Yağmurlu günlerden birinde; Sıla ve hocası, hocanın evindeki çalışma odasında, kalın, ahşaptan 12 kişilik bir masanın üzerine yayılmış; yılın en önemli uluslararası kongresinde sunacakları makaleye ilişkin litaratürü tarıyorken, telefon çaldı. Telefonu açmak konusunda tereddüt eden Kasım Hoca, Sıla'ya baktı. Sıla nedense odadan çıkması gerektiği hissine kapıldı. Yaklaşık 12 yıldır birlikte çalıştığı hocasını hiç bu kadar tedirgin görmemişti. Kasım Hoca'nın sesi koridordan bile duyuluyordu; gergindi, mutsuzdu ve endişeliydi... Konuşmanın sonlarına doğru duyulur duyulmaz bir sesle "sevmiştim"i duyan Sıla bunun bir gönül işi olduğundan emin oldu. Hocasının bir sevgilisi, kız arkadaşı, aşığı... Nesiydi sahi ve niye bilmiyordu ki bunca zamandır? Eşinden boşandığını biliyordu, hiç görüşmediklerini de, hiç çocukları olmadığını da... Sadece limonlu dondurma yediğini, filtre kahvesiz güne başlamadığını, zeytinyağlı yemeklerden kerevizi, çorbalardan kremalı mantarı sevdiğini biliyordu da, bir kadından bahsedildiğini ya da daha önce konuşulduğunu hiç hatırlamıyordu. Mutfakta meyva tabağı hazırlarken, hafızasını zorladı... Bu bilgiye zemin oluşturabilecek herhangi bir tanıklığı da olmamıştı. Okul yıllarına uzanınca akıl, yüreğini harekete geçirdi. Nasıl da aşık olmuştu hocasına, onun o hayatı dolu dolu yaşamışlığına, birikimlerine, saygınlığına... Ne çok hayal etmişki kendisini, bir kongrenin bitiş kokteyline beraber gidişlerinde hocasının kolundaydı ve herkesin ona hayranlıkla ve kıskançlıkla bakışlarına tebessüm edişini ne çok çalışmıştı aynada... Hocasının sesi ile irkildi.
Çalışma odasına döndüğünde artık 60larına merdiven dayamış olan adamın yorgun yüzü ile karşılaştı. Koltuğa uzanmış, yere kadar olan camından Tarabya sırtlarına uzanan ufka bakıyordu, güneş batışının o muhteşemliğine her seferinde hayran olduğunu söyledi, fısıldar gibi... Sıla biliyorum hocam dedi, ilk kez denk geldiğimde günlerce etkisinden çıkamamıştım. Kasım Hoca, bu günlük yeter Sıla dedi, çalışmaya ara verelim, akşama kal istersen, Ayşe yemek için bir şeyler ayarlamıştır, beraber yeriz, tabi eğer programın yoksa.
Ayşe evin kadını gibiydi... Kasım Hoca eşinden boşandığından beri haftaarası 3 gün gelir; evi çekip çevirir, alışveriş yapar bir de yemek pişrirdi. Sıla'yı da pek severdi. Genç kızlığında evin hanımı bulmuştu Ayşe'yi. Boşandıklarında, öksüz çocuk gibi ortada kalacağını düşünmüş özellikle de Kasım Hoca'nın eşi, aile dostları Frencesco ile evlenip, Livorno'ya yerleşince... Ama öyle olmamıştı: Kasım Hoca Ayşe'ye sahip çıkmış, düğününü yapmış, eşine üniversitede iş bulmuş ve böylece kendi yalnızlığına aile kılmıştı Ayşe'nin ailesini...
Salondaki şöminenin karşısına kurulan Sıla ve Kasım Hoca, bir yandan Ayşe'nin harika şeftalili tavuğunu yerken, her zaman ki gibi iş konuşuyor, akademianın dedikodusunu yapıyor ve çok eğleniyorlardı ve tabi bunda 2000 rekoltesi Chianti Classico Riserva'larını yudumluyor olmalarının payı büyüktü.
Kapının alacaklı gibi çalınmasından duydukları şaşkınlığı üzerlerinden atınca, kapıya koşan Sıla oldu. Kapıyı açması ile donup kalması da bir olmuştu... Kasım Hoca'nın kimmişine ses veren, Sinan'dı.
_________________________________ Devam Edecek...
Hikayemiz Kasım hoca, Sıla, Ayşe veeee Sinan devamı ne zaman?
YanıtlaSilMerakla bekliyorum.
sufim, her gün bir kuple canım :) peri tembele bağladı zaten kendini, neymiş cumartesi pazarmış gezip tozacakmış... :))) öperim...
YanıtlaSilBu arada sizin mekanda terkoz sebilmi bu şarap meselesi be Evrenim. Hani seni bir kere de olsa biçki dikiş kursuna gönderilim dedik, Terziyi de taktın peşine, şarap mahzenimizin köküne incir ağacı diktin be güzel arkadaşım. Şimdi ne diyim ben sana. Hani kadeh kaldırırdım fakat korkuyorum, ya elimi ısırırsan :))))
YanıtlaSilyüreğimiz sebil bizim kara kalem :))))
YanıtlaSilayrıca; terzi de ben de şarabı severiz, keyif için içilen bir kadeh kırmızı şaraptan vazgeçmeyiz, gelen dostları da bir kadeh ikram etmeden göndermeyiz :)