30 Ağustos 2009

KARANLIK KORİDOR - 3


ÖNCESİ

Mart 1997, İstanbul
Uzaklaşırken oradan bir kadın geliyor, iki elinde birer çocuk; yetmiyormuş gibi bir diğeri sırtına bağlı. Üstleri başları kir, pas içinde. Açlar, bakışlarından belli. En küçüğü bir deri bir kemik, diğerlerinin gözlerinin feri gitmiş. Yaşam diyorum, bari onlara dönse gülen yüzünü. Ama nafile... İçimde sızı yürüyorum ışığı görebilme ümidiyle...

Derginin son sayısının baskısına girmek için 4 gün kalmış olmasına rağmen henüz benim yazım hazır değildi. Hatta konum bile... Sıkıntı ile kıvranırken çalışma masamda, televizyondaki bir alt yazı ve görüntü dikkatimi çekti...

5 çocuğu ile sokaklarda yaşayan kadına Cemevi sahip çıktı...

Çatısı olmayan, bir duvarı yıkık, ve hatta bir yanı teneke ile kaplı bir yer... İçinde 5 çocuk, bir anne, 3 köpek... Yağmur yağıyor; köpekler, kadın ve çocukların etrafını sarmış, hepsi birbirine sığınmış...

İçim cız etti. Yağmuru sıcak evinde oturup seyretmeyi seven ben, kapattım bütün perdeleri, söndürdüm mumları... İçimde bir sızı, yattım yatağıma. Hayatın telaşında akıp gitti sonraki günler. Gecelerden bir gece, rüyalardan bir rüya:

Kadın benim, uzanmışım toprağa; etrafımda ben diyim 5, sen de 10 tane çocuk, çocukların çığlık çığlık olmuş gözyaşları düşüyor alnıma ve bir köpek bakıyor baygın bakışlarıyla. Bir kuş gelip konuyor başıma, gagası ile delecek gibi başımı, vuruyor da vuruyor... Acısıyla açıyorum gözlerimi.

...

Hastanede buluştuğumuzda ışıl ışıl gözleri şaşırttı beni biliyor musun? Henüz 25'inde olsa da hayat pek bonkör davranmıştı attığı tokatlarla... Bizim Arzu'yu biliyorsun, onun ayarladığı doktora gösterecektik henüz 8 aylık Mert'i. Velet öyle sevimli ki; bir de yaygaracı; elime aldığım gibi basıyor çığlığı... Annesi altına etti de diyor. Altını değiştirmek istiyor doktora görünmeden önce. Örme yünden yamalı pantalonunu ben çıkarttım. Altı silme yara olmuş belli. Ayşe, çantasından çıkarttığı, uzun kollu, lekeli, beyaz bir penyeyi yaydı masanın üstüne. Şaşkınlıkla onun bebeği yatırmak için bir örtü görevi göreceğini düşünürken, o bebeğin altından çıkarttığı gibi başka bir tişörtü, bebeği az önce özenle yaydığı diğerine yatırıverdi. Ve büyük bir ustalıkla onu alt bezi yapıp tişörtün kollarını da bağladı ve bir fiyonk yapıp, bebeğe tekrar örgü pantalonunu giydirdi. Öptü ve tertemiz oldu diyerek bana uzattı. Biliyorsun bebek özlemimi... Her çocuk güzel bana, hele de böylesi...
...
Eczacı aldığımız ilacı nasıl kullanmamız gerektiğini anlattı. Bir paket bez almak istediğimde, Ayşe kolumu tutup kulağıma usulca, "ona vereceğin paraya, çocuklara süt alsan" derken sesi öyle zar zor çıkıyordu ki, bir an anlamadım. Toparlanıp gözlerine baktım, gülümsedim, onu da halleriz dedim. Garip bir bağ oluşuyordu aramızda hissediyordum.

Günlerim, gecelerim, onlarla geçiyordu. İş, ev, Gökhan; hiçbir şey umurumda değildi. Bir gün Ayşeyle pazara; çocuklara ve ona birşeyler almaya gittik. Bir çanta aldım ona, görsen bir poşeti el çantası yapmıştı kendisine. Kaybedersin, buna koy deyip uzattım, nasıl mutlu oldu; nasıl ışıl ışıl gözleri... Sanki o anda O kadın değil acıları içinde yaşama tutunan da bir kız çocuğu yeni yetme...

...

Hikayenin sonunu bağlayacağım gün, çocuklar yoktu aramızda. Dikkatimi çekti Ayşe'nin değsen ağlayacak hali. Konuşuyoruz bir gün önce kaldığımız yerden ama O, o anda benle değil. Bakışlar donuk, dalgın. Hırpalandı diyorum kendi kendime. Bütün hikayeye baştan başladı düşünsene, 15 yaşında tecavüz, tecavüz eden adamla zorla evlendirilme, dayak, çocuk üstüne çocuk, açlık, sefalet... Ve ben acımasızca tüm detayları tekrar tekrar yaşatıyordum ona, bir haber uğruna ve kendimi kandırıyordum aldığım üç beş yiyecek ve giyecekle...

O gün neden doğurdun 5 tane diye sordum.
Ben mi istedim abla... Adam içip içip gelir döverdi beni sonra da tecavüz edip giderdi. Bilmezdim bile ne oldu, nasıl oldu. Uyanıp da kendime gelince anlardım. Mahalleden bir teyze acıdı da götürdü beni sağlık ocağına. Bir şey taktılar bari bir daha hamile kalmayayım diye. 3 gece sonra sarhoş geldi benim adam, zar zor bulduğum tek göz eve. Dövdü gene beni odunla. Sabah uyandığımda kanlar içindeydim. Bizim Cem o zaman 7 yaşında, koşmuş çağırmış ablayı, hastaneye zor yetiştirmişler beni. Çıkarttılar o şeyi içimden. Parçalanmış içim, odunla mı yaptı beni, naptı bilinmez... Çok kan kaybetmişim. Doktor ölümden döndün dediydi o zamanlar diye anlatırken ben sadece not alıyordum.

Sessiz kaldık ikimizde bir süre. Çantasını elinden hiç bırakmıyordu o gün nedense, nasıl sıkı sıkıya tutunmak saplarına... Koysana kenara dedim.

Abla senden bir şey rica edecem... Bana akıl ver... Devletin bir kurumundan geldiler. Bu kağıdı verdiler dedi ve ağlamaya başladı. Sakin ol bir diyorum, okuyayım, anlayayım diyorum yok. Susmak bilmiyor, hıçkırıklar içinde, yok yok diyor bu adres, eğer karar verirsem, bu adrese gideceğim yarın...

Ne ki bu diyorum... Abla büyük oğlanla da konuştum, henüz 9 yaşında ama biliyorsun o bakıyor hepimize, ayakkabı boyuyor bir de bakkala çıraklık yapıyor. Çabuk büyüdü. Okutabilsem büyük adam olurdu. Aldım karşıma, önce ona danıştım. Sağolsun Cemevindekiler şimdilik bakıyor bize ama nereye kadar. Bu dünkü adamlar, devletin adamlarıymış. Eğer istersem iki çocuğuma yer bulabilirlermiş. Onları okutup, bakarlarmış abla. Benim büyük oğlan; küçükler senle kalsın, onların sana ihtiyacı var dedi, kız da olmaz oralar da kimdir nedir güvemeyiz ama ben erkeğim, Ahmet'te büyüdü artık, bizi ver... Ben nasıl veririm abla, söyle nasıl ayırırım çocuklarımı birbirinden. Abla söyle... Söyle bana sen olsan hangisini verirsin şimdi bu adamlara diye haykırıyordu adeta...

O anda, bir tokat gibi patladı kelimeler, olaylar, ben, hayat, Gökhan, evliliğimiz, işim, herşey gözümün önünden geçiyordu, donup kalmıştım bu çaresizlik karşısında... Sanki, elimdeki bardak düştü, cam kırıkları üzerinde yürüdüm bir süre; yüreğimin acısı hafiflesin diye...

...
Ertesi gün hala kurtulamamıştım o ruh halinden, editörümü arayıp, toplantı istedim, yarın dedi. Olmaz dedim - biliyordum o bitmiş hikayeyi teslim edeceğimi sanıyordu - kabul etti, öğleden sonra yanına gittim. Görüşme sonunda kavga dövüş, küfür zor ayırdılar bizi birbirimizden. Hikayeyi yazmayı reddediyorum diye beni istifaya zorladı. Beni bilirsin bastım istifayı çıktım gittim o gün dergiden. Gökhan'la birbirimize girdik. Bu kadar insanlık, hassasiyet doyursun bakalım şimdi karnını dedi. Kapıyı kapatıp evden de çıktım. Annemde kaldım bir süre. Komada gibiydim olanlar karşısında. Hayata öyle öfkeliydim ki...

- O aileye ne oldu, Ayşe'ye, Cem'e, Ahmet'e Mert'e, Gönül'e, Gül'e...

Günler sonra yardım aldıkları Cemevine gittiğimde, benim onu gördüğüm günün ertesi, Ayşe'nin çocuklarını da alıp gittiğini söylediler. Bir daha da ne gördüm ne haber aldım kendilerinden...

- Kızacaksın belki ama, keşke yazsa mıydın, belki kurtarırdın hem kendini hem onları...

Sen de mi Cihan! Sen de mi bir çaresizliği pazarlamayı kurtuluş olarak görüyorsun artık...

_____________________________________ Devam Etti...

Fotoğraf / Five children© Bror Johansson

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

An'a kazınandır senden bana kalan...
ANLAMLIDIR...

Teşekkür ederim sımsıcak yürekten bir tebessümle...