
26 Şubat 2009
GÜNE UYANDIM (MI)

25 Şubat 2009
PESİMİST OLMAK - Vol.2
- Sen neden iç karartıcı şeyler yazıyorsun...
- Yüzü bu kadar gülen insanın kaleminden nasıl dökülüyor hep acı, keder, üzüntü...
- Güneş doğmaz mı senin yüreğine...
- Aşık oluyorsun acı yazıyorsun, seviniyorsun acı yazıyorsun. İçimiz karardı...
Bu aralar aldığım bütün mailler ve eleştiriler bu minvalde...
Gelmeyin üstüme, arkadaşlar, dostlar, bloggerlar...
Komik bir kadınım ben aslında, valla, ciddi söylüyorum, bak hakkaten ya...
Sorun eşe dosta...
Mesela 11.12.2008 tarihinde yayımladığım şu komik yazımı okuyun bir kere...
(bu arada yazının aslını uçurmayı başardım, teknoloji insanıyım, kabul edin.)
Adına bakıp yanıltmasın sizi, bir mutluluk anında yazılmış olması muhtemel izler taşıyor aslında... Valla, ciddi söylüyorum, bak hakkaten ya...
_________________________________________

Yaşadım ya ben şu yaşa kadar pes valla
Tam da 30.5(*) oldum
Fark ettim
İyi yaşadım ben bu yaşa kadar aslında...
*******
Peksimet gibi birşey mi dedim ona.
Baktı yüzüme
Evet dedi pek simitsin hatta...
Nasıl yani?
Susamlı mıyım
Yuvarlak mı
Yoksa yanmış mı bir yanım hayatta
Pişmemiş miyim aslında
Nasıl yani ya...
Nasıl bir simidim ben aslında.
Mesela çayın yanında iyi gider miyim
Susamım mı dokunur bir başkasına
Kalanım çöpe mi gider
Yoksa bayatlasa da ısıtırız dursun kalanı falan gibimiyim ben aslında.
OF NASIL BİR SİMİDİM BEN YA
Bugün komiğim ben aslında.
Başlarken daha hayata istenmemişim ya.
Sonra da bunu kılıf bulup dikmişim ya üstüme o zamandan beridir olmaz benim işim.
5 kuruş ver yaptırama 10 kuruş ver beni oradan geri alama.
Düşünceler dağınık kafamda.
Beynimin kıvrımlarında gözünü kırpışın.
Benim bunu üzerime alışım
Sana akıp olsam alaşım
Olur mu dersin seninle benden homojen bir karışım.
Sen de komiksin aslında
Bu yüzden hala gülümsüyorum sana...
Senin aklında kalışıma
BU KADAR MI OLUR KES KEL ALAKA
______________________________
(*) 30.5 ile ilgili durum şudur: beni yeni tanıyanlar bir türlü inanmazlar 36 bitti 7'ye gidiyorum demelerime....Hemfikir oldukları nokta maksimum 30 gösterdiğim yönündedir. Ben de dalga geçerim her seferinde bari 30.5 diyeyim diye...
YARIN OLDU SANDIM
Dün gece içimdeki son damlaya kadar ağladım hıçkıra hıçkıra…
Yarın oldu sandım sabah telefonun sesine uyandım. Dün geceyi düşündüm.
Dün gece kötü bir gece geçirdim… İçimde ne varsa kustum…
Dün gece içimdeki son damlaya kadar ağladım hıçkıra hıçkıra…
Bir tası doldurdum sıcak suyla. Giyindim en güzel maskemi. Bir de saten geceliğimi. Bileklerimi kestim özenle. Uzattım bileklerimi sıcak suyun içine. Bir kan damladı halının üzerine. Bir tanesi de saten geceliğimin üzerine. Hiç üzerinde durmadım.
Bugün böyle dedim. Yarın temizlerim.
Uyanamayınca anladım.
24 Şubat 2009
İÇİÇE GEÇMİŞ(M)İM…
ANI 1
4 ya da 5 yaşlarındaydım… Annem kağıt 5 lira verdi. Bakkaldan leblebi tozu alacaktım Apartmanın önünde adını hatırlayamadığım bir kız arkadaşım da vardı. Beraberce bakkala gittik. Ben leblebi tozunu aldım ama onun parası olmadığı için bakkal amca ona leblebi tozu vermedi. Ben de bıraktım aldığım leblebi tozunu ve çıktık dışarı. Parası olmadığı için leblebi tozu alamayan arkadaşım mutsuz olmuştu. Baktım elimdeki kağıt paraya ve onu ortadan ikiye böldüm. Yarısı onda yarısı bende kağıt 5 lira ile girdik tekrar bakkala; bakkal amca o kadar çok güldü ki, o gün ikimize de leblebi tozu verdi, hatırlıyorum…
BENDE KALAN 1
Ne zaman birinin bir şeye ihtiyacı olsa ve mutsuz olsa ona sahip olmadığı için, hala, yarısını, tamamını, üzerimdekini çıkartıp verme huyum vardır.
ANI 2
6 yaşımın yazını yaşıyorum… Balkonda sallanıyorum salıncağımla, bir öne bir geriye… Apartmanımızın hemen önünde kurulan pazarı seyrediyorum. Bütün mahallede bir şenlik havası… Karşıdaki yumurtacıdan feryat figan bir ses… “Gelirsem oraya…” “Annene şikayet edeceğim seni…” Hiççççç üstüme alınmıyorum ama adam basbayağı bana bağırıyor işte… Yan balkona bir bakıyorum, bizim komşunun ufaklık bir elinde sapan bir elinde taş yumurtaları hedef alıyor… Hemen ayağa kalkıyorum ve sesimin son tonunda “Ne bağırıyorsun küçücük çocuğa bir hata yapmış işte, öğretsene bir daha tekrarlamasın” diyorum, hatırlıyorum….
BENDE KALAN 2
Ne zaman bir hata yapılsa ki – hatırlatırım Kalite Koordinatörü olarak çalışıyorum - hala, hatanın sonuçlarını anlatmak ve tekrarını önleyecek çözümleri üretmek gibi bir huyum vardır, terzi kendi söküğünü dikemez özdeyişi tam da bu "kalan-2" de yer bulur bende…
ANI 3
7 yaşımdayım, ilkokulda… İki şeye çok bozuluyorum tam da bu yaşta… 7 aylık doğmuş, 9 aylıkken yürümüş, 1 yaşında konuşmaya başlamış, 4 yaşında yazmayı sökmüş, 6 yaşında okumayı yaşam biçimi bellemiş olan ben, sınıf arkadaşlarımın düz çizgi, yatay çizgi, çubuk çizememesine sinir oluyorum. Öyle ki sonunda sınıfta bir okuma ağacı yapılıyor ben ve Levent ağacın en tepesindeki elmalar olarak yerimizi alıyoruz. Sınıf arkadaşlarımıza çizgi çizmeyi öğretiyoruz. Kendimi adıyorum ben bu meseleye, görev ediniyorum bir anlamda… Sonra da bir gün; bayrağı alıyorum elime “Okuma yazma böyle öğrenilmez diyorum, Cumhuriyet gazetesi lazım, ben oradan öğrendim bu işleri” diye bitiriyorum cümlemi, hatırlıyorum…
Diğer bozulduğum mesele ki bu hayattaki duruşumun 7 yaşındaki farkındalık yansımasıdır geleceğe… Bu sınıftaki herkesin abartmıyorum ben ve cem hariç herkesin bir ablası-abisi var... Dersler bitiyor, okuldan çıkıyoruz ve ağabeyler ve ablalar kardeşlerini alıyorlar ve evlerine gidiyorlar… Ben ağlayarak gidiyorum eve: “Yalnız öleceğim bennnnnnnnnnnnnnnnnnnnn” diye, hatırlıyorum…
BENDE KALAN 3
Lider olmayı severim ama bir ekibin değerini de bilirim… Şimdi ne zaman bir karşı duruş sergilesem, elimde dayanaklarım ve önerilerim mutlaka olur. Öğrenmeyi, öğretmeyi severim, kendimin ve yanımdakinin gelişiminin buna bağlı olduğunu düşünürüm. Evet düşünürüm, okurum ve anlarım, anlamadığımda sorarım.
Annem ağlamalarıma dayanamayıp kardeş yapmaya karar verdiğinde, bir CISV (Children International Vocation Camp) için ilkokul çocuklarını Almanya’ya götürecekti. Sordu, ne istersin dedi, kırmızı bisiklet ve bir de erkek kardeş… İkisi de geldi… Şimdi kardeşim çokkkkkk uzaklarda olsa da, yaş farkımızdan dolayı birlikte büyüme şansımız olmasa da varlığı yetiyor bana… Bir keresinde büyüdün artık “evren de” bana demiştim. Tek ablamsın ve ablamsın demişti… Sen de benim canımsın… Biliyorum sen varsın ve ben o zamandan beri yalnız değilim, ağlamıyorum...
ANI 4
Gene ilkokuldayım, 8 yaş ve artık ablayım… Erkek çocuklar bahçede birdirbir oynuyor. Ben de oynamak istiyorum ama “sen kızsın” deyip oynatmıyorlar. Sonra bir iddiaya girişiyoruz “atlarsın atlayamazsın” diye… Atlarsam diyorum futbolda oynayacaksınız benimle… Tamam diyorlar… Biri eğiliyor… Ben uzaktan koşarak geliyorum, tam atlayacağım, eğilmiş olan erkek çocuğu, kendi yüksekliğini artırıyor… Çok fena burnumun üzerine düşüyorum, canım yanıyor, hatırlıyorum…
BENDE KALAN 4
O zamandan beri güvenmem erkeklere… Ve yapmak istersem bir şeyi ve inanıyorsam yapacağıma, yaparım canımın yanma pahasına… Bir de futbol oynarım erkek çocuklarıyla...
ANI 5
İşte tam da burada çok sevdiğim şair geliyor çocukluk anıma… Hayatıma yön veren, şairi ve şiiri sevmemi sağlayan… 8 bilemedin 9 yaşındayım... Yani küçücük bir çocuğum ilk duyduğumda mısralarını. Pazar mıydı ayrımına varamam ama babamla parktaydık. Güneşli bir gündü. Babam gökyüzüne baktı. "Bugün pazar. Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar" dedi. İçime işledi. Ne zaman bir sevda yaksa yüreğimi babamın sesi gelir kulağıma ve seslenir bana Nazım'ın yüreğinden:
"Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da… Hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil, bütün iş Tahir’le Zühre olabilmekte, yani yürekte..."
Bir şiir oku önce
Şaşkın Kovam ikisi birden sana gelsin mimlerin…
Belki şifa getirirler sana…
23 Şubat 2009
TEKİLA
hissetmediğimden değil
susuyorsam
bilmediğimden değil
ağlamıyorsam
gözyaşlarım olmadığından değil
dilimde kesif bir tuz tadı
yüğerimde bir limonun yakıcılığı
oysa dün gece kalsan yanımda
çok değil sadece beş dakika
tek shut tekila etkisi yapardın bana
sen her ihtiyacım var dediğinde
rakı sofrası olurken ben sana
tek shutı çok gördün ya bana...
şimdi...
yazmıyorum
susuyorum
ağlıyorum
en serseri kılığımla atıyorum kendimi sokağa
biliyor musun yağmur yağıyor dışarıda
sana niyet alınan tüm rakıları
yağan yağmura katıyorum damla damla
anason kokan sokak kadınları sarıyor etrafımı
bir de bira içen berduşlar
sokak kadınları hep bir ağızdan
"çalsa da açma kapını bir daha" diyorlar
berduşlar ağızlarında lafı geveliyor
"çık git ondan, bir gece yarısı
karış sokağa"
gece yarısından hemen sonra
salaş bir rock barın kapısında buluyorum kendimi
bir berduş koluma giriyor
kıvırcık siyah saçları yağmurdan ıslanmış
bir çocuğun masumluğu
bir adamın derinliği var gözlerinde
susuyorum, ağlamıyorum onu görünce
dudağıma bir öpücük konduruyor
limonu alıyor yüreğimden
tuzu dilimden
hatırladın mı diyor beni
gel dediğinde cevabım evet olmuştu
arkanı dönüp gitmiştin kaçarcasına
o gece barda müzik durdu
zaman durdu
sadece
cevabını merak etmiştim diyen bir ses kaldı havada
o benim gözlerimin içine baktığında;
bu gece demem, kaçmam, diyebildim sessizce
çıktık bardan dışarı
duvarda elim
elimde eli kaldık bir süre
bir duble rakı zamanı sarıldı bana
bir tekila shutı öptü sadece
ağladım eve dönünce
sadece senin anlayacağın bir dilde
sadece sana yazdım sayfalarca
biliyorsun artık
bu gece ben berduşları dinledim
karıştım bir berduşun nefesine
şimdi sıra sokak kadınlarının sözlerinde
çalsan da açmam kapımı bu geceden sonra
gelme...
_____________________________________
kadın adam hikayesi sayılmaz bu di mi?
yürekte yangın hiç değil...
dilde tuz sadece...
hani sözünde durmadın diyecek olursan açıklamadır bu sana...
22 Şubat 2009
KISA BİR GEZİNTİ - Vol.3
Zamanı durdurmak mümkün değil ama unutmak mümkünmüş...
Şaşkın Kova Şuşum ile dün yaptığımız genel temizlik hali, yeni düzen kurma anlarında, yazılmış notlar, mektuplar, floridadan atılmış kartlar, eski sevdalara yazılmış ama gönderilmemiş onca karalama arasında karşımıza onun bana yazdığı onca mektup ve not arasından bir tanesi çıktı ki...
Demiş ki; küçük bir post-it üzerine, 1993 yılında... (1993 yılı, ne verimli bir yıl dedirtecek anılar saçıldıkça ortalığa...)
"İçimde yağmur yağarken düştün aklıma, bu denli kök salman ondandır."
Notu okudu yüksek sesle; "hatırlıyorum bu geceyi biliyor musun dedi, sigara içiyordum ve camdan dışarıyı seyrediyordum yurtta ve yağmur başladı sen geldin aklıma... "
Sonra ben ona bir mektup yazmışım ya da söz söylemişim bir an... Hangi an işte orası muamma... Ama mesele şöyle özetlenmiş Şuşumun satırlarında, ama bu sefer 1994 yılında;
"Bir gün bana, -her zaman yanında olamayacağımı- söylemiştin hani, ben her zaman yanında olacağım."
Söz ve öz meselesinin hayatımındaki önemini bilenler bilir... Şuşum, benim hayatımda verdiği sözü tutmuş ailem dışında tek insandır hayatımda.
Durduk bir süre, biliyorum çok şey söyledik birbirimize...
Zaman sonra, bulduğum diğer karalamalar arasından bir yazı yazmak geldi aklıma, döndüm ana temayı anlattım ve dedim ki "sence de harika olmaz mıydı bunu yazmak bloga..."
Şuşum,
"Sen kapalısın unutma, hatırlasana kadın ve adam hikayelerine kapattın sen kendini yüreğinin yangınlarına dur demek için, hatta söz uçar yazı kalır diye bloguna da yazdın üstelik; Kapalıyız diye" demedi aslında...
"Kapalısın unutma" dedi sadece...
Ama biz; senaryo, çözümleme, sinema dili, metin yazarlığı dersleri gibi dersler almış arıza tiplerin temel sorunudur bu. Alt metni okuma hastalığı...
"Şimdi, tam da içinde bulunduğumuz zamanda hüzünleri gülümsemeyle, yalnızlığı dostlarla, acıları umutlarla değiştirme zamanı" demedi aslında. Sustu ama ben biliyorum, tam da bunu dedi aslında...
Sonra mutfağa gittik. Bara geçtik... Tekila Gold şişemizi yanımıza aldık. Gecenin biriydi ama umursamadık, Kurt Cobain'e hakkını teslim ettik, müziğin sesini yükselttik, İstanbul'da olmak vardı dedik ve an'a saygı duyup hayata bir shut attık. Yeni başlangıçlara diyebildik sadece...
Düşündüm tam da o anda daha kaç kere yeni bir başlangıç yapabilirdi ki bu yürek, bu hayata... Bilemedim.
Bir dost aradı güleç yüzü ile, "iyiyim" dedi, "keyfim yerinde", "döndü bana." Gülümsedim ona. Sonra sustu, "kal hayatımda, tam orada" dedi. Bilemedim ne demek istedi. O kapattı telefonu muhtemelen daldı hülyalara, ben kapatamadım açılan penceremi, bir soğuk girdi içeri, kaç yıl önceydi bu lafı ilk kez duymuştum.
"Kal hayatımda, tam burada, yanımda" ben kalmıştım, beklemiştim, sonradan anlamıştım ki o aslında alt metinde şöyle demişti: Sen kal bekle, ben gideyim gezeyim, geleyim, seni bıraktığım yerde bulayım."
Aşk alt metin okumaz o zaman öğrendim. Söylenen cümlenin alt metni ile bu akşam uğraşmak istemedim. Kalmak, durmak ve orası neresiyse orada beklemek istedim.
Gece ilerledikçe ve günlerin uykusuzluğu üzerime üzerime geldikçe yorgun bedenimi yatağa sürükledim. Uykuya daldım; düşünmeden, ağlamadan, umutsuzluğa kapılmadan. Dün akşam ben ilk defa uyudum. Yan odamda, yanımda dostumun uyuduğunu bilmenin huzuru ile...
Teşekkürler candan ötem...
21 Şubat 2009
KISA BİR GEZİNTİ - Vol.2
Acıkınca fare gelse üzüntüsünden elindekileri bırakacak olan dolabımdan hayır gelmez diye, dışarıdan birşeyler ısmarladık önce, yedik içtik ve günü unutmak için bir çözüm ürettik... Anı dolabımdan bir bölümünü yani resimleri aldık ve bir sepete doldurduk. Öyle dağınık, öyle karışıklardı ki...

Anı kutularından, defterlerinden ve resimlerinden çıkanlarla yapılacak "Kısa Bir Gezinti", çeşitlemeleri beni epeyce idare edecek gibi ama burada bir tanesini anmadan geçemeyeceğim...
Günün son ışıkları süzülüyor panjurlardan bardaklara, kalabalığa, duvarlara, uğuldayan konuşmalara...
İlk tınlayışlarında duyuyorum fırtına notalarını...
Perdelerin patlamasından hemen önceki anların tılsımlı kokusunu...
Zaman. Geldi...
Uzun süzülüşler, kanatsız düşüşlerde;
öfkemizin ateşini okyanuslara çarpıp solacağız güz kentlerinde hüznümüzle;
çok uzun dinlendik gökyüzünün pervasız kapılarında.
bir sabah dalgasının dönüşü gibi kendi dinginliğinde eriyen yazgı ne onunki ne benimki oysa...
Yazmışım Eskişehir'de, Haziran'ın 13'ünde... Bilemedim; neden yazmışım, kime yazmışım, ne hissetmişim de yazmışım ama okuyunca "bir sabah dalgasının dönüşü gibi kendi dinginliğinde eriyen yazgı ne onunki ne benimki oysa..." kısmında durdum, sustum, günü düşündüm...
Yazgı dedim, canımı neden acıtacak betimlemeler, imgelemler, an'lar la dolu acaba... ben seçtiğim için mi? Seçildiğim için mi? Yoksa yazgı bana ait bir şey olmadığı için mi? Bilemedim...
19 Şubat 2009
SEVGİYLE

Şaşkın Kova dedi ki...
Biz de bekleriz açılana kadar. Yeter ki sen hep iyi ol.
Biliyorum ne kadar yürekten dediğini, yüreğimi hissedersin sen, bilmez miyim? iyi olacağım tabi... sen buradasın.. yanımdasın... bir nefes uzağımdasın iyi ki...
NoSTATIC dedi ki...
Öfkeli kalabalık olurum :(
Sen yeşil bir tırtılsın, napacaksın öfkeli kalabalık olup, sen büyü kelebek ol...
tutsak dedi ki...
Sevgi ile git ve gel... Güzel yazılarından fazla mahrum etme bizi,Sevgiler
Gelirim tabi, evim değil mi? Konuklarım gelsin de kapıda mı kalsın yani...
içimden geldiği gibi ~~~ dedi ki...
yaaaa..."birlikten kuvvet doğar" sözünün doğruluğuna gerçekten inandırdı bu olay...
beni de biliyor musun...
hayatınortasında dedi ki...
Kafa, kol yetmez..ayak darbelerimle zorlarım kapını :) hepten gitme ama yine gellll
Bazen hayatın kapılarını, kafa kol ayak ve bilumum darpe ile yıkmak istiyorum... artçı kuvvet olarak aklımdasın...
buraneros dedi ki...
Blogda şöyle demiştir, diyordur; eminim:)) Şimdi bir gölüm. Bir kadın eğiliyor üzerime,Erimimi arıyor gerçekte ne olduğunu anlamak için Sonra bu yalancılara dönüyor, mumlara veya aya. Sırtını görüyorum ve sadakatle yansıtıyorum sırtını. Gözyaşlarıyla ve bir el hareketiyle ödüllendiriyor beni. Önemliyim onun için. Geliyor, gidiyor. GELSİN... Dip not olarak dizelerin Slyvia Plath'a ait olduğunu belirtim. Gelsin sözü ektir yalnızca:))
beenmaya dedi ki...
ben birşey demiyorum. en azından buradan...
Deneme gerek yok ki, sen bir boşluk bıraksan da yeter bana, o kadar doludur ki o haliyle bile...
Haşim Arıkan dedi ki...
Bence içindeki yangının tadını çıkar Evren. Neticede o da zamanı gelince elbet sönecektir. Kendine iyi bak. Sevgilerimle:))
Yangın bu sefer pek de tat bırakmadı ki, sabah ki gibi yansa tat çıkardı da öğleden sonra yangının seyri değişti...
özlem dedi ki...
15 gün çok uzun Evren. Çabuk sönsün o yangın:)
Ben de öyle diyorum, çabuk sönsün o yangın...
Nily dedi ki...
ben deliyimdir, çaldım..yine olsa yine yaparım.. iyi ol ve sevgiyle kal...
bilmez miyim, deli deliyi meselesini:) sen geldin ya ben iyiyim şimdi...
efsa dedi ki...
noldu yaaa bir yere mi gidiyorsun, aa sabah sabah okuyunca noldu dedim.
gitmiyorum, gidemem bu sefer... sadece iyi diyelim iyi olsun...
Bekriya dedi ki...
yangın her daim vardır da insan tutuştuğunu sonradan anlar. geçer tutuşmalar, kor olur merak etme. kapalı görünen her yere de aldanma aslında açıktır bir yerlerde :)
yangının her daim olduğu bir gerçek ama şiddeti farklı oluyor... geçip gitsin ne kül bıraksın ne yansın uzun süre...
Bugünü Yaşama Arzu'su dedi ki...
yan kalbim yan külden adam olur san...yan kalbim yan kaçamazsın sevdadan... demişler... Yanmak en anlaşılır durumdur hayatta yeter ki kül olmadan, kül olursan da küllerinden doğarak gel:))
ister yağmur ol gel, ister güneş ol...ister yıldız ol gel, istersen ay ol gel...bir gün çıkıp gel. ister gündüz ol gel, istersen gece...istersen sonbaharda, istersen ilkbaharda...ister dalgalarla gel ister bulutlarla...istersen rüzgarla gel. bir gün çıkıp gel... ister hüzünlerinle gel...ister sevinçlerinle gel...gözyaşlarını bırakarak sevinçlerinle, isteğinle gel. ister umutlarınla ister hayallerinle gel...ister kalmak için istersen gitmek için gel...ister pazar günü, istersen her gün gel... ama bir gün çıkıp gel...her zaman gel...
o kadar biliyorum ki ne demek istediğini... o kadar biliyorsun ki nedenini... gelmemek olmazdı... geldim... şimdilik bir teşekkür etmeye... geleceğim daha güzelleri yazılsın ve okunsun diye...
ben olsam atlar gelirim valla burakın bu yorumundan sonra :)))
________________________________
bir açıdan bakıldığında gününde kapatmışım kendimi...
bir şeyi fark etmemi sağladı güne kazıdıklarınız, yalnızlık benden çok uzaktaymış aslında... yüreğinizden dökülen kelimelerinizle anladım ki zaman ve mekan sadece bir yanılsama... insanın insanı anlaması için aynı an'ı paylaşması şart değil aynı mekanda.
ve aslında bir kere daha öğrendim ki, çok yandım demeyeceksin hayatta, hayat seni daha fazla yakacak şeyler olduğunu hatırlatacak kadar acımasız çünkü günün sonunda...
iyi ki bıraktığım izleri takip edip geldiniz dünyama...
dualarınızı eksik etmezsiniz biliyorum...
takip edilmediğinizden değil ki aksine belki de daha çok tutunacağım size, benden iz bulamayabilirsiniz bugünlerde... kusuruma bakmazsınız onu da biliyorum...
en kısa zamanda görüşmek dileğiyle... sevgiyle
Fotoğraf/ warm and sunny by Ursula I Abresch
KAPALIYIZ

BABAM BENİM

Annem de bilir bunu.
Sorsalar;
"Anneni mi daha çok seviyorsun babanı mı?" diye,
Bir seçim yapamam ama, annem de bilir "babalar bi farklı sevilir"
Kırılır, üzülür belki içten içe ama bilir.
O yüzdendir “babanın kızısın sen” demesi.
Hatta ikimize birden kızınca,
“Bu kız da bütün kötü huylarını senden almış” deyip gülmesi.
Kendi kararlarımızı kendimiz verdik.
Sorumluluklarımızı bildik.
Fikrimiz vardı, gerektiğinde söyledik.
Hiç baskı görmedik ama cezamızı da çektik.
Kızını dövmeyen dizini döver derler,
Babam belki bugünlerde daha da inanır oldu bu söze.
Dövmekten kastımız şiddet içermiyor elbette.
Aile kültürümüzdeki karşılığı şudur;
Bu kadar demokratik bu kadar saygılı bu kadar hoşgörülü olunmalı mı çocuklara karşı?
Zor bir kız çocuğuydum yani.
Ele avuca sığmaz durduğu yerde durmaz.
Sonradan öğrendim ben aslında ADHD idim.
Babamdan aldıklarımla annemin katkıları sayesinde hallice toparlamışım ama gene de arızayım arıza…
Vermeseydi onlar can bana, ben ben olmazdım di mi ama?
Kolay değildir onunla yaşamak ama zevklidir.
Eğlenirsin.
Gülersin.
Hayatın sana sunduklarını seversin.
Çok şey öğrenirsin…
Gönlü öyle zengindir ki sanırsın dünya bu zenginlik üzerine kurulu.
Artık sen de inanırsın hayatta ki en büyük zenginliktir yüreğin, yüreğine sığdırabildiklerin.
En zor anlarda ile kaçmamayı, inandıklarına dört elle sarılmayı.
İnandıklarının peşinden gitmeyi, gitmeyi gitmeyi…
Ama gerektiğinde dönmeyi, kaldığın yerden devam etmeyi.
Haklı olduğunda bile durup bir kere daha düşünmeyi.
Oldu da kırıldıysa bir kalp şımarmayı gerekirse şımartmayı ama illa ki o kalbi tekrar yapıştırmayı.
Kızarmış ekmek varsa kahvaltıda tereyağlı ballı bir şölen gerektiğini.
Eğer yüreğin taşmışsa bir kere sevinçten de üzüntüden de ağlanabileceğini.
Okumayı, tartışmayı paylaşmayı.
Arasıra kafanı kaldırıp gökyüzüne bakmayı, denizi koklamayı.
Üzüm yemeği, taze cevizin lezzetini.
Film seyrederken uyuyup kalsan bile sonunu mutlaka seyretmeyi.
Denize diye yola çıkıp dağa ulaştığında, ulaştığın yerin keyfini çıkartmayı.
Balık yemeninin sağlıklı olduğunu, yanında içilen rakının keyfini.
Her şeyin bir nedeni olduğunu sonuca böyle ulaşılabileceğini.
Aklın bu işlere yaradığını.
Bir de sobanın el yaktığını öğrenmek için, her seferinde elini sobaya doğru uzatıp denememek gerektiğini.
“Stubborn” kelimesini öğretirken annem bak dedi bu kelimeyi kesin unutmazsın
“stubborn = evren”
Ve ben bir kez daha dokundum sobaya...YÜREĞİM YANDI.
İlkyayın tarihi:19.06.2006
18 Şubat 2009
GİTMEK
Büyüdükçe diz çökmeyi, dua etmeyi ve Tanrı’yı unuttu.
Yaşadıkça, boyun eğmeyi, sövmeyi ve aşkı öğrendi.
Bir kadın önüne 5 demir para attı. Başka bir adam sigara uzattı. Bir çocuk gofretinin yarısını uzattı. Bir kedi geldi, yanına uzandı. Bir kadın geldi bir kazak getirdi. Bakkal amca bir kutu getirdi soğuktan donmasın diye etrafını çevreledi. Aylar geçti. Basamakta uyudu, basamakta yaşadı. Basamakta ağladı. Ama bekledi. Yağmurlar yağdı, karlar hatta. O bekledi. Tutunduğu tek dal aşkı gelmedi. Bakkalın bıraktığı bir gün önceki gazeteleri aldı eline. Tarihine baktı. 3 ay 29 gün geçmiş dedi. Yarın son gün. Ayağa kalktı, üstünü başını düzeltti.
Diz çöktü olduğu yere. Dua etti, Tanrı’yı gördü… Tanrı gülüyordu...
“Okuduğun dünkü gazeteydi” dedi Tanrı.
Adam Tanrı’ya baktı.
“Madem vardın, neden onu bana getirmedin.”
Tanrı gülümsedi...
“Seni ona götürmeye geldim” dedi.