Bir Eylül akşamı bağlanıyordu ekimin gündüzüne; telaşsızdı ve belki de farkında bile değildi az sonrasının. Bir Eylül akşamı bilmiyordu artık zamanının geçtiğini, aslında eskiyip, çoktan geçmişe dair bir özleme dönüşeceğini bilmiyordu evet, ve fakat aslında daha da önemlisi, farkında bile değildi.
Bir zamanlar benim senin sözcüklerinde olduğum gibi... Yüreğinde attığım, sevginle akıp giden ömrüme aşkla baktığım gibi... O eylül akşamı, sanıyordu ki; akşam hep olacak. Evet, akşam hep olacak. Ama eylül yerini ekime bırakacak, bir süre. Bir süre akşamlar hep ekimin olacak. Sonra... sonrası bildiğin mevsim dönümleri, mevsim normalleri, mevsimin renkleri...
Hayat senden sonra da devam ediyor, evet, hep edecek. Ama sözcüklerin yerini bir soğuk boşluğa bırakacak, bir süre. Oysa, sözcüklerindi yalnız gecelerimin arkadaşı: açıp açıp okuduğum duygulanmalarındı, durup durup içine düştüğüm yarandı: okşadığım, pamuklara sarıp sakmaladığım, iyileşsin diye gözüne baktığım, yüreğindi en çok da... Olmadı, sevgimin gücü yetersiz kaldı.
Kırmızı bir ışıkla durdum hayatımın bir yerinde, görmek istedim, yol nerde? Yol yoktu geldiğim noktadan ileriye. Yeşile dönünce ışık beklemediğim bir zamanda, ürkek bir sıçan gibi koştum oradan oraya. Bir çıkmaz sokak gördüm, sığındım aklıma gelen düşünceler dağılsın diye kırık bir ahşap kapının ahşap sundurmasının insafına. Damlalar düşüyordu omuzlarıma, aşk kadar güzel, hayat gibi ağırdı dokunuşları; düş gibi naif, gerçek kadar sertti kabukları. Borusu çatlamış bir giderden sızan yağmur sularında ıslandı anılarım. Islandıkça, düşünceler bir bir dikilip de karşıma dönüşünce karanlığın ıssızlığında; eli tabancalı, yüzü maskeli yürek soyguncularına, bir bir bıraktım yüreğimin sevgilerini kaldırım taşlarına. Sözcüklerinsiz bırakılmış yüreğimin sevgisi ne işe yarayacaktı ki zaten. Yüreğimi de kaldırıp attım kapağı turuncu plastikten bir galvaniz çöp kutusuna. Ardıma bile bakmadım, az önceki ışığın olduğu köşeye koştum. Bir sokak lambasının camının içinde biriken kirden, ölü uçan böceklerden ne kadar sızabiliyorsa ışık, işte o kadar aydınlatıyordu önümü. Ardımdaki sesleri, adımlarımdan düşen damlaların çıkartabilmesi mümkün değildi, bin atlı koşuyordu peşimden. Bin atlı koşup da geçiyordu korkularımın içinden. Ana caddaye bağlayan sokağın köşe ışığında bekledim bir süre daha korka korka. Yeşile dönünce ışık, adımı sayıkladı bir baykuş çatıların üzerinden. Bir guguk kuşu haber verdi şehrin çıkışındaki dağlarda göz göz olmuş mağaralarda saklanmakta olan yarasalara. Karıştı göğüm, karanlık ve sisli bulut perdelerinin arasında dolunayımın yarısını kaybettim. Adımı sayıklayan ışığın içinden süzülüp, ıslanmış ve koyulaşmış cılız bedenimin üzerinden süzülürken ayların acı suyu, ben küçük tırnaklarımı vura vura asfaltın karalığına, ıslanmışlığına ve kokuşmuşluğuna, koştum yorulmamacasına.
Eve kadar koşmuşum. Yorulmuşum. Soluksuz kalmış bir bedenin bezginliğinde zorlanarak açmışım kapımı. Kapının ardında soğuk yokluğun karşılamış beni karanlıklar içinde. Biliyorum bu uzunca bir süre böyle olacak. Uzunca bir süre beni soğuk yokluğun karşılayacak, üşüyeceğim kış gecelerinde, üzerine kar yağmış turuncu anılar geçecek penceremden. Dönüp bakacağım, durup izleyeceğim. Biliyorum ağlayacağım yine kendi kendime. Sonra, cılız bedenimi güçlendirecek odunların çıtırtısı ve ısıtacak alevleri üşüyen iliklerimi, mumlar yakacağım irili ufaklı her bir yere koyacağım onları; yerlere, pencere içlerine, sehpaların üzerine; palazlanan tüylerimin koyu kahve bir inci gibi parlayışını görebileyim diye... Sonra... sonrası bildiğin yürek dönümleri, yürek normalleri, yüreğimin renkleri.
Bir Eylül akşamı bağlanıyordu ekimin gündüzüne; telaşsızdı ve belki de farkında bile değildi az sonrasının. Bir Eylül akşamı bilmiyordu artık zamanının geçtiğini, aslında eskiyip, çoktan geçmişe dair bir özleme dönüşeceğini bilmiyordu evet, ve fakat aslında daha da önemlisi, farkında bile değildi. İşte böyle bir akşamda yazdım ben sana içimden geçenleri, yüreğimi delip geçenleri...
Fotoğraf / deviantart
Kırmızı bir ışıkla durdum hayatımın bir yerinde, görmek istedim, yol nerde? Yol yoktu geldiğim noktadan ileriye. Yeşile dönünce ışık beklemediğim bir zamanda, ürkek bir sıçan gibi koştum oradan oraya. Bir çıkmaz sokak gördüm, sığındım aklıma gelen düşünceler dağılsın diye kırık bir ahşap kapının ahşap sundurmasının insafına. Damlalar düşüyordu omuzlarıma, aşk kadar güzel, hayat gibi ağırdı dokunuşları; düş gibi naif, gerçek kadar sertti kabukları. Borusu çatlamış bir giderden sızan yağmur sularında ıslandı anılarım. Islandıkça, düşünceler bir bir dikilip de karşıma dönüşünce karanlığın ıssızlığında; eli tabancalı, yüzü maskeli yürek soyguncularına, bir bir bıraktım yüreğimin sevgilerini kaldırım taşlarına. Sözcüklerinsiz bırakılmış yüreğimin sevgisi ne işe yarayacaktı ki zaten. Yüreğimi de kaldırıp attım kapağı turuncu plastikten bir galvaniz çöp kutusuna. Ardıma bile bakmadım, az önceki ışığın olduğu köşeye koştum. Bir sokak lambasının camının içinde biriken kirden, ölü uçan böceklerden ne kadar sızabiliyorsa ışık, işte o kadar aydınlatıyordu önümü. Ardımdaki sesleri, adımlarımdan düşen damlaların çıkartabilmesi mümkün değildi, bin atlı koşuyordu peşimden. Bin atlı koşup da geçiyordu korkularımın içinden. Ana caddaye bağlayan sokağın köşe ışığında bekledim bir süre daha korka korka. Yeşile dönünce ışık, adımı sayıkladı bir baykuş çatıların üzerinden. Bir guguk kuşu haber verdi şehrin çıkışındaki dağlarda göz göz olmuş mağaralarda saklanmakta olan yarasalara. Karıştı göğüm, karanlık ve sisli bulut perdelerinin arasında dolunayımın yarısını kaybettim. Adımı sayıklayan ışığın içinden süzülüp, ıslanmış ve koyulaşmış cılız bedenimin üzerinden süzülürken ayların acı suyu, ben küçük tırnaklarımı vura vura asfaltın karalığına, ıslanmışlığına ve kokuşmuşluğuna, koştum yorulmamacasına.
Eve kadar koşmuşum. Yorulmuşum. Soluksuz kalmış bir bedenin bezginliğinde zorlanarak açmışım kapımı. Kapının ardında soğuk yokluğun karşılamış beni karanlıklar içinde. Biliyorum bu uzunca bir süre böyle olacak. Uzunca bir süre beni soğuk yokluğun karşılayacak, üşüyeceğim kış gecelerinde, üzerine kar yağmış turuncu anılar geçecek penceremden. Dönüp bakacağım, durup izleyeceğim. Biliyorum ağlayacağım yine kendi kendime. Sonra, cılız bedenimi güçlendirecek odunların çıtırtısı ve ısıtacak alevleri üşüyen iliklerimi, mumlar yakacağım irili ufaklı her bir yere koyacağım onları; yerlere, pencere içlerine, sehpaların üzerine; palazlanan tüylerimin koyu kahve bir inci gibi parlayışını görebileyim diye... Sonra... sonrası bildiğin yürek dönümleri, yürek normalleri, yüreğimin renkleri.
Bir Eylül akşamı bağlanıyordu ekimin gündüzüne; telaşsızdı ve belki de farkında bile değildi az sonrasının. Bir Eylül akşamı bilmiyordu artık zamanının geçtiğini, aslında eskiyip, çoktan geçmişe dair bir özleme dönüşeceğini bilmiyordu evet, ve fakat aslında daha da önemlisi, farkında bile değildi. İşte böyle bir akşamda yazdım ben sana içimden geçenleri, yüreğimi delip geçenleri...
Hoşçakal sevgili...
Fotoğraf / deviantart
Hani aşk mümkündü hala onca karanlığa inat ,hani i,çimizde ki çocuk avutacaktı yaralamızla birlikte yüreğimizi..Şimdi hoşçakal demenin mevsimi değil ki daha var daha çok var ..
YanıtlaSilmerhabalar..
YanıtlaSilne güzel bir ekim'e bağlayış..
Sen istedigin kadar hoscakal sevgili yaz mektuplarin sonlarina, Sevgili asla gitmeyecek :)
YanıtlaSilve bazen bütün mevsimler, aylar eylüldür.insan hiç birsınırdan geçemeyen pasaportsuz bir mülteci olarak yaşar,yaşar, yaşar.. devirir günleri ve nihayetinde kalbinin böceği sustuğunda, o tek bir anda geri döner topraklarına.
YanıtlaSilyaşam... biliyormusun, sular sınırları pasaportsuz geçer ve bütün sular eylülde soğur. inattır eylül adını değiştirmekle kurtulamazsın ama dilerim su ol ve aş bütün sınırları...
eylül bitti ya içim cız etti sanki yeni bulunmuş bir sevgiliyi yolcular gibi. ama kasımın gelişini bekliyorum sevinçle ekimle sorunlu olduğumu bilmiyodum onu da yeni anladım :)
YanıtlaSilmümkün ki ateşim böceği, ama bu karanlığa mektuplar serisi... aşkın aydınlığa ihtiyacı var, sızsa bile bir ışığa... hoşçakal demek, beklemektir aslında. hala bir umutla beklemek.
YanıtlaSilöperim güzel yüreğini.
merhabalar cecil, hoşgeldin.
YanıtlaSilteşekkür ederim.
farkındayım uma, her geçen gün biraz daha farkında. gitmesin zaten, hep yüreğimde, bende olsun. güzel yürekli güzel kadın.
YanıtlaSilve bazen dışındaki hayatın mevsimi değil de, içinin mevsimi belirler ayların zamanını. için hüzünse, dışında güneş açsa da dökülür yaprakların... dilerim, su gibi olsun hayat. akıp gitsin içimize.
YanıtlaSilps. iyiyim merak etme. çok iyiyim. içimin hüzün kokuları havaya karışıyor sadece. yüreğine iyi bak. çok teşekkür ederim.
ekimle sorunun mu var, ah pillim, kimin aylarla, günlerle, saatllerle sorunu olur ki zaten koçlardan başka. yüreğince olsun bekleyişin. kasım elinde kır çiçekleri kapında beklesin.
YanıtlaSilöperim.
yazamadım bir eylül yazısı hoş yazsam da senin yazdığının yanından geçemezdi :) harikaydı.
YanıtlaSile be stuvenim nedne öyle diyorsun, belli mi olur, yazı akışkandır belki geçip de giderdi. öperim...
YanıtlaSilben bu koçluktan istifa etsem Evrencim olmaz mı ? başıma iş açacak valla :))
YanıtlaSilkasım evet evet, çiçekler olsun olmadı ota bile razıyım :DD
öperim ben de
mümkün olsa ilk sırada ben varım be pillim. yetti gayri 40 yaşına geldim, bir baltaya sap olamadım. bir danayı güdemedim aşk yolunda :)))
YanıtlaSilo danalar inatçı valla bak suç bizde diil :))
YanıtlaSil