24 Şubat 2010

KISIR DÖNGÜ



'Düşünme'

Düşünmeyip ne yapacaktım ki... Dün akşamki konuşmanın üzerinden evden hızlıca çıkmasının ve son söylediği sözün 'Gidiyorum' olmasının üzerine, düşünmeyip ne yapacaktım. Aslında zorladım kendimi uyumak için, yatağıma yattım, bir göz bandı bulup taktım. Sakinleştirici hapın etkisi için bekledim. Öylece sırt üstü yatmış, sokak lambasının aydınlığından bile kaçan kendimi sakinleştirmeye çabalıyordum ki; sokaktaki iki kedinin flörtöz koşuşturmalarına takıldım.

İlk günlerimiz geldi aklıma, ilk karşılaşmamız. İlk dokunuş... Hacer'e anlatmıştım olup biteni, heyecandan sesimin titremesine günlerce dalga geçerek tepki vermişti. Olsundu... Hacer, yüreğimi bilirdi. Avcunun içini bilmezdi ezbere ama yüreğimi bilirdi. Hacer'i arasam diye düşünmedim değil ama geç olmuştu. Göz bandımı çıkarttım, salona geçtim. Sallanan koltuğa oturup düşünmeye başladım.

'Düşünme'

Düşünmeyip ne yapacaktım ki... Az önceki konuşmanın üzerinden evden hızlıca çıkmasının ve son söylediği sözün 'Gidiyorum' olmasının üzerine, düşünmeyip ne yapacaktım. Aslında zorladım kendimi düşünmemek için, gidip müziği açtım, sevdiğim bir şarkı bulup uzandım. Müziğin beni sakinleştirmesi için bekledim. Öylece sırt üstü uzanmış sokak lambasının aydınlığında sakinleşmeye çabalıyordum ki; sokaktaki iki kedinin flörtöz çığlıklarına takıldım.

İlk kelimelerimiz geldi aklıma, ilk seslenişimiz. İlk ses verişimiz.... Hacer'e anlatmıştım olup biteni, heyecandan sesimin titremesine günlerce dalga geçerek tepki vermişti. Olsundu... Hacer, yüreğimi bilirdi. Avcunun içini bilmezdi ezbere ama yüreğimi bilirdi. Hacer'i arasam diye düşünmedim değil ama geç olmuştu. Müziği kapattım, mutfağa geçtim. Elime bir hap alıp düşünmeye başladım.

'Düşünme'

Düşünmeyip ne yapacaktım ki... Az önceki konuşmanın üzerinden evden hızlıca çıkmasının ve son söylediği sözün 'Gidiyorum' olmasının üzerine, düşünmeyip ne yapacaktım. Aslında zorladım kendimi düşünmemek için, elime aldığım hapı hızlıca içtim, mutfak camını açıp önündeki tabureye oturdum. Hafif hafif esen rüzgarı içime çekip sakinleşmek için bekledim. öylece oturmuş sokak lambasının aydınlığında sakinleşmeye çabalıyordum ki; sokaktaki iki kedinin flörtöz mırıldanmalarına takıldım.

İlk bakışlarımız geldi aklıma, ilk susuşumuz. İlk kelimesiz kalışımız... Hacer'e anlatmıştım olup biteni, heyecandan sesimin titremesine günlerce dalga geçerek tepki vermişti. Olsundu... Hacer, yüreğimi bilirdi. Avcunun içini bilmezdi ezbere ama yüreğimi bilirdi. Hacer'i arasam diye düşünmedim değil ama geç olmuştu. Camı kapattım yatak odasına geçtim. Yatağa uzanıp düşünmeye başladım.

'Düşünme'

Düşünmeyip ne yapacaktım ki... Dün akşamki konuşmanın üzerinden evden hızlıca çıkmasının ve son söylediği sözün 'Gidiyorum' olmasının üzerine, düşünmeyip ne yapacaktım. Aslında zorladım kendimi uyumak için, yatağıma yattım, bir göz bandı bulup taktım. Sakinleştirici hapın etkisi için bekledim. Öylece sırt üstü yatmış, sokak lambasının aydınlığından bile kaçan kendimi sakinleştirmeye çabalıyordum ki; sokaktaki iki kedinin flörtöz çığlıklarına takıldım.

İlk günlerimiz geldi aklıma, ilk karşılaşmamız. İlk dokunuş... Hacer'e anlatmıştım olup biteni, heyecandan sesimin titremesine günlerce dalga geçerek tepki vermişti. Olsundu... Hacer, yüreğimi bilirdi. Avcunun içini bilmezdi ezbere ama yüreğimi bilirdi. Hacer'i arasam diye düşünmedim değil ama geç olmuştu. Göz bandımı çıkarttım, salona geçtim. Telefona uzanan elime direnmedim. Aradım Hacer'i. Olup biteni ve sonrasını anlattım. Sessizce dinledi beni... Tek söz etti, kapadı telefonu.

'Düşünme'

Düşünmeyip ne yapacaktım ki... Kendi dünyamın sonsuzluğunda, ben tek başına kara bir ağaçtım. Düşündükçe kuruyor, kur(u)dukça düşünüyordum. Kısır bir döngü gibiydi yaşam...

***

Kapı çaldığında O sandım... Döndü sandım... Heyecanla koşup kapıyı açtım. Hacer'di.

'Biliyorum düşüneceksin, hem düşünmeyip ne yapacaksın ki...'

Kahkahalarla güldük o gece... Hacer, yüreğimi bilirdi. Avcunun içini bilmezdi ezbere ama yüreğimi bilirdi. O yüzden yanında pamuklar getirmişti. Sen dedi, kuru kara bir ağaç değilsin. O gece yüreğimi teslim ettim ona. Düşünmedim... Hem düşünüp ne yapacaktım ki... Dün akşamki konuşmanın üzerinden evden hızlıca çıkmasının ve son söylediği sözün 'Gidiyorum' olmasının üzerine, düşünüp ne yapacaktım.

'Düşün'

Düşünüp ne yapabilirdim ki...





23 Şubat 2010

DURGUN MAVİ





Gözlerin...
O kadar kahverengiyken, ve o kadar derin...

Nasıl olur da;
Durgun bir huzur, mavi bir güven verir.

Gözlerin...
Yüreğinden mi görür?


GÜZELLEŞMEK



Adam sorar:
Ne düşünüyorsun...?

Kadın:
Gülümser sadece

Adam der:
Her ne düşünüyorsan,
seni güzelleştiriyor biliyor musun...


Kadın der:
Ya baktığın yer ya aktığım yer güzel...


KARMAŞA



Yaşam bile,
tüm karmaşasına rağmen
bir yanını umuda ayırıyor.

Peki ya sen..?


22 Şubat 2010

YAŞAM BELİRTİSİ / DİLEK


müzik - dilek kavraal - yaşam belirtisi |



Günlerdir bir ses soluk haber yok senden
Olsun ben umudu kesmeyeceğim..
Kör olası dargınlığı unutup birgün,
Döneceksin biliyorum bekleyeceğim..

Bir dilek tuttum gönlümün dalına astım,
Ortasından adın geçen bir şarkı yazdım.
Divaneyim bütün dünya duysun ne çıkar,
Nefes almak gibi sana ihtiyacım var..

Bu sefer kafamı kuma sokmayacağım,
Önemli değilmiş gibi yapmayacağım
Bekliyorum bir kapı, bir telefon sesi
Küçücük bir umut, bir yaşam belirtisi..

Ah sevgilim sen hala anlamadınmı,
Dünyanın koskoca bir yalan olduğunu.
Senelerce sandıgın bir ömrün aslında
Soluğu kesen bir tek an olduğunu..

Kaçırdığın kaç vapurda ben vardım belki,
Herkes caydı sözünden bir tek ben durdum belki.
Yanacaksa canım kaçmayacağım,
Pervaneysem ateşten korkmayacağım..

Bu sefer kafamı kuma sokmayacağım,
Önemli degilmiş gibi yapmayacağım
Bekliyorum bir kapı, bir telefon sesi
Küçücük bir umut, bir yaşam belirtisi..


İnsan; arkadaşının sesini yıllar sonra duyunca, sesin sahibinin yüreğini de bildiğinden belki de en çok, o sesin naifliğini gözlerinde gururlu bir nemle dinliyor...

UZAKTAN SEVMEK Mİ...



Her şey olduğu gibi kalsın istiyorum. Ben hep bir sıfır mağlup olayım; sen hep uzak bir hayalden ibaret. Sen olduğun gibi kal. Ulaşılmaz. Dokunulmaz. Koklanılmaz. Ben olduğum gibi. Dünya olduğu gibi.
Kendimi düşündüm kelimeler yüreğime değdikçe, kendimi ve seni... Hayaletleri hiç sevmem bilir misin, casper olsalar bile... Senin olduğun gibi kaldığın bir dünya düşledim. Dokunduğumuz, kokladığımız, ulaştığımız bir dünya... Olduğu gibi kalan bir dünya... Yeneni ya da yenileni olmayan bir dünya...
"Seni uzaktan seviyorum...." diye düşündü erkek içinden. "Yaklaşmadan, anlatmadan, anlaşılmadan.... Ben seni beklentisiz seviyorum. Hiçbir şey ummadan, talepte bulunmadan, hayal bile kurmadan. Kendi içimde taşıdığım sessiz sedasız bir sır bu. Ben belki de senden çok bu sırrı seviyorum."
Sen uzaktan sevebildin biliyorum, yaklaşmadan, anlatmadan, anlaşılmadan... Ve evet, beklentisizdin alabildiğine, hiç bir talebin olmadı, içinde sakladığın bir sırdım ve belki de bu yüzden sevdin beni böyle delice.
"Seni uzaktan seviyorum...." diye geçirdi kadın içinden ve başını çevirdi. Bakmadı bile ondan yana. Bakması gerekmedi.
Bunlar benim cümlelerim olamaz biliyorsun. Biliyorsun, seni uzaktayken de sevebilirim ben. Ama uzaktan sevemem... Uzaktan sevmelerin kadını değilim ben.
Uzaktan sevmek daha güzeldir bazen. Ne incitir, ne acıtır. Ne yaralar ne kanatır. Gözlerinle görmediğin ama sesini duyduğun, varlığıyla huzur bulduğun bir denizin yakınında yürümek gibidir böyle sevmek..... Uzaktan sevmek en güzelidir bazen.
Uzaktan sevmek özlemektir çoğu kez ve senin de dediğin gibi bunun 2 günü de 20 günü de bir gelir sevene. Ve bazen uzakta olmak yaralar ve kanatır durup dururken, hiç nedenini bilmeden sen. Varlığında huzur bulduğum bir denizde yüzmek isterim ben, gözlerini görmek ve sesini tenimde hissetmek. O nedenle uzaktan sevmelerin kadını değilim ben...

Ama uzaklardayken de umarsızca sevebilirim seni ben...




_____________________________________________________

Alıntılar Elif Şafak / Uzaktan Sevmek /
Yazının tamamı için

Fotoğraf / FARAWAY by ~Subas-khan
Yazıyı gönderen homeless apayrı bir teşekkürü hak ediyor.



İNSANA GEREK BİR YÜREK



Bazen uçsuz bucaksız bir ormanda otururum bir banka

Fısıldadığım kelimelerimdir...
Duyduğunuz kelimelerim...

Sonsuzluğa yazarım kelimelerimi
Yüreğimin sesi duyulsun isterim

***

18,110 kelimem kopyalanmış geçtiğimiz 24 saat içinde

Arşivi kaldırdım olmadı
Açtım olmadı
Sakladım olmadı
Sakındım olmadı

***

SÖZÜM SİZE
Ey! Bir teşekkür etmeye üşenen
 ama kopyalama konusunda canını dişine takanlar

Utanmadınız
Utanmadınız kelimelerimi alıp
Kelimeleriniz etmeye

Neden anlamak istemiyorsunuz
Çalıntı kelimelerle siz ancak HİÇ olursunuz
Neden kendi dilinizin, yüreğinizin döndüğünce yazmazsınız

Anladım
Ne yüreğiniz ne diliniz yetmiyor hissettiklerinize
Benim de olur
Ben de kelimesiz, hecesiz, hissiz kalırım ara ara
Dolanırım kelimeler diyarında

Ama  çok mu zor be,

Çok mu zor
 Yazabilsem bunları demek isterdim demek
Çok mu zor
Yüreğine sağlık, kullanabilir miyim demek
Çok mu zor
Beğendim blogumda yayınlıyorum demek

Bunu bile diyemiyor mu diliniz
Bu bile geçmiyor mu yüreğinizden

Kesin dilinizi
Çıkarıp atın yüreğinizi
Zaten onlar sadece
İNSANSANIZ
 gerek

Sadece
İNSANA
gerek

________________________________________

Fotoğraf / Leszek Bujnowski

21 Şubat 2010

OYA





Ey aşk!
Yağ üzerime yağmur gibi
Boyun eğer ıslanırım altında

Yeterki yüreğimin desenini bozma
Ben onu iğnelerle işledim yokluğunda



BİR YASTIKTA


Güzel bir pazar olsun...
Dizleriniz ya yastık olsun sevdiğinize ya da başınız dizlerini yastık eylediklerinize yaslansın.

Huzurlu bir pazar olsun...
Yüreğinizin attığı versin ilk günaydın öpücüğünü ya da siz hemen şimdi gidip onu öpücüklere boğun.

Mutlu bir pazar olsun...
Seyirlik değil ömürlük sevdalarınız olsun.



Pervasız bir pazar olsun...
Sonuna kadar sizi şımartan, başına taç edenleriniz çok olsun.






müzik - sezen aksu - hoşgeldin |

20 Şubat 2010

DUYGUSAL SALATA




Kapıdan uğradılar, iki saatlik yoldan geliyorlardı, bir kaç gecedir uykusuzdular ve yürek yorgunluğu yol yorgunluğunu ikiye katladığından halsizdiler. Ellerinde pazar torbaları içeri girdiler. Köy pazarından otlar: Çeşit çeşit... Hepsi yeşilin en güzel tonunda, sabah alacasında koparıldıkları toprakların tazelik kokusu köklerine sinmiş.

"Bundan da aldın mı, bak kuzu bunlar, bak bu değişik bir tere cinsiymiş..." Seslerini bıraktılar ardlarından; bir de benim ters zamanlarımın, dilin kemiği yok, hızını kesebilene aşk olsun hallerimden birine denk geldiklerinden ve anlamsızca kırdığımı da bildiğimden, vicdanımı...

Onlar gittikten kısa bir süre sonra, kırmızısı ince ince çizilmiş kuzu kulağından aldım iki kök ve iki kök kuzu ıspanak... Üç yaprak marul aldım, kıvır kıvır... Roka aldım iki kök ve iki kök tere... Bir sap taze sarımsak, buram buram... Doğradım onları ince ince... Harmanladım birbirine, taze çekilmiş karabiber ve erik ekşisi ile... İlk hasat zeytinyağı değdirdim üzerine... Bir avuç haşladığım istiridye makarnayı ekledim tane tane, şöyle bir çevirdim hepsini sevgiyle... Üzerine yağı süzülmüş ton balığından ve kaparilerden koydum ve kokusunu çektim içime...  Televizyonun karşısına oturup, aldım çukurca olan tabağımı elime, damağımda ve dilimde içine eklenen her bir otun tadına varacak yavaşlıkta, sindire sindire dibini gördüm giderek artan bir keyifte.

Yaşam güzeldi... Her zamanki gibi...

Mutfağa gidip de musluğu açmamla gözyaşlarıma hakim olamamam hemen hemen aynı an'a denk geldi... Sesim yüreğime değdi:

"Çocuk sesleri, bazen öfkelerine yenik düşüp, kırıp geçirse de... Bir sesti işte..."

Kendi sesimin, yalnızlığıma vurup yankısının yüzüme çarpmasını istemediğimden kafamı eğdim önüme, ağladım sessizce...






Fotoğraf / internet


YÜREK






Gözüme bakıp
Özüme akıyorsun ya

Baktığın yere değil
Aktığın yere sözüm


KURULMUŞ CÜMLELER / 14

E-postama düşen, beni düşündüren...









 82 yaşındaki Betûl Mardin'den kadınlara öğütler:

1. Her sabah spor yapacaksın. Günaşırı filan değil evladım. Her sabah.

2. Hep çalışacaksın. Üreteceksin. Beynin meşgul olacak, hep koşturman gereken işler olacak.

3. Günceli takip edeceksin. Haber izle, dergi, kitap, gazete oku. Gündemi yakala. Her konuda kendini “update” et. Yeni çıkan kitapları da bil, yeni açılan lokantaları da, bu sene moda olan renkleri de.

4. Evlilik ise şart değil, kafanı takma. Gerekli de değil. Hatta şöyle söyleyeyim: O ne problem less! (Bir problem eksik!)

5. Çocuk meselesine gelince... Ha işte, burada akan sular duruyor. Yapabiliyorsan yap. Birini bu kadar çok sevmek, onun sorumluluğunu taşımak sadece onu değil, seni de mutlu eder. Doğurmayacaksan, evlat edin. O zaman da senin çocuğun değişen bir şey yok. Evlat edinmeyeceksen de, manevi çocuğun olsun, birini okut, geleceğini şekillendirmesine yardımcı ol.

6. Günde bir kere et ye. Mutlaka her öğün sebze ve meyve ye. Kusura bakma, ben tatlı severim. Tatlıdan uzak dur diyemeyeceğim!

7. Ölümden sonra yaşamak istiyorsan, günlük tut. O küçük notlar, hem kendi hayatının tanıklığı, hem de yarına kalan bir bilgi kaynağı. Mesele benim babam, hiç üşünmeden 60 sene boyunca her gün Ece Ajanda'sına o gün olanları yazmış. Hâlâ açıp okuyorum ve çok faydalanıyorum.

8. Olumlu olacaksın.

9. Bazı şeyleri kabul edeceksin: Bütün kadınların seni sevmesine imkân yok! Demek ki bazı kadınlara dikkat edeceksin.

10. Erkeklere gelince, aynı anda birkaçını sevmeyeceksin. Ama onların böyle bir yeteneği olduğunu bileceksin!!!


19 Şubat 2010

BİR KADIN DÜŞÜN






Bir kadın düşün şimdi;
Koyu kahpe saçlarını, usturayla budayan,
Ve kirpiklerinden hüzün maskarası damlayan...

Bir kadın,
Ve O'nun yenip bitirilmiş, loş dudakları
"Öyle" bir kadın işte;
Düşlerinin yüzünde,
Kezzap oyukları..

Bir kadın düşün şimdi;
Bileklerini kitap sayfalarıyla yamayan
Ve ucu yırtık bir gecenin koynunda sabahlayan,

Bir kadın,
Suya atmış inandığı bütün muskaları,
Öyle bir kadın işte
Gençliğinin sırtında,
Sigara yanıkları....

Bir kadın düşün, şimdi..
Düşün bir kadın daha hayattan..
Hani der ya şair;
"Mümkünse farzedin yaşamamıştır.."
Tıpkı öylece ;
Düşün!..


Bir kadın daha düşün hayattan..


Üzerine bir roman yazılabilirdi o kadının. Yaşamamış bir kadın üzerine, yaşanmamış düşler adında, yaşanmış onca düşüşün resmi çizilebilirdi; büyük büyük yağlı boya tablolar duvarları süslerdi.

Üzerine bir roman yazılabilirdi o kadının. Yazılmalı da...

Romana değil ama bir öyküye zemin oluşturması için rica ettim dizelerini. Senden değerli mi dedi, sağolsun. Bazı kelimeler insanın kendinden bile değerlidir dedim, duydu mu bilmem. Sözlerim yanlış anlaşılmasın;  kelimeleri yüceltirken, insanın değersizliğine bir vurgu yapmak değildir niyetim.  Aksine; o kelimeler hep var ama o kelimeyi öylesine ustaca bir dizeye katık etmek herkesin harcı değil, usta işi bir parça... Taşı değerli kılan üzerindeki işçiliktir, bir gün ustası göçüp gitse bile taş nesilden nesile daha da değerlenir. Kelimeler de bir parça taş gibidir, yerinde ağırlığı buradan gelir.

Bu şiiri ne zaman okursam okuyayım, nasıl bir ruh haliyle okursam okuyayım sonuç değişmiyor: Ben kalıyorum; öylece sessizce... Elime bir sigara alıp uzanıyorum yatağıma... Düşüyorum... Mümkünse hiç yaşamadığımı farz edip, düşünüyorum.

Bazen kelimelerin gizemli bir dünyası olduğunu ve herkesin o dünyanın kapısını açamadığını fark ediyorum. Hatta çoğu insanın o kapının varlığından bile haberi olmadığını.

Beni düşünmeye iten, düşündüren, düş kurduran ve düşüren bütün kelime sahiplerine, onları bu kadar ustalıkla bir araya getirebildikleri ve bana bambaşka dünyanın kapılarını araladıkları; ve  içeri buyur ettikleri her sefer için, teşekkürlerimi şapkamı çıkartıp önüme koyarak sunuyorum.

Hayatın Ortasından yakalayıp, bazen savurana...
Beni trenle uzun bir Atlas yolculuğuna çıkaran Buraneros'a...
Kelimelerinin hep tanıdık geleceğini bildiğim Nily'e...
Bir çorba içimlik uğradığım Aydan Atlayan Kedi'ye...
Yalnızlığın resmini kelimelerle çizebilen Beenmaya'ya...
Elini uzatmanın gülümsettiğini hatırlatan Uzaklara Giden Kadın'a
Kara bir ağacın bahar olamayacağını fark ettiren Ateş'e...
Perilerin de elinin kalem tuttuğunun kanıtı Efsa'ya...
Bazı sesleri çok derinden gelse de duyabildiğim Deep Sound'a...
Dilsiz düşleri ile hayatı fotoğraflayan Neslihan'a...
Gerekli şeylerin altını gereksizce çizen Yazar'a...
Kaleminin karalığını yüreğindeki aşktan alan Kalem'e...
İnandığı Masalları anlatırken düşündüren Haşim'e...
Kelimelerle dans eden Masalcı'ya...  
Hayatı anlatırken öğreten Sufi Saja ekibinin tontinisine, elasına ve herkesine...
Bu kadar uzun yazıp, bu kadar çok güldürebilen absalom'a...
Kıyılarda taş toplayan a.nur'a....
Saçak altlarında dolaşan Müdür'e...
Yüreğini çizimine yansıtan Pino'ya...
Mutluluk seminerleri ile içimde huzurlara vesile brajeshwari'ye...
Bırak biraz da dağınık kalsın diyen Bekriya'ya...
Yüreğin odaları olduğunu gösteren 7. oda'ya...
Yere bakarken gözlerini gördüğüm idea'ya...
Hayatın masal olduğunu fark ettiren biraz'a..
Düşünen ve söyleyecek sözleri olan Guguk Kuşu'na...
Hayatın bütün günahlarını yüklenebilen Nakhar'a...

Ve aklıma gelmeyip burada adını belirtemediğim, okumaktan keyif aldığım tüm blog dostlarına teşekkür ederim. Sizler dünyama çok şey kattınız...

Hadi şimdi, bir kadın daha düşün hayattan...





Şiirin Orjinal Adı:  Bir Kadın Düşün Şimdi / Teşekkürler adı bende saklı kadın...
Fotoğraf / 1x.com


18 Şubat 2010

FOTOĞRAFIN FISILTISI / EMPATİ

Fotoğraf   / Wilson Hurst


Göremezsin içimi
Baktığın yer yanlış çünkü
Açını değiştir
Ya da
Acımı yüreğine iliştir
Belki anlarsın
Niyelerimi
Belki
...


DİLEK





İyilik ol
Güzellik ol
En çok da sevgi ol
Yağ üzerime

Üzerime yağ
Saldım şemsiyelerimi gökyüzüne

Sen yağ üzerime
Üzerime yağ
Sen yağ sadece
Ben ıslanayım
Islanayım seninle
Güneşli günlerde




DÜŞLERE DOKUNMAK

Düşüne dokunamayan insanlar tanıdım ben...














Bir kadın tanıdım mesela, hep bir çocuğu olsun isterdi, gözü yaşlı, gitmediği doktor kalmadıydı. Herşeyi denedi. Muskalar bile yazdırdı, hocalara gitti, kurşunlar döktürdü. Cami cami, kilise kilise dolaştı. Olmadı. Evlat edinmeyi hiç düşünmedi. O kendi çocuğu olsun istiyordu. Kendi canından kendi kanından. 

Şimdi ne zaman sorsam ne yapıyorsun diye, geç mi kaldım diye cevaplar... Bilirim, bir çocuk evlat edinmektir aklından geçen ama sanki edinirse düşünden iyice uzaklaşır diye korkar. O düşü hiç gerçekleşmeyecek olanlardandı, düşünde boğulanlardan.










Bir adam tanıdım mesela, hep 50 yaşında emekli olup dünyayı gezmek istediğinden dem vururdu. Henüz ayak basmadığı toprakları anlatırdı, anlatırken yaşardı sanki. Hep yeni bir kasaba, yeni bir kültür yepyeni bir yemek tarifi dilinde, anlatır da anlatırdı. O 60 yaşında emekli oldu. Hayat onu zorladı. Emekliliğinden kısa bir süre sonra beyne giden damarlardan biri tıkandı, felç oldu. Yatağa mahkum bir 12 yıldan sonra aramızdan ayrıldı. Bence o düşlerine dokunamasa da düşlerinde yaşamayı başardı. O düşünde yaşayanlardandı, bir düş gibi yaşayan.














Bir çocuk tanıdım mesela, büyüyünce balerin olmak isteyen. Öyle şişman öyle şişmandı ki, annesi bile bile yine de götürdü bale kursuna. Kurs öğretmeni şöyle bir bakıp bunun  mümkün olamayacağını söylediğinde, dönüş yolunda ikisinin nasıl da canından can çekilmiş gibi ağladını anlatırdı. Günlerce aç gezdi çocuk, günlerce yemedi içmedi. Yürürdü... Kilometrelerce yürürdü. O düşüne yürürdü. Düşünde bir kuğu gibiydi, gölün üzerinde tüyden hafif dans ederdi. 18 yaşına geldiğinde, anoreksiyaya bağlı kalp yetmezliğinden öldü. Öldüğünde tüyden hafifti, 30 kiloydu sadece. O düşlerine sadece düşlerinde dokunabilenlerdendi. O düşlerini de yanına alıp, düş diyarlara gitti.














Kendimi tanıdım mesela, büyüyünce ne olmak istediğini bile bilmeyen... Yazmayı seviyordum, yeteneğimde vardı ama yazar olmak değildi düşüm. Gazeteci ol derdi edebiyat öğretmenim bana, hem gözlem yeteneğin var hem de kalemin güçlü... Düşündüm ve hoşuma gitti ama hiç düşlemedim. Matematiği severdim, ama düşleyecek kadar olmadığını fark ettim ve Halkla İlişkiler okumak için Eskişehir'e gittim. Herkes, ne kadar başarılı bir reklam yazarı olabileceğimi söyler dururdu, ben Halkla İlişkiler alanında müşteri tarafında çalıştım.

Kurduğum tek düşün olmak istediğimle değil, olmak istediğim yerle ilgili olduğunu fark ettim. Bir yürekte...  Birlikte yaşamak ve yaşamı paylaşmak tek düşümdü benim. Yek diğerinde atan bir yürektim. Düşüme iki kere dokundum hayatta. Biri, canımı acıtacak kadar yakın, diğeri canımı yakacak kadar uzaktı...









Hep farklı kültürler ve farklı ülkeler tanımak istedim. Bir iki tanıdığımda oldu ama şöyle başımı alıp gitmeler şeklinde değildi hiçbirisi... Şimdi yepyeni bir düşe bıraktım yüreğimi, yepyeni bir düşe tutundum. Bir trenin yolcusuyum. Uzuyor... Uzuyorum. Dolanıyorum dünyayı... Düşün gerçeğe dönüştüğü zamanların anlatıcısı olmak istiyorum. Düşüme sarılıp ayağa kalkmak ve yürümek istiyorum. Arkama bakmadan ama neyi bıraktığımı da bilerek, ileriye, daha ileriye yürüyebilmek istiyorum.

***

Düşlerinin peşinden gidebilen insanlar vardır, şartlar onların içini kolaylaştırır... Ama herşeyi şartlara yüklemek, bir parça korkaklıktır; düşüne sarılmamaktır, yılmak, yenilmek ve bırakmaktır. Herşeyi şartlara bağlamamak lazım, biraz da poponun gücüne inanmak lazım. Hayata sımsıkı tutunup, seni bıraktığı yerden kopabilmek lazım. Belki düşün gerçeğe dönüşeceği yer, varacağın noktadadır.

Denemek lazım... Denemek lazım... Denemek lazım...




Fotoğraflar / deviantART



17 Şubat 2010

YEN(İL)Gİ




Duygularını dile getiriyordu, biliyordum...
Onun o heyecanlarına yenilen hallerini de anlıyordum...
Bir keşkeye sığdırılamayacak kadar çoğaldı acım.
Sustum...




Fotoraf / -dream- by ~tynaS

YAS


Karşılıklı mıydı
            Bilinmez...
Bekleseydi...
Karşılık bulur muydu
            Bilinmez...


B/oyunca sürmüştü aşk...


Oyun bitti...


Geride boyunca hüzün bıraktı...
Boyunca bir acı
B/oyunca bir ölüm...


Ya'sını düşünse,
              Belki ölmezdi...
Ya kalsaydı...
              Bilinmezdi...

O gidişin ardındaki yasını düşündü,
Yasını tuttu,
Ya'sını unuttu...
Ya'sı umuttu...
Yası ölüm...



Fotoğraf / deviantART

16 Şubat 2010

BOŞ ZAMAN DOLDURUCUSU

Bize biraz zaman gerek dedim. Haftalık ders programı gibi bir program koydu önüme. Haftalar güne, günler saatlere bölünmüştü. Her sabahı doluydu ve her öğleni... Akşam üzerleri ise gündelik rutin ev işleri, çamaşır, ütü ve yemek hazırlığı ile doldurulacak serbest zamanlardı. Akşamları önce bulaşıklar sonra diziler vardı. Ellerini iki yana açtı; üzgün olduğunu destekleyen bir yüz ifadesi takındı, sesi; bıraksan ağlayacaktı:  Zamanım yok görüyorsun...

Şaşırmıştım, biz arkadaşız sanıyordum. Dertleşip, paylaşıyoruz, gülüp, çoğalıyoruz sanıyordum. Sonradan anladım; ben onun, bunları yapmak için var olan boş zaman doldurucusuydum. Aslında, onun arkadaşlıktan anladığının bu olduğunu çok geç fark ettiğim için, kendime kızmalıydım. Ama ona kızdım... Çok kızdım. Bunu ona söylediğimde alacağım cevabı biliyordum. Sen beni boş zamanı çok olan bir insan sandın galiba... Bir ilişkiyi buraya koymuş birinin; verdiği cevabın altını çizerek görmesini sağlamak mümkün mü... Hiç sanmam... Onlarca gerekçeli ve benim haksız olduğumu ardı ardına sıralayan cümle kurar ki, haklısın demek düşer bana...  Öyle haklısın ki... Üstelik ne bencilliğim kalır ne de gereksiz dert edinmişliğim.

***

Sözleri bittiğinde, olup bitene kendi de inanmıyor gibiydi. O gittikten sonra, arkadaşlık, sevgililik, eş, dost, komşuluk kavramları üzerine düşündüm. Paylaşma hali değişip, boş zamanları doldurma olmuştu da ben mi ayak uyduramamıştım zamana....

Yoksa; ben mi yanlış biliyordum başından beri, arkadaşlık boş zaman doldurma mıydı?


***

Bir tek onun ihtiyacı olduğunda varsanız, aslında yoksunuz demektir... Ne zaman katılaştırdı beni yaşam. Ne zamandan beri ben bu kadar keskin çizgileri olan bir insana dönüştüm. Sınırları olan, katı cümleler kuracak kadar ne zaman yüreksizleştim.

***

Akşam akşam gene onlarca soru buldum kendime, cevabı olmayan. Daha az dinlemeyi, daha az düşünmeyi öğrenmeli ve daha yüzeysel ilişkiler kurup derinliği olmayan sohbetlerle mi doldurmalıyım boş zamanlarımı... Ama öyle yoğunum ki boş zamanım yok bu kadar azı başarmaya... Öyle yoğunum yani... Zamanım yok anlıyor musun seni anlamaya... Ah bir vaktim olduğunda geleceğim sana kendimi anlatmaya...

***

Allahım, dehşetler içindeyim... Herkes mi bencil dünyamda. Herkes mi beni dert köşesi bildi kendine. Yok mu bir soranım, nasılsın, ne yaparsın, keyfin yerinde mi? Aklın başında mı diye... Ne oldu arkadaş sohbetlerine, ne oldu yaşamın yüklerini paylaşan seslere... Hepsi mi çok yoğun, hepsi mi sadece kendi derdinde... Kendinden gayri kimseye zamanı olmayan kişiler mi kaldı bir tek hayatta. Diğerlerine ne oldu... Hani eşini, dostunu merak edip, arayıp soranlara... Hani eşini dizine yatırıp başka bir dünyada onunla zamanı durduranlara... Ne zaman odalar ayrı, televizyonlar ayrı, dünyalar bu kadar ayrı oldu...

***

Yemek saatlerine ne oldu peki... Hani akşam olurdu da otururduk sofraya... Herkes gününü anlatırdı. Herkes başından geçenleri paylaşırdı. Dersler alınır, dersler verilirdi hayatın içinden... Şimdi bakıyorum da, baba haber dinliyor, çocuk bilgisayarda oyunda, anne dizilerin sıkı takipçisi. Ellerde tabaklar herkes kendi yemeğinin derdinde. Kimsenin kimseye dönüp baktığı yok. Herkes kendi dünyasında. Arada birbirlerine seslendikleri de olmuyor değil, o da; meraktan değil, boş kalan reklam arasını doldurmak telaşından... Ha bir de ilgileniyormuş gibi yapma hali var. Mış gibi yaparak iki kelime ediliyor ve işte yaşam paylaşıldı... Hadi bakalım herkes kaldığı yerden devam, yoğun programına... Öyleki, bir arkadaşım çocuğuna ders çalıştırmak için ayıracağı vakti bile, dizilerine göre programlamış. Ben mi çok fedakar anne baba ile büyüdüm.

***

Hayat değişiyor ve sanırım ben yaşlanıyorum. Eskilerden dem vuruyorsa bir yürek, yaş almış da başını koşa koşa gidiyor demektir değil mi? Bu akşam yaşını almış bir dostun da dediği gibi, belki de ruhumun baharını beklemeliyim hayatı anlamak için... Çünkü kışımın soğuğunda daha bir soğuk gözüktü gözüme "boş vakit"ler ve ilişkileri boş vakitlere sığdırma telaşında olanlar...





Fotoğraf / İnternet

TOPRAĞIMA YAĞMA

Karanlıkta oturmuş düşünüyordu. Ne istediğini... Ne beklediğini... Ne için savaşmaya istekli, ne için artık yorgun olduğunu bulmaya çalışıyordu. Gece sabaha karşı dört gibi bir arka sokak, yağmurlu soğuk bir hava... Öyleydi adamın hali... Terkedilmiş gibi... Telefonu aldı eline... Aklına gelen ilk kadını aradı. Kadın belki de uzun zamandır aklındaydı. Çaldı telefon, ısrarlıydı. Açan olmadı. Bir daha aradı. Bir daha... Tam altı kere çaldı telefon. Uzun uzun... Acı acı... Telefonun her bir açılmayışına yüklenen öfke, kendini acıtan bir kor olup tenini dağladı. Elini yakan telefonu duvara fırlattı. Eli yanmaya devam etti. Yüreğine kadar dayandı acısı.

Kadın salonda oturmuştu. Karanlıktı. Düşünüyordu. Ne istediğini... Ne beklediğini... Ne için savaşmaya istekli, ne için artık yorgun olduğunu bulmaya çalışıyordu. Gece sabaha karşı dört gibi bir arka sokak, yağmurlu soğuk bir hava... Öyleydi kadının hali... Terkedilmiş gibi... Telefonu aldı eline... Altı cevapsız aramaya baktı. Ne kadar ısrarla aranmıştı. Oturdu koltuğuna elinde telefonu, arayıp aramamak konusunda kararsızdı, ya'sını düşünüp aradı. Telefon cevap vermiyordu.

Ev telefonu çaldığında, onun aradığını biliyordu. İsteksizce telefonu açtı.
- Uç de bana...
- ...
- Kaç de bana...
- ...
- Anlamıyorsun değil mi? Anlamıyorsun...
- Anlamıyorum...
- Neden susuyorsun...
- Düşünüyorum...
- ...
- ...
- Anlamıyorsun değil mi? Anlamıyorsun...

Kadının susuşu ölüm gibi zamansız, ölüm gibi acılıydı... Adamın yakarışları, yaşamdı. Adam kurumuş topraklarından filizlenen o ufacık umudu yaşatabilmek istiyordu. Hayır istemiyor, bunun için ellerini açmış çaresizce yalvarıyordu. Kadın susuyordu. Ölüm gibi susuyordu. Ölüm gibi zamansız. Ölüm gibi acılı...

Adam telefonu kapadı. Kadın telefonu kapattı. Kadın düşünüyordu. Adam muhtemelen kendiyle kavgadaydı. Telefon çok geçmeden gene çaldı. Kadın o olduğundan emin:

- Benim toprağıma yağma... Nereye yağarsan yağ ama benimkine yağma... (Sesi titremiyordu bile...)
- Kalabalıklarda yalnızım, kalabalıklarda yapayalnızım... Sadece koyun koyuna yatmaya ihtiyacım var. Sadece buna... Anlamıyorsun değil mi?
- ...
- ...
- ...
- Neden susuyorsun... Uç de bana... Kaç de bana...
- Kapatıyorum. Git yat hadi. Sabah konuşuruz. Daha çok konuşuruz seninle...

Kadın telefonu kapattığında, kendi topraklarındaki yalnızlığını düşündü. Uçsuz bucaksız yüreğinin içine sığacak onca şey varken, sığdırabildiği koca bir çöldü. Arasıra seraplar görüp vahalardaki palmiye gölgelerinde serinlese de... Sığdırabildiği koca bir çöldü. Kum fırtınası çıktığında bildiği bütün yollar kaybolurdu. Yeni yollar bulmak için öncülerini gönderirdi. Öncüleri, kollarıydı. Uzanırdı... Uzanırdı, ta uzaklara... Yol illa ki bulunurdu. Ayaklar yola tekrar koyulurdu.

Adamın sesi kulaklarından uzun süre gitmedi. Onun o telefonu kapattıktan sonraki yılgınlığını düşündükçe, içi acıyordu. Birine sığınıp uyumayı istemek, ancak yalnızlığın soğuk nefesini hissedince istenilen birşeydi. Ürkütücüydü. Biliyordu. Kaç gece o nefesi ensesinde hissedip, uyumadan geceleri sabahlara bağlamıştı. Anlıyordu... Ama bazen anlamak yetmiyordu. Toprağına yağmur yağmasını istemek gerekiyordu. İklim yağışa uygun olsa da, şartlar kuraklığa davetti.

Kadın, yatağına uzanıp adamın yalnızlığına sarıldı. Ses olup uçmak istedi adama, söz olup sarılmak:

Anlıyorum dedi... Anlıyorum ben seni ve çok istiyorum uçmanı ama konacağın dal ben değilim. Yüreğim susuz çöller gibi. Senin kurumuş topraklarında açan filizi gördüm ben, gördüm ve bir avuç su bile veremedim... Yeşermez... Yeşerip filizlenmez... Anlamazsın... Yüreğim susuz çöller gibi... Toprağını toprağımla bulama...

Sustu gece zamansız bir ölüm gibi... Sustu kadın... Sustu adam... Sustu yaşam...




Fotoğraf / deviantART

15 Şubat 2010

O GÜN...



Gözyaşımı parmak uçlarınla sildiğinde,
Bir daha hiç ağlamam sandım...







Yasmin Levy - Adiós Querida


Fotoğraf / deviantART

PAYLAŞMAK SENDE OLANI

Yıllar ne çabuk geçiyor...

Hüzün yürekte ağır geliyor, taşıyorsun, ha deyince gitmiyor biliyorsun. Sen içine kaçtıkça, kelimelerin de kaçıyor en kuytu köşelere... Üzerinde bir hüzün elbisesi, yıkanmamış sanki senelerce...

Sonra bir terzi geliyor... Sana çok yakıştığını düşündüğün hüzün elbisesini çıkartıyor, çırılçıplak kalıyorsun. Mutluluk kumaşını uzatıyor. Sana yakışan kumaş budur diyor. Sen bakıyorsun. Üzerimde sakil durmaz mı taşır mıyım ki endişeni yüzüne yansıtınca; üşenmiyor, alıyor ölçünü, dikiveriyor en güzelden daha bi güzelini... Sen tüm çıplaklığınla ağlıyorken nedensiz onun karşısında; biraz ürkek uzatıyorsun elini. Kendine çekiyor seni. Sarıp sarmalıyor. Utanma diyor, her yürek acır bir zaman ve her yürek değiyorsa eğer çekip çıkartılmalıdır kendi bataklığından. Kendine dokuduğu mutluluk kumaşını seninle paylaşmaya hazır haline şaşkın bakınırken sen, çıplaklığına en yakışanı dikip bir de giydirince üzerine:

Her sabahına güzel ve mutlu uyanıyorsun. Kuşkusuz sol yanın dolu olduğundan ve tabi bir de güven duyduğun bir göğse sarıldığından... Hüzün hep içimde dediğin halin geride kalıyor, yerini bir gülümseme, bir huzur, bir mutluluk alıyor. Hüzün sokağına uğramıyor bir dostun temennisindeki gibi... Hatta hüzün, eski bir fotoğrafın sararmışında çoktan almış yerini de şimdi dönüp bakarken; ne hüzün dedirtiyor sadece. Daha öteye bile gitmiyor duygun...

Eline bir kağıt kalem alıp, iki satır karalıyorsun el yazınla:

Sen içimde çiçekler açtırdın ya bunun için bile sevebilirim seni bir ömür... Öpöylesine *...



_____________________________________________________________________
İlk Yayın Tarihi / Temmuz 2009 / Terzinin adı çokça anılınca bugünlerde, yazımı tekrar yayına vereyim dedim. Ve ne göreyim, yine ve yeniden isimsiz bir (ç)alıntı yapılmış, yazdım editörlerine... Gülüp geçebilmek istiyorum böyle anlarda, ama hep derim ya, kendi yaşanmışlığıma, duyguma, kelimelerime, özelime tecavüz gibi geliyor her defasında; gülemiyorum.
* Öpöylesine, terzinin yazılarımdan birine yazdığı bir yorumda geçmiştir. Ve içinde herşey olan bir sürü şey ifade etmektedir. Ve (ç)alıntı yapan bunun ne demek olduğunu bile bilmediğinden, ölesiye diye çevirmiştir.
Fotoğraf / DevianART

BUGÜN DE BUDUR ve BU SEFERLİK ONUNDUR ツ


Aslı Gökyokuş - Sevdalı Başım
________________________________________________

İlk kez O dinletmişti bana bu yorumu ve ben çok sevmiştim.
O, bir terziydi, hüzün elbisemi çıkartıp, bana mutluluğu giydirmişti.
Şimdilerde ben bana çok yakıştırdığı(m) o elbisemle salınıyorum hayatta.

Bazen bir şarkı dinlersiniz ve budur dersiniz ya...
Bu ses, bu yorum, bu sözler, bu ritm...
O gün buydu... 

Ve bugün burada tekrar yer alması;
Şu anda yüreği hızla çarpan, uçuşan kelebeklerine söz dinletemeyen,
Geçmiş seferlerin yenilgilerini sıkça aklına getirdiğinden belki,
Kendine izin vermeyen kadın(lar) için yayınlanmıştır.
Dilerim o kadın(lar) da uslanır...













Ah benim sevdalı başım
Ah benim şair telaşım
Ah benim sarhoşluğum
Ah çılgın yüreğim

Sus artık uslandır beni

Kaç okyanus geçtim böyle
Kaç denizde yitip gittim
Kırılmış direkler yırtık yelkenlerle
Kaç seferden yorgun döndüm

Ah benim yaralı ruhum
Ah benim insan kusurum
Ah benim isyanlarım, ah yalnızlıklarım

Gel artık uslandır beni

Ah benim iyimser yanım
Ah benim aldanışlarım
Ah benim kavgalarım
Ah pişmanlıklarım

Sus artık uslandır beni




__________________________________________________________
Söz - Müzik: Zülfü Livaneli
Fotoğraf / İnternet

14 Şubat 2010

SEN HEP OL YÜREĞİMDE



Yaşamın kendi rutin akışında,  bazen bir kahve içimlik sohbetlere karışıyoruz seninle, bazen uzun sahil yürüyüşlerinin iyotu oluyorsun buram buram... Rakı sofrasında gelip karşıma oturuyorsun en çok… Ya da bir kadeh kırmızı şarabımı elime alıp köşe koltuğuma uzanınca, uzanıveriyorsun yanıma... İyi dileklerimizi esirgemeyip yolumuza devam ediyoruz kaldığımız yerden. Yaralar açarken birlikteydik diye herhalde, kapatırken de karşılaşıyoruz her seferinde…

Olur olmadık zamanlarda düşüyorsun aklıma;
İçimden geçense hep aynı:
Gene mi çıktın karşıma...


Durup dururken bir köşeden gülümsüyorsun
İçimi kıpırdatıyorsun aniden
İyi yapıyorsun be yüreğimin sevgisi
Her şeye rağmen iyi geliyorsun sen bana…
Hep ol yarınlarımda...
Hep ol, şimdiki gibi...





________________________________
Fotoğraf  / deviantART


HOŞÇAKAL SEVGİLİM

Bazı vedaların gitme kal diye yalvardığı olur, sağırdır yürek, gider...




Yasmin Levy - Adiós Querida


Nasıl kapalı bir hava, nasıl karanlık çöktü günün ortasına...
Bilir misin, nasıl çaresizce bir ses arar yürek böyle zamanlarda...

Biriktirdiği hüzün olan bir kadın için,
Ağlamasına sebep cılız bir damla;
Taşırır bilmezsin, yüreğin daha önce bu kadar dolmadıysa...

Kadın kafasını kaldırır göğe, bir umut arar gibi...
Gök gürler; 'hazırım eşliğe' der gibi...

Yasmin Levy'nin sesine gizlenmiş o mistik damla düşer yüreğe daha ilk adioda...
Gök son bir kez gürleyerek, kadına döker içindekileri...
Kadın taşar... Kendinde saklı keridasına; adio, adio kerida diye yalvarır gibi...



_______________________________________________________________
Adiós Querida için Deep Sound'a teşekkürler...
Fotoğraf / Anca Cernoschi
Adiós Querida / Hoşçakal Sevgilim