Eski bir Rum köyünün sokaklarında, cumbalı evlerin arasında, denizin kokusuyla yürüdüler bir süre. Sessiz ve istemsiz. Sabahın erken saatlerinde, ada vapurunda kulağına çarpan kelimelerin kırıkları, ellerine batmış gibiydi, hiç değmedi yürüyüş boyunca elleri ellerine. Sessizliği bozan Dimitri oldu.
28 Aralık 2021
Siyah Kutu
27 Aralık 2021
DELMECE YAYLASI Bir Maceradır #y2ymavis
Perşembe gününden başladım; nereye?
Günler önce zarfı da yollamışım; kar kış kıyamete diye.
Cumartesi sabahın onu; amannnnn keyif de mi yapmayalım. Hem paketler var.
Cumartesi öğlen saatleri, bir civarı; hadi hadi güneş harika.
Cumartesi yolda, ikiye gelirken ; Selimiye üzerinden Delmece yaylası yapsak?
Cumartesi yolda, üç gibi; manzara harika, bir mola versek?
Cumartesi yayla yolunda; şahane değil mi?
Cumartesi yayla yolunda; eeee yol açık mı? Değil mi? Buz mu? Dönmek lazım o vakit. Sahilden gider miyiz Armutlu'ya?
Cumartesi yaylada; geldik valla. Aferin bize. Şoför usta olunca. Hak ettik kahveyi, önce bir sucuk ekmek ve şarap molası iyi olmaz mı? Akıllı kadınım tabi :) Hem de becerikli.Cumartesi dönüş yolunda arabada, ne ara beş oldu; Şanslıyız değil mi? Gün de batıyor. Dur bizimkileri arayalım.
Cumartesi Delmece Yaylası'ndan Mecidiye köy üzerinden Armutlu Sahil yolunda; Kalır mıyız?
Cumartesi akşamüstü, altı civarları; Kalalım, pazar hava 18 derece lodos.
Cumartesi akşamüstü, yedi olmuş bile; Bir şişe daha şarap mı alsak? İçer misin?
Cumartesi akşam, denizin dibi, çam ağaçlarının altı, sekize beş var; Hayat bize güzel.
Cumartesi gece yarısı, on ikiye yirmi var; dönmek zorundayız.
Cumartesi gece yarısını beş geçe; yatağın olduğu yer ıslaktı, su almış olabilir mi araba?
Cumartesi gece yarısını on geçe; sineklik yüzünden oldu her halde.
Pazarın sıfır sıfır otuzikisi; yolun en ıssızı, fonda Zeki Müren, İmkansız... Bu kadar olur, sevmiyorum gece araba kullanmayı, ama kader, adam on yılın başı, keyfime dokunma demiş, ben bu gece içeyim demiş, ne yaparsın, bildiğin durum şu: şoför Evren, tırsak tırsak araba kullanacak.
Bahtıma yol zifiri; bir de üstüne, giderken giderken bitti iyi mi? Buyur buradan yak. Bu tepe de neyin nesi? Hem neden bu kadar karanlık.
Pazarın bire on kalası, kendi kendime öfkeli; sevmiyorum gece gece araba kullanmayı.
Ne demek bir şey olmaz, geri mi döneyim? Tek gözün kapalı halde nasıl biliyorsun tüm bunları, sen numara mı yapıyorsun? Bak gene uyudu?
Bunları uyurken nasıl da biliyor, ben nereye bakıyorum acaba yolda giderken?
Zaman dediğin su gibi akıyor, yol virajlı dönüyor da dönüyor. Fonda Çiğdem Gürdal | Olanlar Oldu Geçti Artık, iyi de ben bu şarkıyı bilmiyorum ki. Söylemem lazım bağır çağır. Yoksa uykum gelir. Camı açayım. Soğukmuş, kapatayım.
Frekans değiştir, fonda Bir Kızıl Goncaya Benzer, kim söylüyor ki, kim söylüyorsa söylüyor... Ben eşlik edeyim. Ver coşkuyu...Bir kızıl goncaya benzer dudağın
Açılan tek gülüsün sen bu bağın
Olmayacak bu iş böyle, frekans değiştir; castık castık... Yok bu kafamı şişirir.
Frekans değiştir; reklamlar... Olmadı, neyin reklamı bu, bu saatte.
Frekans değiştir; "Rüyamda Buluttum" Can Bonomo... Oh tam bir yol arkadaşı. Hem Demet de var. kankam sayılır.
Nerede başladı bu hikaye de
Ben böyle delirdim
Nasıl oldu da sevdim çok canımdan
Ben böyle değildim
Gene mi reklamlar... Ne güzel de söylüyordum.
Frekans değiştir; Zeki Müren, Yıldızların Altında... Valla da öyle, gidiyorum yıldızların altında. İstanbul yoluna çıkayım, sonrası kolay.
Pazarın biri çeyrek geçesi; Kurtul mu yazdı o tabelada, ne çok araba var yollarda, Ovaakça'ya gelmişiz. Yaşasın. Nereye gidiyor insanlar gecenin bu saati. Çevre Yolu, rahat bir nefes derken, ralli mi yapıyor bunlar, çıkışa 500 m tabelası mı o? Hopppp evin sapağına geldik bile.
Müzeyyen Senar, Benzemez Kimse Sana hem de Tarkan'la düet, ver coşkuyu...
26 Aralık 2021
Özlemek Taç Yapmaktır Aslında
Keşkelerden bir mümkün yaptım kendime, acabalardan bir dünya.
Seni bir nehir kenarına bıraktım, kendimi dağın başına.
Mümkünlerden kaybettim şu hayatta, galibalar acıttı canımı en çok.
Seni özlediğim sabahlara uyandım, öğlen rakısını bahane edip içli köfte yapıp sessizce ağladım.
Kozalaklar topladım, içinde anılar sakladım,
senden sonra tek tek çıkarıp onları kavanozlarda sakladım.
Komşular geldi, can fıstığı sanıp helvamı kavurdular,
en sonunda karalar bağladı tencere bahtlı yüreğim, onu bile anlamadılar.
Sana ait ne varsa gürül gürül çağlayan sulara bıraktım, tencereleri, kavanozları, tülleri.
Yelkenli oldular, rüzgar doldular.
Gözyaşımı, uzak diyarlarda sevda türküsü belleyip ucuz pavyonlarda uvertür olarak çaldılar.
Ben seninle olmazları başıma taç yaptım, yüreğime çan.
Şimdi vakitler ne zaman seni gösterse, uzak şehrin kilisesinden bir ses duyulur.
Çandan öte, cana yakın kederli bir ses, sevenlerin burnunu sızlatır.
Fotoğraf / Ocak 2020 / Darmstadt Gezisi
22 Aralık 2021
En Uzun Gece
21 Aralık 2021
Hızlandırılmış Nostaljik Tur
10 Aralık 2021
Kuzey Işıkları
Yemin edebilirdim, o gün o kuzey ışıklarını görmüştüm ben.
Sonra
bunun bir sanrı olduğu anlaşıldı, çileğe alerjim
varmış. İçtiğim ilaçlarla etkileşim yapmış.
Peh! Kimin aklına gelirdi ki.
“Küçücük
çocuklarız, ben 10 yaşlarındayım belki 9. O zamanlar mahallede oyunlar
oynardık, ezan saatiyle eve girerdik, yarışmalar yapardık, kim hızlı koşacak,
köşeyi kim en hızlı dönecek, kendi aramızda para topluyoruz, lira ha! Değerli
para. Ödülümüz Osman amcadan süt kokulu dondurma ya da leblebi tozu, hepimize
ne kadar yeterse. Dondurmanın çikolatalısına da oynardık ama süt kokulu
dondurma hem de külahta, çıtır çıtır, evlaydı o zamanlarda. İlle de Osman
amcadan olacak ama. O bizim mahallenin hikaye anlatıcısıydı, babamız gibi
bilirdik. İlk Ondan duymuştum kuzey ışıklarını.”
“Nice
sonra mahalleye yeni bir dondurmacı gelmeye başladı. Küçük pembe boyalı, üçteker
pır pır, arkasına tarafa koyduğu üç buzluk olurdu arabasında. Neşeli bir müzik çalardı
mızıkasıyla. Komik bir adama benzese de sevmezdik onu. Osman amcanın rızkına göz koymuştu sonuçta. Mahalleye
ilk geldiğinde fark ettik garip hallerini, hem insan neden pelerin takardı ki
takım elbisesine. Tuhaf adamdı, sihirbazlık yapıyormuş eskiden, tavşanı mı
kaybolmuş ne, çaldılar diyen de olduydu ya, neyse işte, demeleri o ki
üzüntüsünden bırakmış mesleği. Derlerdi ki sihirbaz olacam diye feda etmiş hayatını boş işler uğruna,
karısı, çoluğu, çocuğu olmamış, bir göz oda evi varmış. Aç kalınca gitmiş bir
pastaneci yanına, bulaşık yıkamaya, geçinememiş, oradan öğrendiği kadarıyla,
dondurmacılık yapmaya başlamış. Öyle anlatırdı büyükler.”
Turgut’a
bu hikayeyi neden anlatıyordum acaba?
Yüzüme
baktı. Hikayeyi bir yerinden bağlayacaktım. Biliyordu. Hep böyle bakardı, ben
de hep böyle biteviye konuşurdum. Anlatırdım da anlatırdım. Turgut görüp
görebileceğiniz en karizmatik doktordur bu arada. Yaşı da var ama o yaşta o
karizma. Peh! Kimin aklına gelirdi ki.
“Bir gün çocuk merakı ile takıldık peşine, Osman amcaya ihanet etmeyeceğiz, vermişiz çocuk sözümüzü, yapmışız anlaşma gibi anlaşma. Eee bir yandan da biri sütlü olsa, diğeri çikolata, üçüncüsü konusunda ortaya atılan fikirler dönüşüverdi iddiaya. Ortadaki para büyük, bu sefer bölüşmek yok ama. Bir öğle vakti, mızıkasını çala çala uzaklaştı bizim mahalleden yüz bulamayınca. Yan mahalleye kadar takip ettik, çocuklar üşüştü başına. Tarık abi, Tarık abi…, açtı kutuları tek tek, bir çilek kokusu yayıldı havaya. Nasıl mis. Süt kokusunu bile bastırıyor, dinine yandığım. İddiayı kazanan olmadı. Çilek hiç birimizin aklına gelmedi. Nasıl uyanmadık pembeden deyip duruyoruz.” Osman amca geldi ertesi gün. Dedik sen de yap. Olmaz öyle şey dedi. Çilekli dondurma mı olurmuş dedi. Ne diyeceksin. Olmaz tabi Osman amca dedik. Bir bağırmak ki yan mahalledekiler duymuştur valla. Gel zaman git zaman, çocuk aklı işte, çilekli dondurma düştü bir kere aklımıza, serde mahalleli olmanın verdiği dayanışma, verilen söz; asla Tarık abiden alınmayacak o dondurma. Eeee dedik çalalım. Nasıl parlak bir fikir. Işıklar yanıyor her birimizin kafasında. Planlar yapıldı, Salı gecesi, saatler geceyarısını geçer geçmez 5 kafadar düştük yollara. Tarık abinin evinin kapısının önünde durdu birimiz nöbete. Islık parola. Cesaret paçalarda derya. İçimizden Ali en ufağımız, çıktı Serkan’ın sırta, hop mutfak camından daldı içeri. Açtı kapıyı bize, Tarık abi evde yok. Biz istemişiz ekmek, içinden çıkmış mı bi de kara zeytin. Bir göz ev, elimizle koymuş gibi bulduk buzluğu. Koca buzluk, nasıl ağır. Sırtımıza vurduk buzluğu, bizim mahalleden köşeyi döner dönmez, Dudu’nun evinin önündeki sokak lambasında aldık soluğu. Oturduk kaldırıma. Avuç avuç yemeğe uğraşıyoruz. Her şey akıl etmişiz de, kaşık falan gelmemiş aklımıza. Koca buzluğun dibini gördük o gece. Ertesi gün, mahallede bi yürüyüşümüz var, sanki zafer kazandık. Kahvenin önü kalabalık, koca çınarın altında var belki 10 kişi. Osman amca yardığı gibi kalabalığı koştu bize, tuttuğuna veriyor sopayı, ulen eşşolu eşşekler, ulen deyuzlar, havada uçuşuyor. Yedik sopayı, ama ne sopa… Babamız gibiydi Osman amca, hem severdi, hem söverdi. En sona ben kaldıydım, nasıl bir koşmaksa yakalayamadıydı beni, salak gibi döndüm suç mahalline, Tarık abi evin önünde oturmuş taşa, çocuk gibi ağlıyor, burnunu çeke çeke ağlıyor, elleriyle kafasına vuruyor, kalakaldım. Beni görür görmez öyle bir fırlayıp yakaladı ki omzumdan, öyle bir tokat attı ki bana, kuzey ışıklarını gördüm. Bayılmışım. Ateş 39, boğaz şiş, nefes alamıyorum, bedenimin her yerinde pul pul kırmızı lekeler. Annem babam başımda, ağlıyorlar, ölümden dönmüşüm. Sen bendeki gururu gör. Osman amcaya ihanet etmedik, onun rızkını Tarık abiye kaptırmadık diyorum hala, çocuk aklımla.”
Sustum, sırtımı döndüm odaya, pencereden uzun uzun seyrettim Osmanbey’in kalabalığını. Gerisini içime anlattım, "Tarık abinin o ağlayışı hiç çıkmadı aklımdan, ne vakit birine bir kötülük edecek olsam, o gelirdi gözümün önüne. Bir de o gece var, o gece de gördüm ben o ışıkları. Yemyeşil, hare hare, dalga dalga…"
Uzun sürer suskunluğum. Bekler Turgut beni.
Aniden yüksek sesle,
"Anlatmış mıydım? Son on yıldır, kuzey ışıklarını görmeye gidiyorum, ışıkların peşi sıra gezmediğim ülke, şehir kalmadı. Rusya’da Murmansk, Salekhard, Severodvinsk, Norveç’de Alta, Andøya, Bødø, Finnmark, Hamm, İsveç’de Abisko, Björkliden, Jukkasjärvi, Kiruna, Alaska’ya bile gittim. Sayısız kez gördüm aurora. Kesinlikle büyüleyici. Ama hiç biri Osman amcanın anlattığı, Turgut abinin bana vurduğu anda gözümde canlanan ışıklara benzemiyordu. O gecekine ise hiç…"
O geceyi gene anlatamamıştım. Dönüp duruyordum geçmişin izlerinde, ama o geceye bir türlü varamıyordum. Özür dileyecektim Tarık abi'den... Niyetime bin küfür. Babam kahveye gidiyorum der demez peşi sıra çıkmıştım ardından. Peşi sıra yürüdüm, peşi sıra döndüm köşeyi, peşi sıra koştum, o gece... o evde... bir göz odada, babamı gördüm ben.
Tarık abi ve ba... Tarık abi ve .... kendime bile söyleyemezken... Nasıl anlatacaktım Turgut'a.
Seans bittiğinde yorgundum.
-Haftaya devam edelim mi Levent?
-Edelim.
***
Fotoğraf / Alıntı
09 Aralık 2021
Bir Kez Daha
Bir deneme daha! Sabah rutini oluşturabilirsem belki yazmak yeniden vücut bulur kalemimde. Önce günlük rutinleri yazmalıyım. İşin büyük bir kısmını böylece halledebilirim. Belki???
Sonrası... İyi de ben neden yazıyorum? Ne oluyor da yazıyorum. Nasıl yazmayı seviyorum. Cevap basit, tek. Ben kurgu yazmayı seviyorum. Bir duygudan yola çıkmalıyım, bir kelime beni alıp götürmeli, okuduğum bir haberin sarsıntısı ile almalıyım kalemi elime. Yo dostum yo, günlük rutini yazmak bana göre değil. Hem sormazlar mı adama "sen ne zaman günlük tuttun" Hem, ya unutmak istediklerim olursa. Kurgu olunca gerçek arada kaynıyor. İyi de oluyor. Ben bile unutabilirim zamanla neresi gerçek nerede başladım kurmaya.
Gerçek dedim de, bu ara rüyalarım yoğun, karmaşık, saçma. Unutuyorum üstelik. Rüya yorumcusu ustama, hemşireme anlatacağım diye, rüyamda bile söylüyorum, unutma! Gel gör uyanır uyanmaz kafa sisli Londra. Gerçekle rüyanın ne mi alakası var, habercidir rüyalar çoğunlukla. Seni sana anlatır.
Ben günlüğe döneyim; sevgili günlük, bu sabah Mezdeke ile uyandım. Kafada Mezdeke çalıyor, gümbür gümdür. Nasıl bir kıvırtmak. Açtım Gonca Vuslateri seyrettim. İnstası olan buyursun buradan yol alsın. Hayatta eğlenmeyi, kendini güldürmeyi bilmek ne güzel bir özellik. Tabi enerjin de olacak, ben hala yataktayım, miskinlik yapasım var. Hazır öğlene kadar kafa tatili.
Koltuk bekliyorum aslında. 1 ay önce anacağızım ve babacağızım aldı. 2 -3 gün önce telefon numarasını bulmak için girdiğim sitede bir de ne göreyim; koltuğun fiyatı %50 artmış. Aynı gün öğleden sonra; tuvalet kağıdı almaya gittiğimde fark ettim "selpak" 132 lira. Biri ahkam kesmiş. Kağıt maliyetinin arttığını tuvalet kağıdı ile anlayanlar neresi ile yaşıyor belli oldu diye. Bak bak sen!
5-6 yıl önceydi. Fiyatlar kabul edilebilir olmalı ki, ortalıkta tuvalet kağıdı tartışmaları henüz yoktu. İşten eve dönerken uğradığım mahalle marketindeki kızlara laf attım. Neşem yerinde, keyfim bomba. Sevgili günlük bilirsin ki, bu hallerim tadından yenmez, öyle şeker, öyle bal kaymak.
Yaşlı bir çift ilişti gözüme, eline aldığı ay çiçeği yağı tenekesini eşine uzatıp baya artmış fiyatı, almasak mı dedi. Adam başı önde mahcup, sen 1 litre al gene de yemek neyle pişecek dedi. Eve geldim. Annemle konuşurken, kalbimin ne kadar sıkışık olduğunu anlattım. Bu ülkede insanlar uzun zamandır çok zorlanarak yaşıyor, yaşıyoruz. Yaşam pratiğinde, günlük koşturmacada fark etmesek, üstünde durmasak da, dayatılan yaşam formlarına evriliyoruz, orada kendimize hayat üçgeni buluyor, aldığımız nefese şükür ediyoruz.
İyi şeylerin sayısı 1, kötü şeylerin sayısı 100. Bu maç hep benzer bir skorla bitiyor. Lig desen kurtlar sofrası. Hep bir yalan dolan, kandırmaca, algı oyunları. Pandeminin yarattığı kaos da, maç biterken hakemin 5 dakika daha uzatma vermesi gibi. Yediğimiz gol yetmemiş gibi bir de penaltı yiyoruz. Üstelik takım 10 kişi kaldı iyi mi? Günlük, fark ettin mi futbol lügatim 101 Giriş dersini vermiş bir öğrenci düzeyinde, sen bir de koltukları düşün, yeni çırpılmış yün gibiyim.
Siri mi edinsem bir adet, bari arada cevap verir. Günlük dedik, kapına dayandık, ağladık, sızladık, tık yok. Siri olsa, fıkra anlatırdı.
Ben yarın gene deneyeyim, olmuyor, peri ile bir araya gelecek ortamlar doğmuyor. Azmin elinden... Neyse günlük senin de terbiyeni bozmayayım, benden bu kadar. Sevgili günlük, umarım uzun bir süre görüşmeyiz. Hem itiraf etmeliyim ki, peri senden daha matrak.
9.12.2021 / Bursa / İş yeri / Fotoğraf: 2018 Zürih / Çünkü bu bilgisayarda bir tek o yıldan kalan üç beş foto var.
08 Aralık 2021
Sana Bir Özür Borçluyum
Yok olmuyor, misal bugün nasıl bir kararlılık, nasıl bir azim, nasıl bir odaklanma...
Ne ararsan var, ama peri gene yok.
Dün gece...
İç ses: "sana bir özür borçluyum"
Bu cümle takıldı aklıma, buradan koşarım ben dedim, sabah oldu yürüyemedim bile.
Yazdım sildim, çizdim bozdum derken... Olmuyor dedim. Olmayacak belli. Bıraktım taslağa.
Peri ile arama yollar, bayırlar, sıra sıra dağlar girmiş belli. Ferhat değilim ki aşayım dağları.
Sonra dedim ki neden duracakmış, durmasın taslakta, yarım yamalak, eksik gedik ver yayına.
Valla ara sıra söz dinliyorum, aferin kendime. Takdir, şayan, alkışlarla yaşıyorum.
Şükür ki bu konuda kendime yetiyorum.
Aferin kendim, bravo kalemim, helal olsun sana hüznüm. Ver coşkuyu deli yönüm.
Sana bir özür borçluyum.
Karadenizin hırçın dalgalarının sahile vurunca kumda bıraktığı izler misali, açtığım yaralarında biriken tuzlar için.
Sana bir özür borçluyum.
Sabahları uyanıp da güneşin deniz üzerindeki dansını seyre dalıp, huzurlu başladığın güne, çalan telefonun acılığınca, gözyaşlarımdan öte bir şey söyleyemeden kapattığımda yağan yağmurlar için.
Sana bir özür borçluyum.
Çam ağaçlarının gölgesinde okuduğun romanın bir satırında, aklına düştüğüm o ilk anda, gülümseyen parlak kahve karası gözlerinde, daha fazla kalamadığım için.
Sana bir özür borçluyum.
Sımsıkı tuttuğun elimi, dikenli tellere çevirip de akan kanlarını görmezden geldiğim, o ellerini yanan ateşlerde kurutmanı uzaktan uzağa seyrettiğim için.
Sana bir özür borçluyum.
Söylediğin onca güzel sözü, yüreğinin sesini, en derin dehlizlerime gömüp, sessizliğe mahkum ettiğim halde, aklıma düştükçe, durup durup yüreğine dokunduğum için.
Sana bir özür borçluyum.
Sen severken, arsızlığımda boğulup, yılanın olduğum için.
Sana bin özür borçluyum. Seni sevmeye geç kaldığım için.
Fotoğraf / 2018 - Cennetimde bir gün daha
07 Aralık 2021
Şahane Karar
Şahane bir sabaha uyandığım söylenemez, Bursa işte! Lodosu ile meşhur, kafamı allak bullak ediyor, peki kafam bunu nereden biliyor? Dışarıda lodos olduğunu yani. Bu tür soru cevaplara girmeyeyim çıkamıyorum çünkü.
Bugün şahane bir sabaha uyanmadım. Yataktayım, ilham perisini bekliyorum, dışardan gören öylesine yatıyorum sanır. Oysa ben kararlıyım, iki satır olsa da blog yazısı yazacağım. Sandıkları karıştır karıştır nereye kadar.
Kafa sesi var ya, bır bır vır vır konuşan, gevezeliği üzerinde. Geceleri, gündüzleri, gittiğim yerleri, hayallerimi, her şeyi düşünüyorum. Üşüştüler resmen başıma sabah sabah.
Gezegenler suçlu bence, bir doğru düzgün hareket edemiyorlar, bir öyle bir böyle. Kesin vardır bu işte bir parmakları, baş ağrısında yani.
Yavaş yavaş yataktan kalkmak, güne başlamak lazım. İyi mi ettik bu black out perdeyi seçmekle?
İnstada şöyle bir dolaştım baktım ki herkes kararlar alıyor yeni yeni. Biri spora başlıyor, biri yeme düzeni ile ilgili değişiklikler yapıyor, başkası hayatı ile ilgili önemli kararlar alıyor, bir başkası daha önce aldığı hayati kararları değiştiriyor.
Ben de bir karar alıyorum. Bedava sirke misali, baldan tatlı geliyor.
Yorganı başıma çekiyorum. Olası bir ışık sızmasını böylece bertaraf ediyorum. Bu sabahı sevmedim. Şahane değil bir kere!
Ben şahane sabahlara uyanacak şahane bir kadın olarak lodosu protesto ediyor ve güne başlamıyorum.
Gün düşünsün gerisini, gezegen kahrolsun dizilişine, black out perde karartsın içini, yastık yorgan ağlasın bu gidişe.
Karar gibi karar almanın verdiği huzurla dalıyorum yepisyeni bir uykuya.
Belli mi olur, şahane bir rüya görür, kıs kıs gülerim kaderime.
Kederim mi olacaktı o!
Neyse, zaten lodos var dışarıda, uçuşuyor yapraklar, savruluyor ne var ne yoksa.
Düşünceler gibi.
Savruluyor
Bir kuzu iki kuzu üç kuzu...
***
Fotoğraf / 2021 - Velké Bílovice - Çekya / Mutlu sabahlara uyandığım Berlin gezisinden06 Aralık 2021
O Gece
Biz seninle iki ayrı elmanın yarısıydık, olmayacak duanın amini, arkası yarınları olmayan bir hikayenin ama ne kahramanları.
Uyuduk öylece. Avını bekleyen bir avcı gibi, heyecanlı, kararlı, ürkek ve telaşlıydık ve bir o kadar durgun; saklı göller misali.
Gün ağarmadan daha, öptün beni usulca.
Uyandık öylece.
Sen kalktın önce, sessizce.
Ben kaldım geride sessizce.
O zaman anladım kök salamayan sarmaşıklar ölmüştü, sessizce.
Hikayemiz bitti.
Böylece.
Sessizce.
***
Fotoğraf / 2018