalıyor, The Cooltrane Quartet... Salınıyorum. İçimdeki hafiflik duygusunun hafiflikle uzaktan yakından ilgisi yok ama ben başka bir kavramı klavyemin tuşlarına konduramıyorum. Hemen ardından başlayan Clare Teal yorumu All For Love geliyor, Get Happy albümün adı. İçim kıpır kıpır, dans ediyorum kendimin mutlu yanıyla. Mutlu anları çoğaltmanın sırrı durduğun yerde diyor iç sesim. Baktığında, gördüğünde. Aynı filmi ikinci kez seyretmek istemiyorsan yönünü değiştir, diyorum kendime. Su akarsa senden yana, sen de karış ona, arkandan geçip giderse de sesini dinle. Her ikisinde de huzur kalır yüreğinin derininde.

Balkon kapısında gördüm Frank Sinatra'yı, elinde mikrofonu, I've Got You Under My Skin diyordu bana. Gülümsedim kendisine. İnsan kendine sahip olsa dedim hınzırca.

Yüzümdeki gülümseme öyle uzun süre asılı kaldı ki, bunu sizinle paylaşmayı istedim. Sevgili blog dostlarımla. Ve o anda bir yıldız çaktı kafamda. Bugün burada gidişimi kutlayacağız. Evet, evet. Hazır hepimiz toplanmışken ve ben bu kadar mutluyken olmalı gidişim buralardan. Biliyorum bu blog okurları çokça gördü kaçışlarımı. Yüreğim her vurgun yediğinde, ben önce kelimelerimden, sonra da kendimden kaçardım, bir şarkıda da dediği gibi, eskiden çok eskiden. Her kaçışımda çok geçmezdi geri dönüşüm. Bazen bir fısıltı, bazen bir rüzgar alıp getirirdi gene beni tamamlanmamış çemberimin içine. Ben hep olmam gereken yere, merkeze geri dönerdim: Evrenin Dünyası. Kendi turunu tamamladı.

Dolayısıyla bugünkü gidişim bir kaçış değil. Bu blog yani benim dünyamı yansıtan bu evren ömrünü tamamladı artık. İçine; kırık bir sevda öyküsünü, gündelik yaşamın sıradan yansımalarını, bir aşkın yeşermesindeki sonsuz heyecanları sığdırdı. Kendime yenik üzüntülerimi, yaşama tutkun  mutluluklarımı, yarına panik kaygılarımı ve daha nicelerini taşıdı sizlere. 

74'ü taslak olmak üzere 998 yazı ve 7000'e yakın yorum kalacak bu evrende. Ne çok yer kaplamışım. Ne çok sözcük eşlik etmiş gelişimime. Ne çok yürek atmış yüreğimle birlikte. 

Bu yolculukta yanımda olduğunuz ve beni çoğaltığınız için teşekkür ederim her birinize.

Hangi kelimeler anlatır ki içimdekileri dedim, aşk(l)a yazılmış şu satırları seçtim. 


Öyle keyifli öyle sıradan olmayan bir andı ki,
içimdeki çocuk koşmaya başladı rayların üzerinde:
hayalleri bir sahil şeridi boyunca uzun,
bir gün batımı kadar turuncuydu yüreğinde.

Başka bir yolculuğun yol ayrımında daha kavuşmak dileğiyle... 


05 Kasım 2010 / 23.40 / Bursa



Şarkının sözlerini merak ediyorsan yol seni güzel bir yüreğe çıkaracak.

04 Kasım 2010

Bir (d) Neleri Değiştirebilir ki...



İyi değilim bugün, dedim.
Ağaçlara bak, onlar sana bakarlar, dedi.
Ağaçlara baktım, onlar bana bakıyorlardı.
Sonra gökyüzüne baktım, kuşlar kanatlarını çırpıyorlardı.
Sonra karardı hava, yıldızlara baktım, benim için parlıyorlardı.
Sonra içime baktım, O bana saklandığı yerden, yüreğimden gülümsüyordu.
İyi değildim bugün, dedim. Gülümsedim.

Sonu Yağmur Olsa Da...


Oturdum sahilde bir taşın üstüne...
Uzaklara, gözümün alabildiği yüreğimin varabildiği son noktaya bakıyorum...
Ardımda bıraktığım çakıl taşlarından bir kule yaptım kendime...
Sırtımı sağlama dayadım...
Yanı kendime...

Es rüzgar!
Yağ yağmur!
Çak şimşek!

Yıkılmam demiyorum...
Ama artık daha çok dayanırım biliyorum...




__________________________________________________

Fotoğraf /  Soon@Neslihan Öncel
İlk Yayın Tarihi : Ekim 2009 

KURULMUŞ CÜMLELER / 17





Kalp neyle doluysa dudaklardan o dökülür.



Goethe

Yara Bandı




Bir yürek kırar bir yüreği bir gece vakti,
Bir yürek sarar bir yüreği bir gece vaktini bir geçe.
İkisi de yürekse, değişen ne?

Sözdür ağızdan çıkan
Nasıl söylendiğidir,
Ne zaman ve neden söylendiği kadar önemlidir.

Yazmak bir dışa vurumdur,
Yazmamak içindekini dışa vuramamak.

İçinde tutarsan
Patlarsın
Parça tesirli kelimelerini yüreğimden uzak tut.









Görsel

03 Kasım 2010

Koşmak Hece Hece

Akşam iş çıkışı eve geldiğimde yorgundum ama gene de bindim o koşu bandının tepesine. Nasıl da rutin ve sıkıcı bir haldir üstünde olmak bazen. Televizyonu açtım, ilgimi çekecek bir program bulup seçtim ama çok geçmeden de anladım, yaklaşık kırk dakika sürecek olan 3,5 kmlik yolum bu gece uzun gelecekti bana. Zaman geçecek gibi değildi. Kendi kendime bir şarkı tutturdum. Ellerim havada yağmurlar yağdırdım üzerime. Öyle keyifli öyle sıradan olmayan bir andı ki, içimdeki çocuk koşmaya başladı rayların üzerinde: hayalleri bir sahil şeridi boyunca uzun, bir gün batımı kadar turuncuydu yüreğinde.



Akşam yemeği uydurdum oldu lokantası gururla sunar mutfağından ustanın özenle pişirdiği ve ısrarla önerdiğiydi, mecbur kaldım mideye indirmeye, istemeye istemeye. Kanmadı midem sebzeye, tutturdu tatlı isterim diye, kırk yıllık midemi kıracak değilim ya, uyduruverdim cevizden, baldan, muzdan bir bomba, atıverdim bir lokmada ağzıma.

Evin sesizliği bırakınca kendini mumların fısıldaşmasına, bir yazı çıkacak gibi geldi bana... İçimdeki ses, hayat böyledir, dedi. Nasıldır, dedim. Başladı yazmaya elim, bir türlü sözümü dinletemedim. O istedi ben yazdım, kelimelerimi bu gece okyanusa bıraktım.

Bazen hiç yüzünü görmediğiniz arkadaşlarınızla oyunlar oynar, o tatlı rekabetin sizi gülümsetmesine izin verirsiniz.

Bazen üzüntüsünün nedenlerini dinlemeye gerek duymadan o cam kenarında oturmuş ağlıyor diye yani sadece yüreği acıdı diye, ağlarsınız onunla aynı şarkıyı ağlaya ağlaya.

Bazen yüreğini bildiğiniz bir dostun özlemi ile düşünürsünüz geçmişi ve onun da zaman zaman yüreğine düştüğünüzü bilerek, yürekten yüreğe bir selam edersiniz kilometrelerce uzaktan. O selamı alıp, yüreğine koyacağını bilirsiniz de ondan.

Bazen eski bir sevgiliye tuttuğunuz bir şarkıda, susar kuşlar, siz sessizliğinde gecenin, hüzün denizlerinde yüzersiniz çıtınız bile çıkmadan, sızan gözyaşlarınıza aldırmadan.

Bazen yalnız bir gecede, o kadar da yalnız olmadığınızı bilirsiniz içten içe, hissedersiniz, uzakta bir yerde sizin için atan yüreğin aklına düşüverdiğinizi sıradan bir akşamın rakı sofrasında, asılı kalan bir gülüşte. Asarsınız gülüşünüzü siz de yüreğinize.

Bazen bir mesajdır, sadece sesini bildiğinizden, kelimeleriyle yıkar sizi, yıkar da geçer içinizdekileri, pürü pak olursunuz uyumadan hemen önce, yumarsınız gözlerinizi türlü çeşit hayale. Bir imza görürünüz hayal meyal, Evren'e yazıyordur üzerinde.

Bazen hayat böyledir işte. Siz kendinizlesinizdir ve farkına vardıkça yapayalnız olmadığınızı, ışıkları silik sokağa bakar, gülümsersiniz. Camda kalan buğudadır gizliniz saklınız. Kimsecikler görmesin diye, polar montunuzun kol ağzı ile silersiniz canınızı. Canınız acımaz sanırsınız böylece.

hayat bazen
tutup da bilmediğin
koşup da gitmediğin
görüp de sevmediğin

hayat bazen
içinde hissetmediğin
dışında kalıp da ürktüğün

hayat bazen
portakal
bazen mavi
bazen de rengini hiç bilmediğin

hayat bazen
küsüp de diyemediğin
sevip de doyamadığın
alıp da koklayamadığın

hayat bazen
hayat mı bu dediğin
bazen onu bile demeye yetemediğin

hayat bazen
dönüp de baktığında gördüğün
yürüyüp gittiğinde varamadığın
durup düşündüğünde içinden çıkamadığın

hayat bazen
ne sen
ne senin

hayat bazen
camdaki buğu
elinin tersi ile ittiğin



Konsantrasyon



Bu oyunu dün akşam tesadüfen bir blogta buldum.
Dün akşam bir iki kere oynayıp 17.381 skor ile uyudum ve oyunu unuttum. 
Az önce bir yorum geldi. 20 saniyeyi gördüğünü söylüyordu.
Oyun aklıma düşünce, e yapacak da iş kalmayınca dur bir deneyeyim dedim.
Kendi rekorumu kırıp 21 saniyenin üzerini gördüm.
Benim heyecanlarıma kapılan arkadaşlara da bulaştırdım. Şu saat itibarıyla rekor bende :)




21.02 itibarıyla skorumu yeniledim de haberdar edeyim istedim :)


02 Kasım 2010

Kendim(l)e Gülmek


En çok ne zaman gülersin kendine?
Yalnızken kendimle konuşmalarımı biri duysa diye düşündüğüm anda.
En çok ne zaman ağlarsın peki?
Kendime gülüp geçmem gerektiği zamanlarda.
Kendinle nedir ki derdin?
Kendimi sevmeyi öğrenmek zamanımı aldı. Bir de hayallerime sahip çıkmak. Bak söylemeyi unutuyordum, bir de acıyı da hak ettiği kadar yaşamayı  öğrendim ben. Acıyla yoğrulmuş bir kalbe ne iyi gelir bilir misin? Sevilmek. Tek ilacıdır. Büyürken sanıyordum ki sevgi karşıdan gelendir. Büyüdükçe çocuk kalan yanımla anladım ki, aslında içindedir. Karşıdan gelen nedir dersen, içinden yansıyandır derim.
Yansıma bir yanılsamaysa eğer?
Sevilmek içten dışa bir eylemdir. Sevmek dıştan içe. Bunu fark ettiğin gün, narsist bir yaklaşımla yansımana aşık olursun. Aşk kendine hissettiğindir. Hayal kırıklığı kendinedir. Acısı yüreğinde yer edendir.
Aşka iki kişi gerekmez öyle mi?
Aşkla ayna tutanı ne yapacağız peki? Aşk iki kişiliktir. Yankılanmıyorsa bir duygun, yani bir duvara çarpıp dönemiyorsa nasıl anlayacaksın ki, büyüklüğünü yüreğinin, yüreğindekinin... Bu sadece aşk için de geçerli değil üstelik. Yaşamak en az iki kişi ister kendine. Ayna tutanın olacak ki, yüreğindeki AŞKı görebilesin kendi kendine.
Aynada gördüğün?
Ellerim, gözlerim, gülümsemem bir de yüreğimdeki AŞK...

01 Kasım 2010

Sana, Ona, Kendime



Bazen mektuplar yazıyorum sana, ona, kendime.

Bazen o mektupları okuyorum yüksek sesle, sana, ona, en çok da kendime. Gönderilmemiş mektuplarım var ve gönderilememiş ve gönderilemeyecek olanlar... Bir yerlerde birikiyor duygularım, yüreğimin içinde mesela ve hatta gözbebeklerimde. Çıktılar sanıyorum yazınca, ya da ağlayınca akıp gittiler sanıyorum. Kurduğum barajların kapakları kapalı, farkına bile varmıyorum. Birikiyorlar bir yerlerde kelimelerim üste üste. Birikip birikip taşıyorlar olur olmadık zamanlarda, olur olmadık insanlar içinde kabarıyor duygularım, biriken gözyaşlarıma izin veriyorum. Utanır oldum kaç zamandır sebepsizmiş gibi gözüken ağlamalarıma. Nedensiz kelime yığılmalarıma...

Geçen sabah kutuya attım elimi, gözlerim kapalı, aklımdan bir şey geçmesine izin vermediğim bir hızla çekiverdim bir tanesini, göz açıp kapanamadı bile... Bahtıma ne çıkarsa, dedim.  Bahtıma sana yazılmış bir mektup çıktı. Ona bazı yerlerini yüksek sesle okudum. Kendime çoğu kelimesinde sessizce ağladım. Zamanlaması yanlış duygusu hassas mektuplarımı ellerimle okşadım. Kelimeye dökmeyi başardığım her duygumun içimdeki yeri sızladı. Ağladım. Ne çok, ne kolay akar oldu bu gözyaşları, sana, ona en çok da kendime bir anlamı var mı kavrayamadım. 

Bazen mektuplar yazıyorum sana, ona, kendime.
Bazen o mektupları yırtıp atıyorum. İstemiyorum bulunsunlar, okunsunlar bir yerde. Yitip gidiyor kelimelerim, sana dair duygularım yitip gidiyor, ona dair kırgınlıklarım azalıyor gitgide, kendime kızgın değilim eskisi gibi. Bunu sana söylüyorum, ona söylemeyi istediklerimiyse kendime saklıyorum. Kendimle barışalı beri, saklımda olanları bir bir güneşe bırakıyorum. Kuruyorlar zamanla. Küçülüp, büzüşüyorlar. Yok olmuyorlar ama varlıkları da eski tadında değil gibi. Bazı duyguların kurusu bile yeter adama diyor iç sesim. Onu öpüyorum. İç sesimi kendimle barıştığımdan beri daha bir seviyorum. Anlaşamasak da konuşacak birinin varlığında mutlu olmayı öğrendim. Yok henüz delirmedim. Delilikle karıştırılsa da, o da bir çeşit kendini var etme biçimi değil mi?

Farkındayım uzun zamandır üç kişilik bir yükü tek başıma sırtımda taşıyorum.  Sana, ona en çok da kendime haksızlıklarım. Bunu sana anlatmaya çabalasam da, ona dediğim gibi, kendimi sana tam olarak teslim edebilmeyi başaramıyorum. İçimin yitip gittiği bir yerde, içinin sesiyle karşılaştığımdan beridir, sana, ona ama en çok da kendime alışıyorum. İnsanın kendine alışması ne çok zaman alıyor bir bilsen. Kendinle kavgan bitiyor bu sefer de iç sesinle dövüşe başlıyorsun. Velhasıl zor zanaat insanın kendini sevmesi. Kendini bütünüyle teslim edebilmesi. Bak bunu bir kere de buradan sana, ona en çok da kendime yazıyorum. Anlaşılamasa da sözlerim, duygularımın yarattığı karmaşadan yükselen toz bulutları gözle görülebilsin istiyorum. Bu gördüğün, bildiğin toprak patikadan koşar adım uzaklaşırken senden, ondan, en çok da kendimden, arkamda bıraktığım toz bulutlarım. Ben köşeyi döndüğümde gözden kaybolmuş olacaklar. Başımın üstündeki karalıklarına bakıp da aldanma, yağmur bulutları çoktan terk etti yüreğimin sevdasını. Boşuna da ardımdan hayıflanma, çünkü ben ağlamıştım, sana, ona, en çok da kendime vakti zamanında.



31 Ekim 2010

Güneşli Sabahlar ve Pazar/lık

Soğuk kış günlerinde güneşli sabahlara uyanmayı seviyorum. İçimi kaplayan heyecanın tarifi var mıdır? Ben henüz bu duygumu tarif edemiyorum. İçimde bir yerde bir kelebeğin sessiz çırpınışını duyuyorum. Bir çiçeğin açmaya çabalarken ki yorgunluğuna rağmen aldığı keyfi duyumsuyorum. Bir bulut geçiyor gözlerimden, uçuk mavi, beyaza yakın, ipeksi... Dokunuyorum. Ben güneşli sabahları çok seviyorum. İçime dolan yaşama sevincini, harika bir sabah kahvaltısı ile sergiliyor bu arada da kendimi şımartıyorum. Bol vakitli, az uğraşlı pazar günlerini kendime ayırıp kendimle olmanın keyfini sürüyorum. İçime düşen küçük kurtları, sesleri çok çıkmaya başlayınca, balkondaki saksı çiçeklerinin dibine bırakıyorum. Onlarla bir pazarlık yapıyorum. Onlar bir süre toprakta mutlu mesut debeleniyor ben o sırada bütün iç seslerimden uzak bir zaman diliminde huzuru ve mutluluğu çoğaltıyorum. Sonra onlarla birlikte kaldığım yerden devam ediyorum yaşamaya. Onlarsız olamayacağımı biliyorum. Ayrıca da onların beni ne kadar büyüttüğünü bile bile onlarsız kalmayı da göze alamıyorum.

Bu sabah güneşi görünce heyecanlanan kalbime, akıldan tepki gecikmedi tabi ki... Salıverdi kurtçuklarını sağa sola, topladım hepsini özenle, kasımpatının toprağına bıraktım onları. Yeşil yaprakları üşümelerine engel olur, biliyorum. Ben az sonra kendime bir kutsama hazırlığına girişeceğim. Bugün pazar ve turuncu bulutlarıyla parıl parıl parlayan bir gök yüzüm var. Yüreğimde güneşler açmış. Kolları uzansın sevdiklerime, yüreği üşüyenlere ve kendini yalnız hissedenlere.

Henüz sabahın çok erkeni, yani henüz sabah kahvaltısı için bir güzellik düşünülmedi ama geçen haftalarda yaptığım ve sizinle paylaşmayı düşündüğüm tost fikri yazılmak için bekliyordu sırasını. E gün güzel, ben de öyle... O halde işte size harika bir pazar için pratik bir öneri...

Malzemeler basit, ekmek, kaşar, pastırma (ben çemensiz ve hindi tercih ediyorum), köz yağ bireri, yumurta... Siz malzemeyi kendi keyfinize, bütçenize ve malzemenize göre değiştirebilirsiniz tabi.






O sabahı hatırlıyorum, o sabah içim gene kıpır kıpırdı. Rahatsız bünyemin "açımmmmmm" sinyalleri çalışına istinaden, buzdolabının kapağı açıldı. Malzeme kısıtlı ama yaratıcılığı teşvik edici türdendi. Klasik bir pazar sabahı kahvaltısının ötesinde bir güzelliği hak etmiştim. Nedeni bende gizliydi. Mutlulukla gülümsediğimi hatırlıyorum. Hatta şu anda o mutluluğu bu sabahkine ekleyip gülümsememi büyütüyorum. Gördüyseniz sizin de yüzünüzde kaçınılmaz bir gülümseme oluşmuştur. Yok ben göremedim diyorsanız, aynaya bakın...

Malzemeleri tek tek çıkarttım tezgâh üzerine. Kaçınılmaz olarak sahanda yumurta tarifi çıkıyordu önüme. Oysa ben farklı bir şey istiyordum. Uzun zamandır tost yememiştim. Fikri bile yetti keyfimi katmerlemeye. Önce 2-3 dilim pastırma tavaya gösterildi. Pıt pıt, iki yüz de ısıyı alıp yumuşadı. Tost ekmeği olarak seçilen susamlı ekmek, özenle ortasından kesildi ve içine, ince ince dilimlenmiş iki parça kaşar boylu boyunca yerleştirildi. Kaşarların arasına pastırmalar konuldu. Tost makinesi üç dereceye getirildi ve içli ekmek, iç çeke çeke yapışmaz tavaya yerleştirildi ve üzeri üşümesin diye kapatıldı. Bu esnada yumurta tek kişilik tavaya, bir nohut büyüklüğünde tereyağ ile beyazı tamamen sarısı da hallice pişirilmek üzere konuldu. Kırmızı yağ biberleri üçgen üçgen kesildi. Yumurta da buradan nasibini aldı ve onlar da üçgen oluşturacak şekilde sekiz parçaya ayrıldı. Tost, oldum ben artık diyen erimiş kaşar sesleri eşliğinde tabağa konuldu ve aynı şekilde üçgenler oluşturarak servis tabağına alındı. Her bir lokmalık parçanın üzerine bir kırmızı yağ biberi kondu ve en üste yumurta eklendi. Servis tabağının kenarına bir dal taze nane ile yemeğe hazır hale getirildi. Yanına o günler yazdan kalma olduğundan soğuk çay ile servis edildi, afiyetle mideye indirildi.

Az sonra benzer bir girişimde bulunmak üzere mutfağa gideceğim. Kendimi şımartmak için bana verilen bu fırsatı değerlendireceğim. Dilerim sizler için de güzel olsun bu pazar. Dilerim, fırsatınız varken şımartın kendinizi ve sevdiklerinizi.



30 Ekim 2010

Ama Ama Neden?



Ama ama neden bir adam hem yetenekli, hem zevkli,
hem eli kalem tutan hem de aynı zamanda elinin lezzeti olan bir adam olur ki...

Ona
ya da
ulaşabilirsiniz...




Üşüme/k

 
İnsan çok yorgun olunca, ağlayamıyormuş.
Okudukları karşısında dolu dolu gözyaşları
Öylece donup kalıyormuş.
İnsan bu yüzden yüreği yorgun düşünce çok üşüyormuş.