08 Ekim 2009
Kurulmuş Bir Cümle Arıyorum
06 Ekim 2009
Gece Sen (Y)ol Üzerine Bir Deneme
Gece Sen (Y)ol, Mayıs 2009'da kaleme alınmıştır...
Fotoğraf / deviantART
KARŞI KIYI / V2
“geldim demekle eşti arayışın, ve gittim demek kadar acıttı içimi”
Son satırlarıydı hayata kazınan. Kalktı masasının başından; koridorda yürüdü yavaş yavaş. Üstüne giyindi kadınlığını, telaşını ve sevdasını yavaş yavaş. Aynada baktı kendine… Saçını taradı, rujunu sürdü, yavaş yavaş…
Adam kadına gitmek istiyordu ama onca yaşanmışın üzerine geçen zaman gerçekten ilaç olmuş muydu her ikisine de bilmiyordu... Endişeliydi... Sabah uyandığında heyecanını yeneceğini ve yola çıkacağını umuyordu ama sabah hiç de düşündüğü gibi olmadı... Aynada kendi ile uzun uzun hesaplaştı, onu gördüğünde kuracağı cümleyi önce içinden sonra da kimsenin duyamayacağı bir sesle dışından tekrarladı... Kendi bile duyamayınca afalladı, cesaretsizliği mi korkusunu güçlendiriyyordu, korkusu mu cesaretsizliğini bilemedi.
Kadın adamla ilk karşılaşmalarında en güzel haliyle olmak istiyordu. Hazırlandı o yüzden yavaş yavaş. Zamanı durdurmak ister bir hali vardı. Kapıyı kapadı. Kilitledi yavaş yavaş... Merdivenlerden indi. Telaşsız ve sakindi. En az 1 saatlik bir yolu vardı. İki saat önceden çıkmıştı yola, sevdiği adama giderken zamanı olsun istiyordu. Direksiyona oturdu. Arabayı çalıştırdı. Radyoda bir kanal buldu. Koyuldu yola yavaş yavaş.
Adam hazırlandı yavaş yavaş, zamanı durdurmak ister bir hali vardı. Pişman mı olmuştu geliyorum diye telefon açmaktan bilemedi. Ama kadın hazır olmasa ve istemese adamı, gelme derdi... Kadın demedi, adam bilemedi... Kahvaltı masasında okurken günlük gazetesini, çayını yudumladı yavaş yavaş. Yola çıktı yavaş yavaş... Saat 18'i gösteriyordu evden çıktığında, oysa daha iki saat vardı geminin hareket etmesine.. Ama geç kalmak istemiyordu herhangi bir sebeple...
Yol boyu düşündü kadın, o olaydan sonra ilk kez karşılaşacaklardı, oysa ne çok şey biriktirmişlerdi yaşanmış anlarda… Korkuyordu kadın, anlar kadar güzel olmazsa karşılaşmaları diye ve yavaş yavaş yol alıyordu bu düşüncelerle…
Limana geldiğinde, arabayı park etti. Arabadan inmeden önce saatine baktı. En az 20 dakika vardı. Ne demişti adam, 20.40’da orada olacakmış: “En erken böyle gelebiliyorum yanına. Çok kalayım istiyorum yanında.”
Adam her zamanki gibi üst salondan aldı bileti ve tekli koltuklarda, cam kenarında sonsuz maviliklerde martılara takılı kalan gözleri ile düşünmeyi severdi ve hayal etmeyi ilerisini... O günde öyle yaptı, kapadı gözlerini, her zamanki huzur yerini tedirginliğe bırakmış olsa da gökyüzünde süzülen bir martı ile arkadaşlık etti yol boyunca...
Kadın kapıda bekledi…
Kadın adamı bekledi…
Kadın bekledi…
Gemi limana yaklaşırken bir telaş oldu üst katta, doktor var mı çığlıkları yükseldi bir anda. Geminin kaptanı sürekli anons geçiyordu limanda bir ambulansı hazır etmeleri için... Bir kadın yığılmıştı olduğu yere. Yanında küçük bir çocuk. Şaşkın ve ürkekti, korkudan kocaman açılmış gözleri ve soluğu kesildiğinden bembeyaz olan yüzüyle bakıyordu sabit bir bakışla adama. Adam çocuğun gözlerinde görünce kendini, titremeye başladı. Korkuları sarıyordu bedenini, aklını, yüreğini... Söz geçiremeyeceğini anlamıştı korkularına, gemi limana vardığında kararını vermişti...
Adam ertesi gün gazeteyi açtığında başlığa takıldı önce, “Yalova – Bursa yolunda beklenmedik bir kaza.” Haberdeki her ayrıntıyı okudu defalarca… Oturdu olduğu yere. Bir sigara yaktı telaşla, bir kez daha okudu, yavaş yavaş... Derin bir nefes aldı, yavaş yavaş... Ağladı içine, yavaş yavaş... Bir sigara daha yaktı telaşla... Yandı yüreği, yavaş yavaş... Mutfak kapısına bir yumruk attı, yetinmedi bir de duvara: Elleri kanıyordu; akan her damlada yüreği yanıyordu, "sen korkağın, cesaretsizin tekisin, yansın yüreğin, sen acılar içinde kıvranarak öl, yavaş yavaş..." diye bağırdığı duyuldu açık mutfak penceresinden... Vurdu saatlerce önüne ne geldiyse, yıktı ortalığı, kattı birbirine... Kanattı kendini, ardı ardına defalarca... Etraftakoşup yetişen komşularına, "bırakın" diyebildi, "bırakın da öleyim yavaş yavaş..."
05 Ekim 2009
GİTMEK KÖKLERİNLE BİRLİKTE
dün kurdum bu cümleyi... ve dedim ki ne kadar çalışırsam o kadar harcadığıma göre, gitmek istiyorum çeşmeye; az çalışıp, az yemek ama çok yaşamak için... dilerim gidersiniz... ben o karede duvar dibinde açan bir gelincik olmak istedim...
Evren çok haklısın.. Ne kadar kazanırsak o kadar harcıyoruz.. çok mu lazım sürekli bir şeylere sahip olmak.. borçlarla ipoteklenmiş bu hayattan bir an önce kurtulup özgürlüğümüze kavuşmak en büyük hayalimiz:) sevgiler kocaman:) Not: gelinciğin duvar dibinde :)
04 Ekim 2009
ŞARKI SÖYLESEM BAĞIRA ÇAĞIRA
Bazı şarkılar var, neden bilmem çığlık çığlık söylemek geliyor içimden...
03 Ekim 2009
ÜÇ / GEN
iç açıların toplamı 180 derece ederdi ya hani...
02 Ekim 2009
Bir Şehrin Gölgesinde Tanımak Seni
Mutfağa geliyorum, yüzümde alabildiğine huzur ve tanıdık bildik bir yerde olmanın keyfiyle... Hep sözünü ettiğin pencereden bakıyorum, kilimi serip de yıldızları seyrettiğimiz ağaçlar şunlar olmalı diyorum... Bir selam çakıyorum her bir yaprağına şahitliklerinde yaşanan anlar adına... Tezgaha yöneliyorum, bahçeden topladığım tazecikleri kahvaltıya hazırlamak için... Bahçede mangal keyfi için yanan ateşin ve onların yanında içilecek rakıların ve senin her anlatışında ağzımı sulandırmayı başardığın daha bir çok yemeğin kokusu siniyor üzerime... Anlattığın gerçek üstü mutluluk diyarının, gerçek prensesiyim şimdi ben. Hiç bu kadar mutlu olmuş muydum daha önce ve sevilmiş miydim böylesine diye düşünürken: Hemen arkamda bitiveriyorsun; bedenini, bedenime yaslıyorsun. Boynumdan öpüp, öyle çok düşledim ki burada böyle bir sabahı diyorsun.
KURULMUŞ CÜMLELER / 12
01 Ekim 2009
TURGUT'A / YALNIZCA SANA...
30 Eylül 2009
BİR ÇİFT YÜREK YOLA ÇIKTIĞINDA
korkuyorum
Fotoğraf / life cycles (teenager, lost in emotion)© Robert
29 Eylül 2009
KURULMUŞ CÜMLELER / 11
_______________________________________________
Fotoğraf / Last passenger II© Tim Corbeel
28 Eylül 2009
BİR SEÇİMDİ VİCDAN, DEĞERDEN YANA
Sessizlik aramıza bir duvar ördü... Bir iç daha çekti, bir parçam daha koptu... Sessizlik... duvarlara tel örgüler çekti. O anda üç dakika önceye dönüp, o soruyu hiç sormamış olmayı diledim, ah ne gereksiz bir keşkeydi. Dağladım... Dağılacağımı bile bile, dağladım, suskun düşünceler gevezeliği... Sabaha kadar içime ağladım. Sabah cümlesini tamamlama ihtiyacı duyacağını hissedebilsem, hiç uyanmazdım ama öngörememiştim.
Henüz yataktan kalkmamıştık. Bana doğru döndü yüzünü: "Sence de tuhaf değil mi, sence de vicdanımın beni bütün gece uyutmaması, tuhaf dimi? Duvarın üzerindeki tellere elektirik vermişti... Sarsıldım... Kollarını uzattı "iyiki burada, yanımdasın"dedi. Bir elektirik daha... voltajı yükseltilmiş.
Çalışan kalbime, kalp masajı yapar gibiydi, her sıkı sıkı sarılışında bir yükleme kalbe... Son cümleyi hiç söylememiş olmasını isterdim ama söyledi: "Biliyorsun değil mi, seni seviyorum, vicdanımın sızlamasını da anlıyorsun değil mi?"
Değer... neydi sahi değer, benim için neydi değerin? Aniden ve kararlı bir kalkışla, kısa bir sürede giyindim, valizimi hazırladım ve bir kağıda şu notu düştüm:
DÜMATİZİ SEVMEK: ÖNEMSEMEK ADINA BİR GÖZLEM
27 Eylül 2009
KURULMUŞ CÜMLELER / 10
25 Eylül 2009
KURULMUŞ CÜMLELER / 9
________________________________________________
24 Eylül 2009
ŞEYTAN ÜÇGENİNDE SON DURUM
- Biliyorum, benim için de kolay değil senli benli bir hayatı, henüz yaşanacak onca güzellik varken bırakıp gitmek.
Tamam, bu konuşma hiç olmadı ve evet, yakın bir gelecekte olması da mümkün gözükmüyor...
Oysa,
- Yapmasana...
- Çok güzel gözüküyorsun...
- Geç kalacağım...
- Kalmazsın...
- Olmayız...
- ...
-...
Bu konuşmaların geçtiği yaşanmış bir an'ı resmetseydi mesela dimi ama...
Ama göz; yürek ne hissediyorsa akılla bir olup, onu resmediyor galiba...
23 Eylül 2009
SAMAN ALEVİM
uzak düşesim yangınına
duymuştum bir zaman; belki bir filmde ya da okumuştum; bir kitabın satırları arasında, hiçbir detayını hatırlamıyorum, ve kelimelerin bunlar olup olmadığından da çok emin değilim, bende kalan şu olmuş:
şimdi,
Fotoğraf: deviantART
GİTMEK
Büyüdükçe diz çökmeyi, dua etmeyi ve Tanrı’yı unuttu.
Yaşadıkça, boyun eğmeyi, sövmeyi ve aşkı öğrendi.
Bir kadın önüne 5 demir para attı. Başka bir adam sigara uzattı. Bir çocuk gofretinin yarısını uzattı. Bir kedi geldi, yanına uzandı. Bir kadın geldi bir kazak getirdi. Bakkal amca bir kutu getirdi soğuktan donmasın diye etrafını çevreledi. Günler, haftalar geçti. Basamakta uyudu, basamakta yaşadı. Basamakta ağladı. Ama bekledi. Yağmurlar yağdı, fırtınalar koptu hatta. O bekledi. Tutunduğu tek dal aşkı gelmedi. Bakkalın bıraktığı bir gün önceki gazeteleri aldı eline. Tarihine baktı. 3 ay 29 gün geçmiş dedi. Yarın son gün. Ayağa kalktı, üstünü başını düzeltti.
Adam Tanrı’ya baktı.
“Madem vardın, neden onu bana getirmedin.”
Tanrı gülümsedi...
“Seni ona götürmeye geldim” dedi.
SIRRIN YÜKÜ ÖFKE
________________________________________________
Farkında mısın kimseye anlatmadığın sırrının sende yarattığı garip hallerin. İşe gitmiyormuşsun kaç gündür. Geçenlerde bir adam gelmiş çocuğunu kayda, dinlememişsin bile adamı; kafan öyle dalgınmış… Ondan önceki hafta sonu arkadaşlarınla gittiğin piknik ne oldu öyle; herkes gülüp eğlenirken sen bir köşede oturmuşsun sus pus... Fark edilmiyor sanıyorsun. Hayatla bağlarını koparmaya bir ince ip kaldı. O da koparsa ne olacak? Ne olacak söylesene... Hemen ağlamaya başlama... Sevmiyorum bu hallerini: Ağlak, mutsuz, öfkeli…
Ama benim umurumdasın… Her gün, her Allah’ın günü geliyorum sana. Çalıyorum kapını. Açmıyorsun. Arada bir gürültünü duyuyorum, açacaksın sanıyorum açmıyorsun. Kapını kırdırmak zorunda kaldım sonunda. Delirmek üzereyiz farkında mısın? Sen son ip kopunca delirmiş olacaksın, ben sen delirince…
İkimize de yapma bunu güzelim.
Ne olur kalk ayağa.
Tut elimi.
Bir yerden başlamak gerek hayata, at içinden şu sırrı, nefes al; sadece tek bir nefes, inan gerisi gelecek…
___________________________________
21 Eylül 2009
O GECE İLK
O sabah, gene uykusuzdu. Gece ikiyi biraz geçene kadar beklemişti adamın aramasını. Adam içince; geç saatte mutlaka arar, uzaklarda olmanın özlemini, “Kadın özledim seni, geleceğim ulan yanına, hadi uyu şimdi” diyerek dile getirirdi... Bilmezdi adam, kadın her uyanıştan sonra bir daha uykuya yatamaz, düşlere dalardı saatlerce... Sabah olurdu, kadın adamın uykusuz bıraktığı saatlerde hep adamı merak ederdi, sonunda dayanamaz çevirirdi tuşları, biraz ürkek, biraz da çekinerek... Adam bazen aramalara cevap verir, bazen de tüm gün ortadan kaybolurdu.
Kadın o sabah içindeki korkuyla uyandı güne. Kara kara bulutlar kaplamıştı gökyüzünü ve yağmur her an içindeki öfkeyi kusacak gibiydi. Zaten adam da aramamıştı gece. Belki erkenden yatıp uyumuştur diye düşündü; kötü bir şeyler olmadığını umarak.
İşlerini planlamak üzere masasının başına geçti. Laptop’unu açtı. Yoğun günlük programını gözden geçirdi; ötelenebileceklere yeni tarihler girdi, asistanına paslayabileceği işlere gerekli notları düştü... İşlerinin büyük bir kısmını asistanına bırakmış olmaktan huzursuzdu ama bu haftasonu çalışmak için uygun bir zaman değildi. Kalktı yerinden, mutfağa yöneldi, suyu kaynatırken aklına gelenleri tek tek uzaklaştırdı; her zamankinden daha koyu bir kahve yaptı. "Beklemek" dedi… "Beklemek neden boğar bir insanı bu kadar…" Cümlesi bittiğinde, telefonu çaldı.
Kadın : Kaç uçağı ile geliyorsun???
Adam : Her zaman ki gibi... 19:30 da havaalanında olurum canım.
Kadın: Bekliyor olacağım kapının diğer tarafında…
...
…
Yıllar sonra gene bir sabah uyandığında ki; bu sefer neden beklediğini bile bilmiyordu, bekliyordu kadın... Hayatında belirsizlik olduğunda, hayatı duracak kadar kontrollüydü ve hayat her seferinde kontrolün onun elinde olmayacağını ona öğretiyordu. Ama kadın inatla, her seferinde kontrol onda olsun diye onlarca soru soruyordu hayata; çoğu cevapsız kalan.
...
…
…
…
Araba kalabalığın içinden geçerken kadın maskesinin ardına gizleniyordu; ne de olsa O, başkaları için her zaman parlayan bir yıldızdı. Araba ineceği yere yanaştığında, dışarıdaki yağmuru fark etti ve bir de hala adamı beklediğini. Kapıyı açan koruması şemsiyeyi tuttu kadının güzelliği bozulmasın diye… Kadın ilk adımını attığında flaşlar da patlamaya başladı ardı ardına… Kadın en büyük korkusu ile yüzleşiyordu: Kırmızı halıda tek başına yürüyemeyecek kadar güçsüz hissediyordu kendini. Muhteşem yalnızlığının fotoğrafları çekiliyordu art arda… Kadın ağlıyordu gülümseyen maskesinin altında… "Bakar mısınız... Bakar mısınız" bağırışları arasında ilerlerken kapıya, flaşlardan farklı bir ışık gördü. Adam oradaydı, kalabalığın içinde: Gelmişti. Yanında değildi ama oradaydı işte; ve kadına uzatmıştı elini.. Kadın baktı adama... Gülümsedi. Son bir poz için kameralara döndüğünde... Maskesini fırlatıp attı.
Ve kadın, ilk defa o gece, kontrolü adama bıraktı; herşeye rağmen uyumak ve uyanmak istedi…
________________________________________________________________
20 Eylül 2009
BAŞIMDA BİR AĞRI: AĞIR MI AĞIR...
Tamam üstüme daha fazla gelme biliyorum ben davet ettim seni perşembe günü. Ama sence de ziyaretin kısa olanı yerinde olmaz mıydı? Kaç gün oldu; tamam, besliyorum seni kabul, sen de karın tokluğuna oturuyorsun başımın üstünde. Tek yaptığın yer değiştirmek. Öne arkaya sağa sola üste alta. Hayır anlamadığın şu; yaşamak zorunda olduğum bir hayatım var benim, yetiştirmek zorunda olduğum işlerim... Evi temizlemek gerek mesela, sen varken mümkün değil ki sevmiyorsun gürültüyü. Ders çalışmalıyım ama o da mümkün değil ne ışığı seviyorsun ne de odaklanmayı.
Sen huzursuzluk, rahatsızlık ve de sıkıntı veriyorsun bana. Başımı kaldıramaz oldum anlasana. Umrunda değil farkındayım, üstelik yüzsüz bir tavrın var son zamanlarda. Yoksa onca sözden sonra bir dakika duramaz, durulamaz ama söz konusu sen olunca hayretle bakıyor insan. Telaşlanmıyım diyorum kendi kendime, geldiği gibi gider; şu saat oldu, hala benimlesin ve korkarım yarın da gitmeyeceksin. Ama artık kızmaya başladım. Git artık. Gelme bir daha.
19 Eylül 2009
BAYRAM ŞEKERİM O BENİM... AMA...
18 Eylül 2009
ÖZLEMLERİMİZ AYNI
Aynı sabahlara uyanıyoruz seninle: Yıllardır hayalini kurduğumuz senli benli günlere... Bir sahil kasabasının son dönemecinde, ağaçlar içinde küçük ağaç bir ev: İçinden mutluluk taşıyor kendinden küçük pencerelerinden. Sen gözlerinle seviyorsun her sabah beni ve ben parmak uçlarımda öpüyorum tenini...
Çok zaman değil yarın kadar sonra gerçek olur mu dersin sabahlar, eskiden olduğu gibi saatler geçer gider de yetmez mi dersin hem sana hem bana...
Biliyorum hislerimiz aynı, aynı gün batımında oturup kuruyoruz geleceği ve geçmişin taşıdığı izleri gökyüzüne bırakan kuşların kanatlarında yükseliyor iç çekmeler. Sen bulutlara bakıyorsun, kurduğun her bir düşün gerçeklik halinin bende olduğuna şaşarak, ben ufka bakıyorum geçmişin düş kırıklıklarının bir tek parçasının bile sana sıçramamış haline inanmayarak...
Çok şey beklemiyoruz üstelik bu hayattan:
KURULMUŞ CÜMLELER / 8
17 Eylül 2009
YENİDEN / BAZEN
çığlığım kulaklarında lal olsun
ve bir gün ihtiyaç duyarsan diye penceremi açık tutacağım gelişine
ve ağlamayacağım gidişine
bilirim
ve
inanırım
bazen gitmek gerek
yazdım önce ve sonra BAZEN döküldü dilimden...
bazen kalmak
bazen bırakmak gerek
bazen sımsıkı sarılmak
bazen uzatmak elini
bazen çekmek
bazen bakmak gerek
bazen görmek
bazen her gitme bir parça içe dönüştür
bazen her kalış bir parça gitmektir kendinden
bazen sevgiyle kalır insan
bazen gözleri bulut bulut
üzülmedim desem yalan olur gidişine
ağlamadım desem inanmazsın sözlerime
bazen yalan söylemek gerek
bazen inanmak söylenene
bazen gitmek gerek kendinden
bazen kalmak kalanınla kendine
üzülmedim desem yalan olur gidişine
beni kendime bırakış şekline
ağlamadım desem inanmazsın sözlerime
bazen inanmak gerek söylenene
bazen sözler söylemek gerek gidenin ardından
bazen lal olup kalmak geride
16 Eylül 2009
BEKLEYENİN HALİYET-İ RUHİYESİ
gün geçmiyor
akıl
nedeni biliniyor
_____________________________
Fotoğraf / Duel© Annika Chef
ŞİRAZEYİ KAÇIRAN KİMDİ?
Bilirim şirazesi kaçanın keyfi kaçar ertesinde...
Sesinde gülücük kalmaz mesela...
Şirazeyi kaçırmış olmanın hüznü kaplar gözlerini...
Ama kaplamamıştı!
Kaplamayacaktı da...
Ve Sen;
Şirazeyi kaçıran sen miydin?
Yoksa; ... ?
İstersen bir daha sor bu soruyu kendine...
Cevabı bana söylemesen de olur,
Ama dürüst ol, en azından bu sefer kendine...
15 Eylül 2009
O VE O VE YAKAMOZ
Nice zaman sonra, kırık dökük kelimeleri tuttu O bir ucundan...
Muhtemelen O da...
Hangisi başladı bilmedi meyhanedekiler ama,
Yakamoz aşka geldi bir anda...
O baktı O'nun gözlerine...
_______________________________________
Fotoğraf / 1x.com
Şarkı Sözü: Selahattin Sarıkaya