Sabahlar yine kör karanlık. Kış geldi. Yataktan kalkar kalkmaz üzerine ince bir şeyler alma vakti. Işıkları yakmasan olmaz, öyle karanlık ki, göz gözü görmüyor. Yalnızsın çünkü. Sessizlik öyle derin ki, uyanmadın bile sanabilirsin. Tek başınalık, fena birşey. İçinde bir ritmle uyanıyorsun, kafanda sözlerini bilmediğin bir şarkı eşlik ediyor sana. Aynadaki aksine günaydın diyorsun, başka kime ne diyebileceksin ki, tut ki dedin, cevap gelir mi sanırsın. Duş alırken bile aklında akıp gidiyor şarkı, vaktin var, öyle erken kalkmışsın ki, e kapına dizilen de yok, hadi hadi diye. Yıka yalnızlığını yıkayabildiğin kadar. Duştan çıkarken hâlâ kıpır kıpırsın. Sessizlik ıssız bir çölde yürüyen adımlarını büyütüyor. Giyinme odasına geldiğinde açılan dolap kapılarıyla selamlıyorsun üzerine giyeceğin bir kat daha yalnızlığını.
Hayat herşeye rağmen güzel. Sadece sana ait bir sessizliğin koridorlarında yürümek de öyle. Saat ilerlese de karanlık durduğu yerde duruyor inatla, yalnızlığın da... Mutfağa girip bir kahve hazırlamak için uzanıyorsun ısıtıcıya. Mutfak her odadan daha soğuk sanki, kahvaltı etmek falan gelmiyor içinden. Bir kahve yeter de artar tek başınalığına. Eve dönüp şöyle bir bakıyorsun geride bıraktığına, koca boşluğa hoşçakal diyorsun kapıdan çıkarken, kendine iyi bak ben dönünceye kadar diyorsun arasıra. Kalabalığına karışacağın sokağa çıkarken, akşam dönüşünü düşünmüyorsun. Evi kendi haline bırakıp çıkıyorsun yanına bir tek kendini alıyorsun.
İçindeki kıpır kıpırlık yavaş yavaş siniyor, okula giden çocukları görünce ya da eşini uğurlayanları, balkondan bakan yaşlı ninelere el sallamak geliyor o anda içinden. Giderek daha da yalnızlaşıyorsun. Akşama kadar iş, güç derken, o koşuşturmanın içinde yalnızlığını unutup, akşam eve gelmeden önce uğranan barda da stresini bırakıyorsun. Eve bazen koşarak, bazen yılgın, bazen nasıl gittiğini bile bilmiyorsun. Ev sabah bıraktığın gibi karanlık, o koca boşluğunu dolduracak seni bekliyor hasretle. Oysa bütün evlerde ışıklar yanmış birer ikişer. Zillere basıyor birileri, birileri kim o diyor. Evlerin boşluğu doluyor yavaş yavaş. Sesler yükseliyor yer yer. Yemek hazırrrrr... Banyodan çıkmadın mı sen... Vakti mi şimdi oje sürmenin...
Sen sadece sana ait olan anahtarını çıkartıp kapıyı açıyorsun. Merdivenleri bazen çok isteyerek bazen neşeyle bazense kederle ağır ağır ya da koşar adım çıkıyorsun. Paspasın üzerindeyken, zili çalmak istiyorsun. Anahtarınla kapıyı açtığında içeride ışık olsun istiyorsun. Sana bir hoşgeldin diyecek sesi içinde duyuyorsun. Ocakta pişen çorbanın kokusu ısıtsın üşümüş yüreğini istiyorsun. Yan kapıdan afacan çocuk kafasını uzatıp da annesi; kapa o kapıyı, gir içeri üşüyeceksin dediğinde, gülümsüyorsun: bazen keşkelerle, bazen iyikilerle içeri giriyorsun, elinde kolunda ne varsa sağa sola bırakıyorsun. Elini yüzünü yıkayıp mutfağa dalıyorsun. Dolabı açıp ne pişirsem diye düşünürken bir de bakıyorsun ki, evde ekmek bile kalmamış.
Köşe bakkala giderken, ışığı özellikle açık bırakıyorsun. Televizyonu da... Yanan ışığınla ve televizyondan gelen seslerle çoğaltığın yalnızlığına adım adım yaklaşırken, elindeki anahtara bakıyorsun, bir anahtarın olduğu için mutlu olsan da çoğu zaman, bir kapıyı açanı olmalı insanın biliyorsun.
(*) Bu yazı, anahtarı olmalı insanın yazısını yazan o küçük kıza yazılmıştır. Bir anahtarı olmalı insanın, bir de kapıyı açacak insanı diye düşündüğüm için.