09 Temmuz 2010

Aşka Dair - 3

Dinleyiciler sabırsız, anlatıcı az önceki hikayenin ağırlığından sıyrılmış ama temkinli... Beklentisi yüksek dinleyici, ikinci anlatacağı hikayeyi kısa ve heyecansız bulabilir miydi? Ne de olsa, dinleyicinin kıyaslayacağı, on yıl ile on gündü. Anlatıcı, derin bir nefes aldı, dinleyiciler de biralarından birer büyük yudum. Anlatıcı başladı söze: Uzaklıklar da aşka dair. Gözlerine bir gülümseme yayıldı. Parladı cildi, canlandı sesi. İkinci hikaye sözlerden başlayacak ve gözlerde bitecekti. Sesi, fısıltının bir ton üzerindeydi...

"o trende diyor... karşılaşmasaydık diyor... diyor... diyor!.. iki damla yaş yerinde duramıyor ... eski kente bir kaçış, bir hayata dokunuyor... bir hayat hayata akıyor, on evvel zaman önce..."

Bu cümlelerle bitirmişti yazısını, ilk kez o yazısından sonra döküldü kelimelerim, akıp gitti o gece zaman. Saatler saatleri kovaladı. Bıraktığı izleri rastgele okuyordum ve kendimi kaçınılmaz bir biçimde ona yakın hissediyordum. Nasıl da hayranlıkla tanıma isteği doğdu içimde. Adam belki ki, bir aile babası, sevecen, samimi ve yürekli... Onun da dediği gibi, bir hayat belli ki, bir hayata akıyordu, orada, o anda, o kelimelerle... Zamanı şimdiydi.

Anlatıcı bir ara, biliyorsunuz değil mi, bir adamın çocuklarını büyütmesi ne değerlidir, dedi. Biri; iki çocuk sahibiydi ve hala evdeydi, diğerinin ise tek çocuğu vardı ve babası oğlunu yılda bir kez görüyordu - o da hepi topu 10 gün- çocuk olduktan iki yıl sonra boşanmışlardı.  Zaten çocuk büyüdükçe de, bu konuda artık kendi kararını kendi almak istiyor ve babasını görmeyi reddediyordu.   Kadınlar, kendi dünyalarına dönüp, derin soluklar aldılar. Anlatıcı onlara bir süre izin verdi. Biralardan birer yudum daha alındı, derinleşen sessizliği bozan,  böyle bir baba özlemini başları ile onaylayan kadınlardan biri oldu. Sen böyle anlatınca, böyle bir adamın varlığına inanmaya yüreğimi yeşertiyorsun biliyor musun, dedi. Anlatıcı, kadının omzuna dokundu, o elin yüreğe kadar gideceğini biliyordu. Bir damla gözyaşı olup aktı duygu. Masa sustu. Üstelik anlatıcı, adamın iyi bir sevgili olacağına dair bir öngörüsünü de bir kaç alıntı ile onlara da aktarmayı başarmıştı. Bu durum, masadaki herkesin "böyle bir adam var mıdır" sorusunun cevabını aramasına sebep olmuştu.

Sonra... Sonrası bir mucize gibiydi.

Anlatıcı, anlatmıyor, yaşıyor gibiydi. Söylediği her bir kelime, kanatlanıp kelebek oluyordu, uçuç böceği, sonra bir ortanca, bir gelincik, bir çocuk sesi, bir şarkı... Her bir kelime, bildiğin yaşıyordu, öyle yoğun, öyle duyguluydu.




Aralarında, ritmi sürekli gelişen diyalogları tek tek anlatırken, aklına bir geceleri geldi, biraz muzip biraz oyun biraz gerçek biraz düş bir an.

gecenin bu saatinde şarap olmak istedim ya da notaları elle çalınan bir şarkı...
karar veremedim...
hangisinin izi daha kalıcı olur bilemedim :)
damaktaki tat mı, kulaktaki ses mi daha derindir acaba?

Kadınlar; eee...  ne cevap verdi, diye heyecanla sordular, gözlerindeki soru işaretlerinin ucu, anlatıcının yüreğine kadar değdi. Anlatıcının yüzünde bir gülümseme, nasıl da keyifli; durdurdu zamanı o karede. O geceye gitti. O duygulara, o duyguların saflığına, içtenliğine, çıkarsızlığına, beklentisizliğine... Bir an'ın kendilerinde yarattığı duyguları paylaşmanın ötesine geçmeyen o saatlere, kelimelere... Açtı yürek kapılarını, içinde ne varsa aksın istedi o gece.




Yazılmaya devam ediyor...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

An'a kazınandır senden bana kalan...
ANLAMLIDIR...

Teşekkür ederim sımsıcak yürekten bir tebessümle...