Seninle büyüdüm ben
Seninle büyüsün isterim çocuklar
Cumhuriyeti bilsinler
Kitaplarda okutulduğu için değil
Yaşatıldığı için öğrensinler
Korkularına yenik düşen insanlar tanıdım ben. Korkularıyla yüzleşmek zorunda kalan… Hiç biri onun gibi bir gecede kaybetmedi gözlerini. Tarifsiz bir siyahlığı nasıl tarif edersiniz… İşte öyle tarif ederdi kardeşinin ölümünü.
Kadın yığıldı pazar yerine. Salıpazarı dediğin uçsuz bucaksız kalabalıklar diyarı. Bir su getirdi çocuğun biri koşar adım. Bir iç çamaşırı tezgâhında alışveriş yapan kadın okuyup üflemeye başladı. Bir hasır tabure üzerinde elinde bir plastik şişede su, ses çıkmadığında nasıl anlatılırsa bir ölüm, öyle anlattı kadın kendine bakan meraklı gözlere yirmisinde bir çocuğun zamansız ölümünü.
Çocuk gözlerinde, sarı bir çizgi… Ölümmüş meğer. Kimse bilmezdi, yakıştırmazdı doğduğunda öleceği günü. Çocuk ellerinde bir şişe. Camdan, büyük gelirdi eline, düşerdi tıngır mıngır diye gecenin kulak delen sessizliğine. Ürperirdi yer gök, ölüm kol gezerdi gözlerinde. Baygın kalırdı salonun orta yerinde bir koltuk tepesinde. Çocuk yüreğinde bir keder, kahırlı bir yetmişliğin geçmişini sırtlamış omuzları vardı biraz çökük. Gülümsemesi ten soğukluğunda bir buz kesiği…
Zaman kopması nedir bilir misin? Zaman koptuğunda havada asılı kalır kelimeler. Sahipsizdirler. Uçuşurlar, vızıltı gibi sesleri vardır. Baş ağrıtırlar. Hatırlanmazlar, unutulmazlar. Zaman kopması yaşayan insan anlattığını sanır bütün detayları. Ağladığıdır anlattıkları. Dövündüğü dizleridir. Kapandığı tezgâhtır, sarıldığı tanımadığıdır. Anlatır. Sarsıla sarsıla ölümü. Ölümün detayı varmış gibi. Bütün detaylarıyla sarsılır. Parça parça kopar teni, yapışır kaldırıma. Zaman kopmuştur, zamansızca. Gömer dökülmüş etlerini toprağa.
Donuk kelimeler gördüm ben. Ardı ardına sıralandığında yıllar süren cümleler yola koyulurdu, ardında çöllere benzer görüntüler kalırdı. Bir kum fırtınası her şeyi dağıtırdı. Bir ölüm nasıl anlatılırsa öyle anlatıyordu kardeşininkini işte. O sabah haberi ilk aldığında, yumruğuna yüklemişti ölümü. Parmakları kırılıncaya kadar vurmuştu duvarlara. Duvarlar kan ağlayınca kadar acımamıştı canı. Canı… Canı, hiç bu kadar acımamıştı. Kahrettiği bir yumruktu solu. Sol tarafına inmeler inse, tutulsa sol kolu... Kalkmasa bir daha...
Bir daha o kolunu hiç kullanmadı. Sadece o gün, sol elinde alçısı, taşıdı kardeşini sonsuza. Dönüp bana: Doğduğu günü hatırlıyor musun, dedi. Bu bir soru değildi. Doğduğu günü hatırlıyordum. Doğduğu gün bir abi olarak onun gözlerindeki ışığı gördüğüm için, bugün o gözlerin neden kör olduğunu biliyordum. Zaman kopmuştu gene, hiç olmadık bir anda, sözleri kor edercesine durmuştu hatta.
Arkamdan salladığın sol eline iyi bak sevgilim. Sıyırıp bütün kederlerimi, soyunup acılarımı, gözlerim kahvenin en güzeli, tenim pembe beyaz olduğunda, ben sana çırılçıplak geleceğim. Sen, sol elinle seveceksin beni sol yanımdan başlayarak. Sevgin, yüreğimi dağlayacak. Ağlayacağız. Biliyorum. Seni benle ağlayabileceğin için bu kadar deli seviyorum.
Gelişine...
Gidişine...
metroya binmiş, günün yorgunluğunu atmak üzere elime aldığım kitabı okuyordum. Kitaba öylesine dalmıştım ki biri erkek biri kız, 9-10 yaşalrındaki iki çocuğun bağıra çağıra söylediği gospel ile irkildim. Uzun süre babalarının onları susturmaları için dik dik baktım. Adam dalgındı, bense giderek öfkeleniyordum. Nasıl olur da bir baba çocuklarıyla ilgilenmezdi anlamıyordum. Sonunda dayanamayıp, biraz çocuklarınızla ilgilenir misiniz? Burada kitap okumaya çabalıyorum, dedim. Adam kafasını olabildiğince sakin ve yavaş kaldırdı. Başka bir alemden bakar gibiydi. Sesi neredeyse çıkmayacaktı, gözleri kan çanağıydı. Biz cenazeden geliyoruz. Çocuklar anneleriyle vedalaştıkları andan beri, bu şarkıyı söyleyip duruyorlar. Sanırım zamanla onlar da atlacak, dediğinde içimin titrediğini hissettim. Önyargım beni tokatlamıştı. Özür diledim. Çocuklarla birlikte bağıra çağıra o şarkıyı söyledim.
Ölü bir yılan gibi yatıyordu aramızda
Yorgun, kirli ve umutsuz geçmişim
Oysa bilmediğin birşey vardı sevgilim
Ben sende bütün aşklarımı temize çektim
İmrendiğin, öfkelendiğinTaksi geldiğinde, dakikalarca konuşmadan ve hatta göz kırpmadan duran adam ve kadın ve yağan, inadına sert sert, büyük büyük yağan yağmur ve neredeyse soğuk esen bir rüzgar, her şey, donduruldu zamanın akışında. Kadın taksiye bindi elinde notu. Adam baktı kadına, uğurladı onu bakışlarıyla, sigarasından bir nefes aldı, derin öyle derindi ki, taksi şöförü bile hissetti yüreğinde yer eden koru...
Kızdığın, ya da kıskandığın diyelim
Yani yaşamışlık sandığın
Geçmişim
Dile dökülmeyenin tenhalığında
Kaçırılan bakışlarda
Gündeliğin başıboş ayrıntılarında
Zaman zaman geri tepip duruyordu.
Ve elbet üzerinde durulmuyordu.
Sense kendini hala hayatımdaki herhangi biri sanıyordun,
Biraz daha fazla sevdiğim, biraz daha önem verdiğim.
Başlangıçta doğruydu belki.
Sıradan bir serüven, rastgele bir ilişki gibi başlayıp,
Günden güne hayatıma yayılan, varlığımı ele geçiren,
Büyüyüp kök salan bir aşka bedellendin.
Ve hala bilmiyordun sevgilim
Ben sende bütün aşklarımı temize çektim
Anladığındaysa yapacak tek şey kalmıştı sana
Bütün kazananlar gibi
Terk ettin.
Yüreğimin derinlerinde kapalı bir kutuArala da bak içeri, korkma…Ama bir iyice bak olur mu?Eğer görürsen bir tohumBir de hatta filizlendiyseGüneş sızmıştır içimeSen yüreğimi sevince (*)
Yine gece ve ben başbaşayım anılarla
Beyaz bir kuş öyle canlı yine düşlerimde
Hey yıllar yeninmedim size
Umutlarım yine aynı
Sessizlik geceyi sarsada
Her gün bir yarın var ya
Hey yıllar yeninmedim size
Rüyalarım yine aynı
Bir tutku yaşıyorum yine
Aynı telaş içinde
Bilmez kimse nasıl geldi geçti yalnızlıklar
Kolaymıydı silip atmak sanki korkuları
Hey yıllar yeninmedim size
Benim için bahar aynı
Aynı o ılık rüzgar yine
Esiyor ellerimde
Hey yıllar yenilmedim size
Hatalarım bile aynı
Hep aynı sevgiye hasretim
Duygularım hep aynı
Bilmez kimse nasıl zordu gülmek zaman zaman
Uçup gitti hayat yavaş yavaş avuçlarımdan
Hey yıllar yeninmedim size
Benim için bahar aynı
Aynı o ılık rüzgar yine
Esiyor ellerimde
Hey yıllar yenilmedim size
Hatalarım bile aynı
Hep aynı sevgiye hasretim
Duygularım hep aynı
Hey yıllar yenilmedim size
Hatalarım bile aynı
Hep aynı sevgiye hasretim
Duygularım hep aynı
Yine gece ve ben başbaşayım anılarla
Beyaz bir kuş öyle canlı yine düşlerimde
yağmur öylesine deli deli yağıyor ki, nereye çarptığı belli bile değil.cama çarpıyor, sonra mermere, sonra düşüyor yere.
yüksekten...
acıyor mu canı...
yağmurun, canı acır mı?
seni düşünüyorum, yanında kendimi.
içim ısınıyor.
zaten ne zaman seni düşümsem içim ısınıyor.
yüzümde bir gülümseme, ister istemez gelip kuruluyor.
yüreğimin baş köşesi senin.
gördüğüm iki kişinin konuşması.
duyduğum hep yürek sesi.
konuşuyoruz...
öyle ki, ne zaman nasıl başladığnın bir önemi olmadığı gibi,
ne zaman nasıl sonuçlanacağının da yok.
soba yanıyor, çıtırtısında paylaşılan bir kadeh shiraz'ın kırmızısı sarmış dört bir yanı
alev alev yanıyoruz
sarılmak
hiç ayrılmamak
bir adamın yüreğinde olmak
seni seviyorum dediğinde susmak
seviyorum diyememek
sevmemekten değil
korkmaktan
yüreğim üşümesin bir kez daha dersen
korkuyorsun dillendirmeye
yüreğinden geçip de
diline geleni, susuyorsun o noktada.
seni düşünüyorum
yanında kendimi
içim ısınıyor
yağmur deli deli yağıyor
pencereyi açıp bağır bağır bağırıyorum
seni seviyorum