İnsan sevdiği birini unutmaz.
Ama insan bazen birini "sevdiğini" unutur.
_______________________________________
Alıntı / Haşmet Babaoğlu / Pazar Notları
Görsel / Smoky Guartz
İlk Yayın Tarihi/Aralık 2009
Aslında gayet anlaşılabilir ve kolayca izah edilebilir bir durumdur yazınıza bahse konu hal... "varolmanın dayanılmaz hafifiliğini" nasıl yorumladığınızla ilgili bir olmuşluk ya da olmamışlık halidir, kadınları kategorize etmek; ve bence insanın kendiyle ilgili bir sorundur. Kimileri gün gelir farkederler bir bedenden öteye gidemediklerini... kimileri öğrenemezler bir türlü "hayatın gerçek tadını" ... ve aslında insan durup baktığında kendine, isterse görür niyelerini...
bu aralar kalakaldı elimde karışmış bir yürek çilesi gibi kelimelerim. cümlelerim dağınık bir zihin örgüsü...
sevgili,
söylenecek onca sözün içinden, hep bilineni, defalarca söyleneni seçtim sana. seni sevmekle geçsin bir yıl daha. bir yıl daha bak gözlerime. bir yıl daha saçlarım dağılsın omuzlarında. sen bir yıl daha sev beni. bin yıl daha... seveceğim ben seni... hep, AŞKla...
bir gece vakti oturmuşum bilgisayarın başında. salonda. taslakların arasında dolanıyorum, yolunu kaybetmiş çocuğun ürkekliğinde; karşıma çıkıyor unutmak istediğim kelimeler. onlardan kaçarken, tanıdık gelen bir cümlede duruyor yürek, atıyor, heyecanla, herşey böyle başlamıştı çünkü, hatırlıyor ve gülümsüyorum. nereye varmak istediğimi biliyor, gecenin karanlığında daha önce geçtiğim o ara sokakları ayırabiliyorum sigara izmaritinin henüz sönmemiş ateşinde. uzanıp yere, bir nefes çekiyorum içime. ciğerlerim yanıyor gecenin karanlığında yataklarına uzanmış konuşan adamla kadını görünce, pencere sıcak hava nedeniyle açık ve perde havalanarak yana kaymış rüzgarın etkisiyle. farkında bile değiller, öyle büyük ki yangınları. durup seyretsem diyorum. aAnnemin ayıp demesi takılıveriyor, kulağıma bir sivrisinek vızıltısı eşliğinde. uUzaklaşıyorum koşar adım o pencerenin önünden, avucuma adamın 'yabancıyım tenime' cümlesi batıyorken. koşarken karıştırıyorum yolları, bilmediğim bir parka çıkıyor adımlarım, ıssız ve karanlık, su birikintisine basınca anlıyorum, yağmur yağmış burada az önce. ne kadar uzaklaşmış olabilirim ki kuytularımdan... dönsem artık çok mu geç, gitsem bulur muyum ki yolu. aşka hüzün karıştı yazıyordu duvarda, mordu, fosforluydu, yüzümü öptü geçti.
Ömrünün yarısını aralıksız paylaşmışız ana baba ayrı kardeşimle bazen tatlı, bazen acı, bazen bol kahkahalı, bazen salya sümük ağlamalı... İnsanlar gelip geçmiş hayatımızdan, bir de şehirler ve hatta ülkeler; paydada biz vardık ya hiç kopamadık birbirimizden.
Hepimiz yüreklerimizi teslim etmeye açız, ama bir yandan da kendimizi tümüyle teslim etmemeye and içmiş gibiyiz.
ne garip değil mi ilk yağmurlarda aklıma düşmen bir sevgili gibi, hatırlanman ılık bir gülümsemeyle. güneşin kızıllığından alıp saçının bir telini, bir bulutun griliğine yüklemek gözlerini. umarsızca kapını çalmak istemek bir gece yarısında, tık tık sesiyle irkilmeni seyretmek kapının ardından. sabahına uyumamış gözlerle gülümsemek kahve kokusunda, konuşulmadık bir şey bırakmamış olmak geride, elde elmalı bir kurabiye yarısı... sende.
bilmem ki öyle mi olurdu, bilmem ki buyur eder miydin içeri/ne. bilmem ki hiç aklına düştüm mü gün ortasında? mesela bir sokakta yürürken ve dinlerken huzurlu bir ezginin tınısını kendileğince, sıcak bir tebessüm gelip de yerleştim mi yüzüne? sevda değilim ki ben yüreğine düşeyim ama düşmüşümdür belki senin de bir yanına. belki bir gece vakti, hiç olmadık bir rüyanadır konukluğum. ne komik olurdu düşünsene, giderken bir dolmuşta, kalabalığa karışmış yalnızlığında düşüverse rüyan kucağına. telefona sarılıp da arar mıydın beni eskisi gibi, en olmadık zamanda.
bilsen ne zamandan beridir bir ağrı var sol yanımda. yağmurlar yağıyor akşamları, varlığının ayazında üşüyor yüreğimin dost yanı. sen sevgili değilsin ki yüreğime düşesin. ama düştün işte, emin değilim ki düştüğün yer aklım mı, yoksa aklımın almadığı yüreğim mi?
sana yazılmış ama gönderilememiş bir mektubun satır aralarında, belki de hissetmişsindir çok özlendiğini diye, sıkışıp kalan kelimeleri çıkarttım özenle bir gece vakti. bir gece vakti, yazdığın uzun bir mektubu daha kaldırdım sandığıma. yüreğim yüreğini çok sevdi diye, yalnızca bunun için bile hatırlanmalı değil mi gülüşün sesleri rüzgarlı bir akşam vakti. bir demet yabani sarı papatyayı az önce kopardım evin önündeki boş arsadan, evet yine senin için, senin sevdiğini bildiğim için. çocuk sesleri duyuldu yapraklarından. mektuplardan arta kalan kelimelerimle yazdıklarımı ekledim vazoya su niyetine, sarıları hiç solmasın çiçeklerinin diye. sana gönderilememiş onlarca mektubun satır aralarında dolaşıyor ellerim, karanlıkta yolunu bulmaya çalışan çocuk korkusu yüreğim pıt pıt atıyor. düşünüyorum, seni o mektubu okurken hayal ediyorum. eğer o anda düştüğsem aklına, yani öncesinde değil de, okurken... yüreğin değildir düştüğüm yer, korkma diyorum sana. sessizce, geldiğim gibi, öpüp yanaklarından, güneşin doğuşuna ekliyorum saçlarını ve bir bulutun maviliğine gözlerinin ışıltısını. suya bırakıyorum özlemimi ki baktığında yansıyan, yüreğince sevgim olsun. sessizliğin içinde büyüyüp giden duygular neyi anlatıyor bugünlerde sana... benim duyduğum derin bir çığlık, buzların kırılma noktasında.